Arman, İkrah Ettiriyor

Ayşe Arman, kimdir?

Babası kimdir bilmiyorum ama annesi bir Alman imiş.

Kendisi Adana’lı olup, Tarsus amerikan lisesini bitirmiştir.

Aslında aykırı olmak için elinden gelen her şeyi yapan, kutsalı ve geleneği bir biçimde aşan farklı bir yazar.

Yazarlığa onsekiz yaşındayken Nokta dergisinde başlayan ve Tempo, Aktüel gibi dergilerde boy gösteren bir kalem sahibi.

Şimdi Hürriyet Gazetesinde yazıyor.

Değişmeyen konusu kadın-erkek ilişkileri, regl vs.

Basın yayında okumuş ama mezun olamamıştır.

Görevi denemek ve sormak olan ve görevinin cılkını çıkaran, sıradan bir bedene sahip güzel olmayan ama bakımlı olarak istediklerini elde eden ,özgür hayat diyerek ve teshirci liğini ortaya koyarak para kazanan insan…

Popüler gazetelerdeki sıradan bir gazeteci kadar gazetecidir kendisi...ama aslında işimagazin dir ve bunu iyi becerir.

7 yıl geriden gelen yazar.

Metin Kaçan’ın intiharına sebep odlumu?

Gazeteci Hasan Kaçan’ı ve onun intihar eden kardeşi roman yazarı Metin Kaçan’ı tanırsınız.

Sözü fazla uzatmaya gerek yok, önce Bugün gazetesinde Rasih Yılmaz’ın yazdıklarını okuyalım

“”Kardeşi Metin’in intiharı, kendisini çok yaralamıştı.

“Meto, bu engerekler seni 1995'te öldürdüler. Sadist çığlıklarla defalarca, bıçakladılar, şişlediler…" sözü ise bir medyatik infaza yıllar sonra yeniden harlanan bir isyan gibiydi.

Ağır Roman ile tanınmıştı Metin Kaçan.

Ama abisi Hasan’a göre ciddi bir suç işlemişti kardeşi…

"Sen de suçlusun Meto... Gariban bir berberin, tamirci kalfası, ortaokul mezunu oğluydun... Haddine miydi AĞIR ROMAN yazmak... Yedirirler mi?” diyecekti…

Hasan Kaçan’a göre 1995 yılında kardeşi Metin’e atılan iftira ile başlamıştı her şey.
Organize biçimde “Canavar Romancı” diye yürütülen medyatik infaz mahkemeyi etkilemiş ve Metin tecavüzcü suçlamasıyla hapis cezası almıştı.

Peki, gerçek Hasan Kaçan’ın dediği gibi miydi?

Tecavüz suçlaması ve medyatik infazın ardın 7 yıl geçmişti. Tarih 07 Nisan 2002’yi gösteriyordu… Ve ilginçtir Ayşe Arman Hürriyet’teki köşesinden sanki bir vicdan muhasebesi yapıp aradan kendini sıyırmak istercesine bir yazı kaleme almıştı.

Sıkı durun; Arman 1995’de, “tecavüz bulgusuna rastlanmamıştır” raporunu yazan doktorun görüşünü tam 7 yıl sonra okuruyla paylaşacaktı.

Tam 7 yıl sonra ve Metin Kaçan’ın cezasının Yargıtay tarafından onanmasının ardından…

Arman’dan Okuyalım: “Güneş K.'yı olay gününden iki gün sonra muayene eden cerrahi uzmanı Dr. Hakkı Kösenin açıklaması; ‘Cerrahi uzman olarak o gün hastanede ben nöbetçiydim. Savcılıktan bir sevk yazısıyla geldi. Benden önce, kadın doğumda jinekolojik muayene olmuş. Orada tecavüzle ilgili bir bulguya rastlayamamışlar. Örnek alınmış ama sperm bulunamamış. Muayene ettim, ben de tecavüzle ilgili bir bulgu olmadığını söyledim. Hastayla da konuşuyorum bu arada, kendisi de tecavüz olmadığını teyit etti. Raporu verdim, hasta benim yanımdan ayrıldı. Olayı, iki üç gün sonra gazetelerde okudum. Yapılan her yayında üzerine basılarak tecavüzle ilgili şeyler söyleniyordu. Basından takip edebildiğim kadarıyla, akabinde Metin Kaçan tutuklandı.’…”

Bu muydu medyatik etik? Canavar romancı diye mahkemeyi etkileyip ceza kesinleştikten yıllar sonra pardon demeye getirmek!

