YÖK’ten 2 önemli ve olumlu açıklama
YÖK’ten 2 önemli ve olumlu açıklama var…YÖK, yavaş yavaş suskunluğunu bozmaya başladı.
Başkan Prof. Dr. Y. Saraç, anayasanın değişmesi gerekmeyen, yönetmeliklerle çözülebilecek işleri gündeme almış gözüküyor. Gündeme yine YÖK yasasının değişimi geldi. Bu konuda Başbakan’ın sözlerini vermiştik, şimdi YÖK’ün açıklamasını veriyoruz. Sonra çok tartışmalı rektör ataması gündeme gelmiş. Ve atanan rektörlerin 4 yıl boyunca takibi için, YÖK’e verdikleri kısa raporlar paylaşıma açılmış. Şimdi yorumlarımla konuya girelim;
1/ “Yükseköğretim Kurulu Anayasa tarafından yükseköğretimi planlamak, düzenlemek, yönetmek ve denetlemekten sorumlu olarak görevlendirilmiştir. Son yıllarda yükseköğretimdeki sayısal bakımdan büyüme Yükseköğretim Kurulu’na yeni sorumluluklar getirmiş ve Kurul’u sistemin pek çok alanında yurt içi ve yurt dışındaki gelişmelere cevap verecek kuramsal ve kurumsal değişikliği gerçekleştirmesini gerekli kılmıştır. Yükseköğretimin dünyada küreselleşen yapısı, Türkiye’nin de dahil olduğu, Avrupa yükseköğretim alanını da aşan, akademide evrensel ilkeleri gerçekleştirme arayışları kadar Avrupa yükseköğretiminde yaşanılan sorunların da bir sonucu olan Bologna süreci, en önemlisi kendi ulusal referans çerçevemizin, milli politikalarımızın, kapasite ve hedeflerimizin de dikkate alınması gerekmektedir. Bu yeniden yapılanma; çeşitlilik, performans değerlendirilmesi, rekabet, kalite güvencesi gibi evrensel kavramların oluşturduğu bir zeminde gerçekleşmelidir. Bu temel zihniyet ve ilkeler çerçevesinde, yükseköğretimin yeniden yapılandırılması çalışmaları belli bir süreç dâhilinde yürütülecektir. Çok kısa bir zaman içerisinde öncelikle üniversitelerimizin rektörlerinin, daha sonra konunun diğer ilgili bütün taraflarının katkılarının teminine çalışılacak, şeffaflık ve katılımcılık ile bu süreç yürütülecektir. Yükseköğretim Kurulu olarak
“Yükseköğretim Kanunu Tasarısı” çalışmasını başlattığımızı kamuoyuna duyururuz” (Basından) 2/ “…..Üniversitelerde yapılan seçim sonucunda belirlenen ilk altı aday tarafından, rektör adayı olduğu üniversitenin başlıca sorunlarını, bu sorunlar için öngördüğü çözüm önerilerini ve aday olduğu üniversite için tasarladığı yeni projelerini içeren 'Rektör Adayı Bilgi Formu' doldurulmakta ve YÖK'e, Genel Kuruldaki seçimden önce sunulmaktadır. Bundan böyle, birçok ilk ve yeniliğe imza atan Yeni
YÖK yönetimi olarak, akademik ve idari personel ile öğrencilerin, üniversitelerine rektör olarak atanan yöneticilerinin seçim öncesinde vaat ettikleri hususlardan haberdar olup bunların takibi açısından, YÖK'e gönderilen Rektör Adayı Bilgi Formunu Başkanlığımızın web sitesi üzerinden kamuoyu ile paylaşacağız. Bu uygulamamız hesap verilebilirlik ilkesine verdiğimiz önemi göstermektedir. Bu kapsamda kurumsal web sitemizin ana sayfasında yer alan 'Atamaları Yapılan Rektörlerin Vaat ve Projeleri' başlıklı bölümünde, en son 14 Ocak 2016 tarihinde
Sayın Cumhurbaşkanımız tarafından atamaları gerçekleştirilen Bilecik Şeyh Edebali, Erciyes, Hacettepe ve Selçuk Üniversitelerinin rektörlerinin 'Rektör Adayı Bilgi Formları' kamuoyu ile paylaşılmak üzere yayımlanmıştır. Bundan sonra bu uygulamamıza rektör atamaları yapılan bütün üniversiteler için de devam edilecektir. Kamuoyuna ve yükseköğretim camiasına önemle duyurulur.''
