Hüseyin ÖZKAN
Nöro-Estetik Okul
Nöro-Estetik Okul
Bir okula gidersiniz, daha bahçe kapısından girdiğinizden itibaren bir doğallık hissedersiniz. Binadan içeriye girmeden şöyle bir bahçede dolaşma isteği duyarsınız. Hatta bahçede yapılan çalışmalar varsa tek tek inceme ve yapılanlar hakkında fikir edinmeye çalışırsınız. Okul merak uyandırmaya daha bahçede başlamıştır. Okul binasının içine girdiğinizde gerginliğinizin azaldığını rahat bir soluk aldığınızı hissedersiniz. Beyniniz oksitosin hormonu salgılar bu okulda güvende olduğunuzu ve her şeyin yolunda, düzen içinde olduğunu hissedersiniz. Okulun genel görünümü, düzeni, kokusu, rengi, ışığı, doğaya uyumluluğu, okul içinde diğer canlı varlıklarla etkileşiminiz, bir bütünlük içinde yaratıcılığınızı canlandırır, bir şeyler yapma merak ve isteğinizi arttırır.
Bütün bu duygular duyu organlarımızdan beynimize giden enformasyon sonucu oluşan algılardır. O halde, okulların yapım ve dizaynında sinir bilimden bağımsız düşünülmesi mümkün değildir. Sonuçta yukarıda bahsettiğin duygular tamamen beynimizde oluşan süreçlerdir. O halde okulların yapımı ve iç dizaynında nörobilimden yararlanmak insan gerçekliğinden kopmama ve kurumsal olarak hedefe ulaşmak için gerekli olduğu düşünülmelidir.
Nöroeğitimin henüz keşfedilmediği ya da bir sistem geliştiremediği bir zamanda “nöro-estetik okul” modelinden bahsetmenin hayal olduğunu düşünüyor olabilirsiniz. Ancak artık gelecek yüzyılın nörobilim ve yapay zeka çağı olduğunu kabul edersek şimdiden bu çağın eğitim yönteminden, okul bina tasarımından iç dizaynına nörobilime uygun bütüncül bir şekilde yapılanması gerektiğini şimdiden söylemiş olalım. Bir nevi hayal kuralım.
“1990’lı yıllarda nörobilimciler sanat ve müzikteki güzellik anlayışının altında yatan beyin süreçlerini araştırmaya başladılar. Örneğin; beyin amigdala bölgesinin tercihen net olmayan, bulanık görüntüleri işlemden geçirdiğini ortaya çıkardılar. Öyle ki insan daha neye bile baktığının farkında olmadan beynin bu bölgesindeki faaliyette artış görülüyordu. Bunun nedeni büyük olasılıkla amigdalanın erken uyarı sistemi olarak çalışması; gözün görüş alanı dışındaki bulanık tehditleri algılama işlevini yerine getirmek istemesiydi.” (HBT Dergi Sayı 320) Okullarda var olan tablolardan tutun da okul dizaynına kadar hangi görüntüler beynimizin hangi alanını aktif hale getiriyor? Nasıl bir algı yaratıyor? Bunların üzerinde düşünüyor muyuz? Bunlarla ilgilendiğimiz söylenemez. Fakat okulda bireysel olarak bu anlamda da bir süreç de yaşanıyor. Bunlar bizi ilgilendirmemeli mi? Elbette eğitim ortamları dikkatlice oluşturulmalıdır ve bu artık nöroeğitimin konusu olmalıdır. Okul ortamından duyu organlarıyla beyne giden bilgilerin orada nasıl bir süreçten geçtiği ve nasıl bir algı yarattığı ve bu tür algıların hangi beyin bölgelerini aktive ettiği, bu algının davranışları nasıl etkilediği bilinmesi gerekmektedir. Hatta beynin işleyişinden eğitim-öğretim açısından nasıl yararlanılabilir sorusu eğitim bilimlerinin önüne koyması gereken önemli konulardandır.
Nöroeğitim penceresinden bakmaya çalışarak, okul fiziki ortamlarının geliştirilmesine birkaç örnek vermek isterim.
Öncelikle genetik açıdan, canlı nesnelerin insan için bir cazibe merkezi olduğunu söyleyebiliriz. Yaşayan ve doğal nesnelere karşı ilgimiz yüksektir. Yanımızda yöremizde canlı varlıkların olması bizi motive der. O halde okul binası içinde ve eğitim ortamlarında yaşamdaşımız olan yaşayan nesnelere yar açılmalıdır. Bu insanda doğasından kopmadıkları, yaşamın içinde var oldukları, doğal bir ortamda olduklarını hissettirir ve bu ortam öğrenciler ev okul çalışanları için motive edicidir. Okul içinde ve dışında olabildiğince bitki ve hayvan canlılığına yer verilmesi gerekmektedir. Hepimiz doğamız gereği doğayla iç içe olmaktan ve hatta doğayla uyum içinde olduğumuzu hissetmekten mutlu oluruz. Okullar, içi ve çevresiyle doğayla uyum içinde olabildiğimiz mekanlar olmalıdır.
