Adil Gülmez
Bana göre Şura
Etkisi halen devam eden Şura’yı bu günlerde herkes kendi bakış açısıyla değerlendiriyor. Elbette toplantılara katılan, verdiği önerilerle bazen teveccüh bazen de öfke dolu eleştirilere maruz kalan biri olarak benim de şahsi tecrübelerim ışığında bir değerlendirmem olacaktır. Bu yazıda 19. Milli Eğitim Şurası’nda alınan tavsiye kararlarından ziyade şahsi bakış açımın ürünlerini göreceksiniz.
Bir kere daha ifade edeyim ki Şura başarılı olmuş amacına ulaşmıştır. Başarılı organizasyonda en büyük pay şüphesiz tüm MEB mensuplarınındır. Camiamızın özverili ve çalışkan mensuplarını 19. Milli Eğitim Şurası Sekreteri Dr. Hüseyin Şirin’in şahsında tebrik etmek isterim. Vazifemiz her fırsatta birilerini eleştirmek olmamalı başarıyı ve fedakârane çalışmaları da takdir etmeyi bilmeliyiz.
Şura’nın Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan tarafından açılması ve eğitimi tarif eden ezber bozan açıklaması organizasyonun popülaritesini güçlendirmekle kalmamış ilginin de ziyadeleşmesini sağlamıştır. Bu yüzden bir Şura üyesi olarak Zatı Alilerine müteşekkirim. Keşke beklendiği gibi kapanışa da Başbakan Davutoğlu da gelebilse idi.
Geçmiş Şura’ya katılanların beyanına göre bu sefer toplantılar daha sakin geçmiş. Buna rağmen tartışmalar medeni bir çerçevede cereyan etmedi. Özellikle sayısal azınlıkta kalmalarına bakmadan bazı Sol Kemalist çevreler toplantıları çığırından çıkarmak için ellerinden geleni arkalarına bırakmadılar. Ne zaman ki “din” ya da “dini eğitim” konuşuldu, önceden hazırladıkları bir kavram olan soyut-somut söylemini defalarca tekrar etmeden bıkmadılar. Ön yargılı olarak salona geldikleri her hallerinden belli olan Ulusalcı eğitimciler salonda anti demokratik söylemlerini pervasızca sergilemekten de kaçınmadılar. İçlerinden sesi en çok çıkanlardan biri önerilerinin oylama yapılmadan tavsiye listesine yazılmasını bile istedi.
Salı günü başlayan toplantılarımız daha ilk günden itibarsızlaştırma saldırılarına maruz kaldı. Başta Eğitim İş olmak üzere zaman zaman onların önerilerine destek veren Türk Eğitim Sen mensupları medyaya verdikleri beyanatlarla ortalığa tezvirat yaymaya başladılar. Kendilerinin eğitim mensuplarınca neden tasvip edilmediğine kafa yoracakları yerde sağa sola çirkef atarak itibar devşirme peşine düşmeleri doğrusu acınacak bir duruma düştüklerinin en bariz göstergesiydi. Sürekli sataşmalarla sözlerinin kesildiğini, kendilerine kaba saldırıların olduğunu medyaya servis etmeleri ise iftira atmada epeyi mesafe aldıklarının çarpıcı göstergesiydi. Ne yapalım! Ellili yılların kafasıyla ancak bu kadar olunabiliyor. Bunu en kısa zamanda anlamalarını umuyorum.
Şura’da Türk Eğitim Sen temsilcisi meslektaşlarımız gerek verdikleri önerilerin bir kısmıyla gerekse verilen öneriler üzerindeki konuşmalarıyla şahsen beni hayal kırıklığına uğrattılar. Anladım ki en hakiki Kemalist Eğitimciler, Türk Eğitim Sen mensubu arkadaşlarmış. Anladığım diğer bir konu da bu arkadaşlarla bir olup din eğitimine ve değerler eğitimine karşı çıkanlara direnmek mümkün değil. Sanırım bu tutum ve davranışları günden güne erimelerinin gerçek nedeni olsa gerek.
Söz sendikalardan açılmışken birkaç kelam de Eğitim Bir Sen’e söyleyelim. Şura vesilesiyle bu sendikanın genel merkez yöneticilerini bir arada görme imkânım oldu. Genel olarak baktığımızda yeterince organize olduklarını ve anlık etkileyici taktikler geliştirebildiklerini söyleyemem. Şahıs bazında hepsi bulundukları mevkiinin ehemmiyetini müdrik insanlar. Kültürel birikimleri ve donanımları fena değil. Bu manada en tepedeki beyefendide biraz sorun var. Bir MEB Genel Müdürü’nü orada rencide edici sözler söylememeliydi. Bazı medya organlarında Şura’ya damgalarını vurdular deniyor bence de varlıklarını herkese hissettirdiler. Ancak bu konuda zait söz söylemek istemiyorum.
Katılımcılar noktasında da özel okul mensuplarının bariz bir şekilde öne çıkarıldığını düşünüyorum. Müzakereler esnasında devlet okullarında çalışan öğretmenlerden daha fazla söz aldıklarına şahit olduk. Endişelendim. Milli Eğitimi kendi cemaatlerinin menfaatlerine uygun şekilde tasarımlamak isteyenlerden kurtuluyoruz derken boşalan alanları başka cemaatler mi dolduruyor diye endişelendim. Bu konuya dikkat çekmek istiyorum. Aslında çözüm MEB’te. Özel Okul kavramına efradını cami ağyarını mani bir tanım getirilmeli.
Malumunuz dört ana başlık altında incelendi eğitim dünyamızın sorunları. Nedense “eğitimde sivilleşme” kavramını pek göremedim. Hala müfredatın sadeleştirilmesini tartışıyoruz. Sınav odaklı eğitimi neden sorgulamıyoruz. Atatürkçülüğün sarmal şekilde tüm derslere nüfuz etmiş olmasını neden tartışmıyoruz. Bir Din kültürü ve Ahlak Bilgisi ders kitabının kaynakçası arasında on beş civarında Atatürkçülük ile ilgili eserin varlığını Şura’da tartışmayacaksak nerede konuşacağız üzerinde?
Gördüm ki okullarımızı bazı eğitimcilerden korumak lazım. Günlük hayatta ters giden her şeyi çocuklarımıza ders olarak okutulmasını savunan eğitimcinin ne işi var okulda. Cinsiyet eşitliği dersi ne menem bir şeydir? Böyle bir ders okullarda çocuklara okutulursa kadına karşı şiddetin azalacak olması mümkün mü? Ya da beş gün boyunca çocuklarımıza Batı Müziği verilmesini savunan adamın amacı ne?
Osmanlıca dersi çok çetin uğraşlardan sonra tüm liselere mecburi ders olarak tavsiye edilmişken son gün Bakanın riyasetinde yapılacak son oylamadan önce bir öneri vererek bu dersi ihlye mecburi olmasını sağlayan adam ne yapmak istemiş olabilir? Hele bu vatandaş benim Kur’an Kursu’dan arkadaşım ise ve halen de bir tarikatın okullarında yönetici konumundaysa, bunların olduğu yerde Eğitim İş’e iş düşer mi? İşte böyle bir yığın garabetle de uğraştık beş gün boyunca.
Aslında yazılacak daha bir yığın not var. Son olarak kültürel zenginliğine hayran olduğum Milli Eğitim Bakanı Prof. Dr. Nabi Avcı’nın bakanlık için en isabetli isimlerden biri olduğunu bir kez daha bu vesileyle idrak ettim. En gerilimli konuları esprileri ile kolayca izah etmesi mükemmeldi. İyi varlar zatı alileri.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.