(http://www.yok.gov.tr/web/guest/atanan-rektorlerin-rektor-aday-formu-kamuoyu-ile-paylasilacak)
YÖK, yararlı bir karar almış, teşekkür ederiz. Elbette rektörlerin verdikleri sözlerin takibinin yapılıp, 4 sene sonraki adaylıklarında, bu maddeler değerlendirilerek karar verme imkanı doğacaktır. Çünkü, komşumuz İran’ın; “bilim alanındaki” başarılarını, “nano teknolojisinde 7. sırada” olmasını (Türkiye 20. Sırada), “bilimsel atıf indekslerinde” bizi geçmesini iyi düşünmeli; bilimi/sanatı üreten
kurumların organizasyonunun iyi olması ve ciddi kaynak ayrılmasıdır. (YÖK Başkanı Saraç’ın bir grup bilim insanı ile İran’a gitmesi belki bu yüzdendir)
Ancak, son atanan rektörlerin -YÖK tarafından açıklanan- yazılarını inceledim. Önce belirteyim ki; yine Türkçe yanlışları, imla hataları ve kullanmama kendini gösteriyor. Türkçe yazım kurallarına çok önem verdiğimi biliyorsunuz.
Yıllar önce Prof. Dr. G.Sağlamer, İTÜ Rektörlüğü için konservatuar öğretim elemanları ile toplantı yapmıştı. Ben, toplantı sonunda söz alarak “ Hocam, konservatuar müdürleri rektörle kişi arasında yapılan görüşmeden sonra atanıyor. Ancak, biz müdürlerin rektöre ne anlattığını, ne gibi projeler sunduğunu bilmiyoruz. Ve 3 sene sonra her müdür çok başarılı olduğunu v.b. söylüyor ve yerine birisi atanınca küsüyor ve onun altını oymaya çalışıyor veya -etkinliğini devam ettirmek için olsa gerek- kendine yakın bir kişinin atanması için uğraşıyor. Acaba, müdür adayları da, sizler gibi bizlerin karşısına çıkıp projelerini anlatamaz mı? Bir yasal engel var mı?” demiştim.
Sağlamer hoca; “elbette olabilir, doğru söylüyorsun” demiş, not almıştı. O sırada önde oturan bir öğretim üyesi bana dönerek “Göktan Bey, benim hiçbir projem yok” demişti. Bir süre sonra da o, müdür olarak atanmış ve sonra da uzatılmış, yeni rektörle 2. kez uzatılmayınca küsmüş, maalesef yukarda belirttiklerimi aynen yapmıştı...
Bildiğim kadarıyla bu konuda YÖK’ün bir yönetmelik yayınlaması gerekmiyor?
Atanan rektör, müdür adaylarına bir gün verir, onlar konuşmalarını yaparlar, konservatuar –veya başka birim- içinde bir temayül yoklaması yapılır, ona göre rektör karar verir. Bu daha verimli, paylaşımlı ve katılımlı bir sonuç verecektir.
Maalesef, eski durum hala devam ediyor? Neden bilemiyoruz?
Bir rektörün “O’nun haberi bile yoktu, ben atamak için çağırınca şaşırdı” açıklaması, doğru ve etik olmasa gerek?!..
Ya da rektör tarafından atanan “müdürlerin/danışmanların, rektör yardımcılarına sorulmadan atanması ve onların atananları tanımaması” acaba tek adamlığa başlayış sinyalleri mi? (http://www.internethaber.com/rektorrektor-yard-danismanligi-gerekli-mi-1227103y.htm)
Veya, rektörün; “bundan sonra Y.Doç. Dr.ları bana yönlendirmeyin, yardımcılarımla görüştürün” talimatı, “ben çok işler yapacaktım, ama, yardımcım engel oldu v.b.” söylemler!, başarılı, kucaklayan idareciliğin neresindedir?
Yazılarımdan anlaşılacağı gibi benim kişilerle değil, kurumlarla ve sistemle ilgili yorumlarım bunlar…Ve, bana göre üniversiteleri kurtaracak olan; bilim/sanatın öne geçmesi, etiklik, liyakatlı atamalar, proje, üretim ve paylaşımdır.
Şimdi konuya dönelim. Atanan rektörlerin yazılardan anlaşılıyor ki –yeni/eski- üniversitelerde işler iyi gitmemiş/gitmiyor...
Özellikle yeni kurulan üniversiteler zor durumdalar.
Üniversitelerde; “tek adamlık”, “liyakatsız atamalar”, “sonuçsuz, rahatsız edici soruşturmalar” olması ne demek?
(http://www.internethaber.com/ben-olmak-ve-bir-rektor-uygulamasi-1228694y.htm)
Bu başlıklar “akademisyenliğin, başarılı idareciliğin” neresinde?