Arman, Metin Kaçan’ın cezasının ardından o kadar rahatsız olmuştu ki, tecavüze uğradığını iddia eden ve tam sayfa röportaj yaptığı Güneş K’ya bile çıkışmaktan kendini alamamıştı;  “Güneş K. anlatmış, ben yazmıştım, gerçi sonra itiraz etmişti yazdıklarıma, beğenmemişti. Onun istediği gibi değilmiş.”

Sıkı durun şiddetinin dozunu arttıran Arman Güneş K’nın avukatına da çıkışacaktı, “Av. Canan Arın'ın gösterdiği duyarlılığı çok iyi anlıyorum. Ama yedi yıl önce neredeydi? Bu haberler Güneş K. açısından verildiğinde neden bu haberler mahkemeyi etkiliyor diye itiraz etmedi...”

Ve Arman’ın yazısı şöyle bitiyordu: “Olayın her iki tarafının avukatı da basından şikayet ettiğine göre mahkemenin herhangi bir taraf lehine etkilenmesi söz konusu olmayacaktır. O yüzden içim rahat.”
Arman’ın içini rahatlamasının ardından 11 yıl geçmiş ve Metin Kaçan abisi Hasan Kaçan’a göre yaşadığı travmayı atlatamamış ve intihar etmişti!

Şimdi Ayşe Arman ne düşünüyordur açıkçası çok merak ediyorum.
İki haftaya yakın içinde sakladığı Metin’i Marmara geri verdi…

Bugün Metin, Fatih Cami’nde ikindi namazının ardından kılınacak cenaze namazı sonrası toprağa verilecek!
Metin’in deyimiyle güzelleşin şimdilik, her can gibi ölümünüze kadar hayattasınız… Adalet bir gün herkese lazım olacak diyesi geliyor insanın.

Ve son sözü rabbin merhametine ve affediciliğine kendisini teslim ettiğimiz Metin Kaçan’a bırakalım; “Bir çift kanattınız hüznün rüzgarlarında. Dağılıp gitti melekleriniz beyazın öte dağlarına. Ağlasın ardınızdan bir ağızdan bütün dehşetiyle Kolera. Sen harbi hayalet, Sağlam gariban, ruhuna El-Fatiha.”

***

 

Şimdi de Arman’ın başka bir vukuatına bakalım.

İnternet Haber’den Süleyman Özışık yazmış.

Erdoğan üzerinden oynanan ve kısmen başarıya ulaşan oyunun bir de ikinci perdesi vardı. Sokakta kendilerine karşı koyacak en büyük gücü, yani polisi bertaraf etme girişimi... 

Bunun için de twitter ve facebook kullanıldı. Oyunun adı, "Katil polis""Polis şiddeti","diktatörün köpekleri" olarak konuldu.

"Polis TOMA ile Aylin kardeşimizi ezdi", "Polis gerçek mermi kullanıyor", "Polis üzerimize ateş açtı, onlarca ölü, yaralı var" diyen şeytan ruhlu yaratıkların uydurduğu mesajlar belleklerimizde henüz canlılığını koruyor. 

Bu mesajları en çok yayanlar kimlerdi? 

Sanatçılar ve Erdoğan karşıtlığıyla bilinen yazarlar. Bir de ajansların para ile beslediği yüksek takipçi potansiyeline sahip twitter trolleri.

Peki polis gerçekten orantısız güç kullandı mı? Bu soruya "tamamen hayır" demek de, "yüzde yüz evet" demek de vicdani olmaz. Polisin şiddet kullandığı anları hepimiz başında bulunduğumuz gazetelerde yayınladık, kınadık ve hatta lanetledik.  Ancak polisin şiddeti kadar, polisin karşısına dikilenlerin niyetlerini de sorgulamak gerek. 

O niyeti öğrenebilmek için cehennem kapılarının aralanmaya çalışıldığı 1 Haziran gecesine gitmemiz gerekiyor.

Kısaca özetleyeyim.

Yukarıda verdiğim tarihlerde Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, Dolmabahçe Sarayı'ndaki çalışma ofisindeydi. Bu durumu haber alan birileri, içlerinde profesyonellerin de olduğu 300-400 eylemciyi o yöne ilerlemeleri konusunda uyardı.