Beynimiz doğası gereği doğa ile ilgili görüntüleri ilgi çekici bulur. Bunu doğada olduğumuzda yaşadığımız o huzurdan çıkarıyoruz. Dikkat yenileme kuramına göre zihnimiz stres altındayken bile doğa manzarası karşısında yenilenir. O halde okul alanlarına yerleştireceğimiz doğayı yansıtan görüntüler stresin azaltılması ve dikkatin toplanması açısından önemli olacaktır.
Okul pencereleri konusunda “yapılan bir çalışmada, sınıf pencereleri yeşillik gören çocukların, pencereden sadece binaların çatılarını gören çocuklara göre dersleri daha iyi algıladıkları görülmüş.” (HBT Dergi Sayı 320) O halde pencereden görülen manzaranın doğa içermesi ve pencerelerin dikkati tazeleyen ve algıyı artıran bir özelliğinin olması gerekmektedir.
Ancak şu yazıyı buraya kadar okuyanların iç seslerini duyar gibiyim. “Şehirlerin betona dönüştüğü bir ortamda bu şeklide okulları nereden bulacağız?” Haklı bir düşünce olmakla birlikte hemen şunu söyleyebiliriz. Bildiğiniz gibi beynimiz duyu organlarımız kanalıyla gelen bilgiyi kapalı bir mekanda işleyen bir sistemdir. O halde ona gönderilen bilginin gerçek olması yanında doğayı taklit eden görüntülerin de işe yaradığı düşünülerek bu tür görüntülerin okul ortamlarına olabildiğince yerleştirilmesi uygun olacaktır. Bu konuda Şanghay Tongji Üniversitesinde yapılan bir araştırma sanal gerçeklik olanaklarından yararlanılarak yapılan farklı biyolojik tasarımların sunduğu yararlar da tespit edilmiştir.
Okul binasının içinde yer alması gereken açık ve geniş mekânlar öğrencilerin bir doğal bir habitat içinde yaşadıkları izlenimi verecek ve bu doğal ortamda oluşturulan küçük tematik öğrenme alanlarının, laboratuvarların ve atölyelerin onların öğrenmelerine çok büyük katkıları olacaktır.
Elbette tüm bunların yanında tertip, düzen ve sıcaklık da çok önemli faktörlerdir. Işık, bitkilerde olduğu gibi insanların da biyolojik enerji üretiminde çok önemli bir yer tutar. Yapılan araştırmalar, doğal ışık ile sanal ışığın biyoritmimizi farklı etkilediğini göstermiştir. Bu nedenle öğrenme ortamlarında doğal ısı ve ışıklandırmadan olabildiğince yararlanılmalıdır.
Bunun yanında eğitimciler şunun farkındadırlar; düzensiz bir okul ortamında öğrenciler düzenli olmaya özen göstermezler. Düzensizlik böylece kendini, ortamdaki diğer bireylerde yeniden üretir. Bu tür ortamların öğrenciler ve çalışanlarda işini savsaklama eğilimine yol açtığını gözlemlemişlerdir. Sinirbilimciler aşırıya kaçmadan görsel düzenin yararlı olduğu konusunda hemfikirlerdir.
Son söz olarak, gelecek yüzyılı kurgulayacak bilim alanının nörobilim ve yapay zeka olduğu varsayımından yola çıkarsak, bu alanın sadece fen ve teknoloji alanında değil sosyal bilimlerde de değişimlere neden olabileceği, buzkıran gemisi özelliği taşıyacağını düşünebiliriz. Her bilimsel değişim ve ilerleme diğer bir çok alanda olduğu gibi sosyal bilimlerde de paradigma değişikliğine neden olmaktadır. Sosyal bilimlerin bir kolu olan eğitim bilimi de bu değişimden etkilenmemesi mümkün değildir. Nöro-eğitim alanı henüz sistemli bir şekilde üniversitelerde yerini almamışsa da yakın gelecekte eğitim biliminin en önemli alanı olacağı kanısındayım. Çünkü eğitim ve öğretime dair her şey beyin denen organ ile ilgilidir. Nöroeğitim alanı sistemli olarak geliştiğinde, bu alanın bir çalışma alanı olarak düşünerek yukarıda açmaya çalıştığım “okulun fiziksel yapılanması” gibi diğer alanlar da birbirine bağlantılı olarak genişleyecektir.
Hüseyin Özkan
Kaynak: HBT Dergi, Sayı 320
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.