Hüseyin ÖZKAN
Tutunamayanlar
TUTUNAMAYANLAR
Son günlerde okuduğum kitaplardan biri olan “Her Çocuk Üstün Yeteneklidir” adlı kitapta Dr. Bahar ERİŞ; flow (akış) teorisini; insanın akarcasına çalışması, konsantrasyon sağlaması, çalışırken tutkuyla kendinden geçmesi, zamanı ve mekanı unutup, yaptığı işin içinde neredeyse kendini kaybetmesi şeklinde ifade etmektedir.
Akış durumunda yaşanan ve konuya konsantre olunarak tutkuyla gerçekleşen öğrenme tarzının, dâhilerin tarzı mı olduğu, yoksa bu tarz bir tutkunun dâhiliği mi yarattığı bir paradokstur. Öyle ki çevremiz de yaptığı işi tutku ile yapan, çalışırken zamanın su gibi geçtiğini ifade eden birçok kişiye rastlamak mümkündür. Bunlar çevrelerinde kendi alanlarında bir “dahi” olarak da nitelendirilirler. O kadar çoktur ki onlar, hatta her köyün bir “dâhisi” vardır mesela…
Biz eğitimciler bu bireyleri erken yaşta fark edebiliyor muyuz? Onların potansiyelleri doğrultusunda, tutkuyla çalışabilecekleri ve kendilerini geliştirebilecekleri imkânları ve ortamları onlara sağlayabiliyor muyuz? Öğrencilere, severek ve tutku ile çalışacakları, çalışırken zamanı unutacakları mekânlar ya da eğitim programları sunabiliyor muyuz? Kısacası onlara ulaşabiliyor muyuz?
Bu soruların cevabı; aklınıza gelen, eğitimin temel sorunlarının da nedeni olduğu unutulmamalıdır. Bu temel sorunlar nelerdir? Sevilmeyen okuldur, ezberci müfredattır, cansız ve kuru bilgilerdir, okula gitmek istemeyen, zil ile birlikte arkalarına bakmadan okuldan kaçarcasına uzaklaşan öğrencilerin okul hakkındaki düşünceleridir…
Ancak bazı öğrenciler ise okula ve eğitim programlarına tutunmayı başarabilmişlerdir. Kendilerini ifade edebilecekleri alanlar bulup oralarda bilisel ve sanatsal tutku geliştirebilmeyi başarmışlardır. Onlar bizim övüneceğimiz, yetenekleri ile ön plana çıkardığımız öğrencilerimiz olmuşlardır. Ancak süreç göz ardı edilmemelidir. Sonuç odaklı bir yaklaşımla başarılı olanları ön plana çıkarıp diğerlerini görmezlikten gelme kolaycılığına kaçılmamalıdır. Başarı sonucuna odaklanmak, süreçteki yaşanan kayıpları görmemizi engellemektedir. Dolayısıyla, birçok öğrencinin yitip gitmesine, sistemden kopmasına ve savrulmasına, yani eğitim sistemine ve eğitim programlarına tutunamamasına neden olmaktadır.
Bunun yanında, bilginin öğretmen tarafından öğrenciye, pasif bir şekilde aktarılması ile gerçekleştirilen geleneksel okul sistemi de, öğrencinin sisteme tutunamamasının başka bir önemli nedenidir.