Açıkça şu talimat verildi: "Gidin, Erdoğan'ı orada yakalayıp diz çöktürün ve öyle fotoğraf çektirin..." 

Kaddafi'ye yapılan neyse, Saddam'a yapılan neyse onu yaptırmaktı niyetleri. Aynı gece, aynı saatlerde, aynı talimat, Ankara'da iki ayrı gruba daha gitti: 

"Başbakanlık binası ile Türkiye Büyük Millet Meclisi'ni ele geçirin ve ateşe verin!"

Bakmayın siz bugünlerde oryantallere taş çıkarırcasına kıvırmalarına. Bakmayın siz, "Amacımız demokratik protesto hakkımızı kullanmaktı" demelerine...

Gezi Parkı eylemcilerinin masum tepkisini fırsat olarak değerlendirip Türkiye Cumhuriyeti Hükumeti'ni yıkmak, Başbakanın ise ölü ya da diri ele geçirmekti nihai hedefleri.

O kıyameti andıran gecede polisin bahsini ettiğim 3 noktada bulunan eylemcileri sorgusuz sualsiz delik deşik etme hakkı tamamen hasıl olmuştu. Ancak saatler süren uyarılar sonucu işin ucunda ölüm, ölümler olduğunu anlayan bazı göstericiler geri çekilince, senaryo gerçekleşmedi..

Polisin gardını düşürmek için neler yapılmadı ki? 

İlk önce asker ile polisi karşı karşıya getirerek, "Asker bizim yanımızda, siz de silah bırakıp bizim tarafımıza geçin" tekniği denendi. Bu nedenle, "Asker polise ateş etme kararı aldı. Eğer polis saat 03.00'e kadar sokaklardan çekilmezse asker ateş edecek" denildi.  Göstericilere gaz maskesi dağıtan bir askerin fotoğrafları twitter'da çeşitli eller tarafından yaklaşık 950 bin kez paylaşılarak bu iddianın doğru olduğu fikri yayılmaya çalışıldı.

Bu deneme boş çıkınca, "1000 polis ve 15 emniyet müdürü istifa ederek eylemcilerin saflarına geçti" diye yalan uyduruldu. Bu yalan da yüzbinlerce kişi tarafından paylaşıldı.

Baktılar ki polisi kendi taraflarına çekemiyorlar. Bu sefer "Polis şiddeti tekniği" son sürat yayılmaya başlandı. 

Yakmaya, yıkmaya, yağmalamaya ve kaldırım taşlarını dahi sökerek polise saldırmaya başladılar. Havai fişekler ve molotoflarla saldırıya geçtiler. Yaşananlar karşısında polisin müdahalesi sertleştikçe "Polis masum eylemcilere şiddet kullanıyor" sözü daha yüksek sesle dillendirilmeye başlandı. 

Neydi şikayetleri?

Polis gaz bombası kullanmasın! Polis biber gazı kullanmasın! Polis TOMA'lardan su sıkmasın! Polis cop bile kullanmasın! Polis belindeki silahı hiç kullanmasın!

E ne yapsın polis?

"Bizimkiler hükümet yıkarken, bizimkiler Başbakan'ı ele geçirmeye çalışırken, bizimkiler yakıp yıkarken, yağmalayıp soyarken polis  sadece izlesin!"

CNN ve BBC bile bu amaç için devreye sokuldu.

Başbakanlık Danışmanı İbrahim Kalın'ın CNN'e söylediği o sözleri hatırlıyorsunuz değil mi? Hani CNN spikeri Christiane Amanpour'un yüzünde tokat gibi patlayan o sözlerden bahsediyorum:

Ne demişti İbrahim Kalın:

"Göstericiler Amerikan Büyükelçiliği'ne bomba attığında terörist, Taksim'de polise taş ve molotof atınca demokratik protestocu mu oluyor? Ellerinde molotof kokteylleri ve sopalar olan insanların Beyaz Saray'a yürümelerine ve kamu malına saldırmalarına izin verildiği bir durumu hayal edebiliyor musunuz?" demişti değil mi?

Bu sorunun cevabını önceki gün aldık nihayet! ABD'de aynı eylemleri Fethullah Gülen'in evinin önünde de sergilemek isteyen grubun halini izleyenler bilir.