Dilerseniz size, eğitim hayatının başlangıcında tutunamayıp, daha sonradan anlaşılabilenlerden tanınmış kişilerden birkaç örnek vereyim;
“Dil konusunda gelmiş geçmiş en büyük dahi kabul edilen Shakespeare, okula 6 yıl bile dayanamamış. Bilgisayar dâhisi Bill Gates Üniversiteden atılmış. Geç konuşan ve ancak 7 yaşında okumaya başlayan Einstein, zihinsel olarak geri olduğuna inanıldığı için okuldan atılmış. Edison’a okul Öğretmenleri “hiçbir şey öğrenemeyecek kadar aptal” yakıştırması yapmışlar. Film Okuluna üç başvurusu da reddedilen Steven Spielberg en sonunda girmeyi başarsa da bitiremeden okuldan atılmış."(1)
Buna daha başka birçok örnek vermek mümkündür. Bu örnekler daha sonra fark edilmiş olanlardır. Ya kaybolup gidenler ve hala kaybolup gitmekte olanlar…
Son yıllarda geleneksel okulların cansız ve nefes almayan bilgi ile dolu olduğunu ve bu bilgilerin mutlaka yaşamsal kılınması gerektiği görülmüş olmalı ki, bunun çözümüne yönelik birçok çalışma yapılmaya başlandı. Özel okullar eğitimlerini etkinlikler ve atölyeler üzerine kurgulamaya başladı. Hatta “Çocuk Üniversitesi” adı altında üniversitelerde birimler oluşturulmaya başlandı. Bilim ve Sanat merkezlerine (BİLSEM) başvurular yoğunlaştı. Yine, ihtiyaca binaen özel sektörce bilim atölyeleri, bilim laboratuarları, etkinlik merkezleri, beceri geliştirme merkezleri, yaz kampları vb. gibi çeşitli adlarla etkinlik merkezleri açıldı. Buralar, ailenin gözünde eğitimin tamamlayıcı unsurları olarak görülmeye başlandı. Aileler buraları çocuğunun yeteneklerinin, etkinliklerle fark edilebileceği, geliştirilebileceği ve çocuğunun bilimsel ve sanatsal tutkularının oluşacağı ve geliştirileceği ortamlar olarak algılamaya başladılar.
Açık söylemek gerekirse bunların hepsi palyatif yöntemlerdir. Kaç çocuk, bırakın başka etkenleri, imkânı olsa dahi mesafe açısından üniversitelerin sağladığı bu imkânlara ulaşabilecektir, kaç çocuk BİLSEM başarı sınavını kazanabilecektir, kaç çocuk özel sektörce çeşitli adlarla açılmış, temelde çocuklara bilimsel ve sanatsal etkinlikler yaptıran bu merkezlere devam edebilecektir?
Bu tür faaliyetlerin tümünü bir kültür oluşturması açısından olumlu gelişmeler olduğunu ifade etmekle birlikte, asıl kalıcı çözümün çocuğun kendi okulunda, müfredatın işlenmesine paralel olarak, bilgilerin etkinliklerle yaşamsal kılınması ile sağlanabileceğini söylemek gerekmektedir. Üniversitelerin bünyesinde yer alan, Çocuk Üniversitelerinde ve Bilim ve Sanat Merkezlerinde (BİLSEM) ortaya konulan tecrübe ve yöntem, en uzak köşedeki okulun müfredatına tabiri caizse “monte” edilmelidir. Demem o ki; bu tür bilimsel ve sanatsal etkinlikler, çocuklara kendi okullarında, okul öğretmenlerince ve müfredata paralel olarak verilmelidir.
Bunun için mevzuat anlamında bir engel olmadığı gibi, yapılandırıcı eğitim müfredatı da bu yöntemi desteklemektedir. Ayrıca her öğretmenin, müfredata uygun olarak etkinlik planlayabilecek ve uygulayabilecek donanım ile üniversitelerden mezun olduğu varsayılırsa, geriye sadece okullardaki kapasitenin harekete geçirilmesi kalmaktadır.
Böylece, okulların öğrencilere bakan çehresi daha sevimli hale gelecektir. Bilgi canlı ve anlamlı olacaktır. Merak eden, bilimsel ve sanatsal tutku geliştirmiş bireyler yetiştirilmesinin yanında Milli Eğitim Sisteminin Temel İlkeleri arasında yer alan “genellik ve eşitlik ilkesine” uygun olarak nitelikli eğitimin daha geniş kesime ulaşmasına vesile olacaktır.
Her şeyden önemlisi her öğrenci yeteneklerini geliştirme imkânı bulacak, bilimsel veya sanatsal tutkularıyla birlikte üretken bir birey olarak yaşama sıkı sıkıya tutunacaktır.
Hüseyin Özkan
Eğitim Bilim Uzmanı, Eğitim yöneticisi
1) Eriş,B; Her Çocuk Üstün Yeteneklidir. İstanbul, Alfa Yayınları, 2015
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.