Elleri tam otomotik silahların tetiğinde bekleyen polisleri görünce bir anda süt dökmüş kediye döndüler. Bırakın taş atmayı, slogan atmaya bile cesaret edemediler. Bırakın Beyaz Saray'a doğru yürümeyi, arabalarını park edecek yer bile bulamadılar.

Neden?

Çünkü orası, özgürlükler ülkesi Amerika! 

Çünkü orada polis izin vermeden elini cebine atamaz, hatta arabadaysan direksiyondan kaldıramazsın. 

Seni anında kevgire çevirirler!

Öyle gaz bombası kapsülüyle falan değil, gerçek mermiyle iki kaşının ortasından vurarak yere devirirler. İnanın Gezi Parkı olayları bizi eleştiren ülkelerde yaşansa şu anda yüzlerce, belki binlerce ölüden bahsedilecekti. Mısır'da tek suçları Namaz kılmak olan göstericilerden 91 tanesinin öldürüldüğünü hatırlatırsam, sanırım ne demek istediğimi daha iyi anlamış olacaksınız.

Bakınız!

Altını kalın çizgilerle çizerek söylüyorum. 31 Mayıs'ta yaşanan ve halen yer yer devam eden olaylar yine belli bahanelerle yeniden sahnelenecek. Gezi Olayları'nın 6'ıncı gününde mahkemenin verdiği"Topçu Kışlası durdurma kararını" saklayarak gençleri polisin üzerine salan gerçek katillerin durmak gibi bir niyetleri yok!

"Polis şiddeti" baskısı işte tam da bu nedenle sürdürülüyor. Amaç filmin ikinci bölümü başladığında direnç gücü zayıflamış, sinirleri harap olmuş ve hangi tarafta yer alacağını netleştiremeyen bir polis gücü bulabilmek. 

Erbakan'ı ve Ecevit'i deviren medyanın bu fikri en silahşör yazarlarına ısrarla ve inatla yazdırmasının nedeni de bu! 

Bunun için yapmadıkları, yapmayacakları alçaklık yok!

Eğer okumadıysanız, Ayşe Arman'ın dün 4 polisle yaptığını iddia ettiği söyleşiye göz atın derim. 

28 Şubat döneminde, "Üst düzey bir komutandan edindiğim bilgilere göre" manşeti atanlar anlaşılan şimdi de "İsmi açıklanmayan polis memurlarını" devreye sokmuş görünüyor. Söyleşiyi okuduğunuzda tuhaflıkları siz de hemen farkedeceksiniz.

Misal:

4 polis memuru hem soruşturmaya tabii tutulduklarını söylüyor, hem de "Bizi bilmesinler, yoksa deşifre oluruz" diyor! 

Polisin biri 22 yaşında olduğunu ve 4 yıldır emniyet teşkilatında olduğunu söylüyor. Yani hiç üniversite yüzü, polis okulu yüzü görmeden direkt polis olduğunu iddia ediyor. Bir başka polis 45 yaşında olduğunu ve 31 yaşında polis olduğunu dile getiriyor. Oysa polis teşkilatına 30 yaşından gün almamış kişilerin girmeye hak kazandığı gibi çıplak bir gerçek varken.

Bu sahtekarlıklar ortaya çıkınca yılların kurdu Ayşe Arman twitter'dan, "Biz kimlikleri deşifre olmasın diye mesleğe giriş yıllarını ve isimlerini farklı olarak yazdık" diyor. 

Yersen!

Söyleşi adeta, "Ben masa başında hazırlandım ve amacım polis teşkilatını zayıflatmak, bir sonraki eylemde ikileme düşürmek" diye bağırıyor.

Henüz kamera kayıtları yokken, kimin öldürdüğü belli değilken, Ayşe Arman'ın "Ali’yi döverek öldüren polislere ne diyeceksin?" diye soru sorması bile söyleşinin hedefinde kimlerin olduğunu açık seçik belli ediyor.

Dedim ya, siz o söyleşiyi bulup okuyun!

Bakalım sizin aklınıza da, "Bu polis olduğu iddia edilenler REDHACK üyeleri olmuş olmasın"şüphesi düşecek mi?”

Biraz uzunca oldu ama, mesel anlaşılsın diye alıntı yapmak zorunda kaldım.

Hayırlı Ramazanlar.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.