“….Bazı odalar da var ki, hiçbir kişisellik emaresi taşımaz. Bu da ayrı bir siyasettir. Odadaki her şey makama aittir ve ihtiyaç miktarıdır. Kişi belli bir süre o makamı temsil edecek, sonra da bir başkasına devredip gidecektir. Hiçbir zaman orada bir saltanat kurduğu, kök saldığı intibaını uyandırmaz. Bu yalınlık, makam sahibine emanetçi olduğu duygusunu hissettirir, her an. Ve emanetçi olmak bir şeyin sahibi olmaktan daha titiz bir ahlaki sorumluluk gerektirir. Aynı zamanda kişiyi daha özgür kılar, eşyanın bağımlılığından kurtarır. Akşam çantasını alıp çıktığında sabah -gerekirse- geri dönmeme ihtimali, her zaman imkân dâhilindedir.” (http://www.aksam.com.tr/yazarlar/h- humeyra-sahin/makam-odalari/haber-472893)
Bunları nerden mi çıkardım?
Elbette YÖK tarafından yayınlanan atanan rektörlerin yazılı belgelerinden…
İşte derlediğim ortak sorunlar;
Üniversitelerde “kurumsallaşma” noktasında yeteri adımlar atılmamıştır.
Üniversitelerde ikili ilişkilere dayanan “tek adam yönetimi” egemendir. Tek adam yönetimi, “istişareden uzak bir anlayış” doğurmuştur.
“Şehirlerin ve bölgenin yapısı dikkate alınmadan” Fakülte ve birimler oluşturulmaktadır.
Kurulan Fakülte ve birimlerin “alt yapıları” oluşturulamamıştır.
“İlmi gereklilikler” öncelenmemiştir (Proje ve sempozyum destekleri çok yetersizdir).
“Kongre ve Kültür Merkezi, Fen Bilimleri laboratuarları” v.b. alt yapıları yetersizdir.
Yeni kurulan üniversiteler belirli “tematik alanlarda” yapılandırılmamıştır. “Belirli alanlarda yetkin” bir üniversite modeli oluşturulmamış, hedeflenmemiştir.
“Merkezi Araştırma ve Geliştirme Laboratuarları” inşa edilememiştir.
Kampüslerin “master planları” yapılamamıştır.
“Sosyal, kültürel, sportif imkanlar” yetersizdir.
Objektif ölçütlerle; “denetlenebilir ve hesap verebilir” bir yapı oluşturulamamıştır
Üniversiteler “şehrin ekonomisine/sanatına/kültürüne v.b.katkı” sağlayamamıştır.
Öğrenciler için “yurtlar ve öğretim elemanları için lojmanlar” yaptırılamamıştır.
Özlük haklarında; “adalet, ilke ve hız” sağlanamamış, kurul üyeliklerinde/görevlendirmelerde/danışmanlıklarda “liyakat ön planda tutulamamış, homojenlik sağlanamamıştır.”
Üniversite hastaneleri; “ mükemmeliyet merkezi” konumundan hızla uzaklaşmış ve “borç batağına” sürüklenmiştir.
Üniversite yönetimlerince alana; “iç çekişmeler, kişisel hesaplar ve motivasyon/onur kırıcı soruşturmalar” girmiştir. Bu durum; akademisyenlerin “aidiyet duygusunu ve çalışma motivasyonunu” olumsuz etkilemektedir.
Akademik personelin; “birlikte çalışma/proje üretme/paylaşma kültürü” geliştirilememiştir.
“Kural ve uygulamalar” kişiden kişiye değişmiş, “liyakatsiz atamalar” ciddi oranda artmıştır.
Üniversitelerin can damarı sayılan “akademik kurullar işlevsiz hale getirilmiş”, akademik süreçlerde ilgili “kurulların görüş, eleştiri ve önerilerini dikkate alan katılımcı bir yönetim” sergilenememiştir.
Akademik “gelişim programları” ile genç araştırmacıların “doktora sonrası kariyer planlarına” ivme kazandırılamamıştır.
Akademik personel eksikliği nedeni ile “kaliteli eğitim” verilememektedir.
Akademik kadro yetersizliği nedeni ile “gerekli yükseltmeler” yapılamamaktadır.
Bu arada, son olaylar üzerine Cumhurbaşkanımız; “Yüksek Öğretim Kurumlarında çalışan toplam akademisyen sayısını 150.000” olarak telaffuz etmişti. Yüksek Öğretim Kurulu'nun 2014-2015 istatistiklerine göre üniversitelerde toplam da 148 bin 903 akademik personel (84.780'i erkek, 64.123'ü kadın.) bulunuyor. Ancak 2016’da (YÖK Başkanı Prof. Dr. Yekta Saraç, sosyal medya hesabı üzerinden akademik kadro müjdesi verdi. Buna göre 2016 yılında atama yapılacak akademik kadro sayısı 4000'den 5000'e çıkarıldı.) bu rakamın 150 bini geçmesinin beklendiğini de belirtelim.
KAMUSAL AYDIN NE DEMEK?...
“Akademisyenlerin bildirisi üzerine kopan tartışmalar, bana“kamusal aydın” kavramı üzerine düşünmemiz gerektirdiğini hatırlattı. “Public intellectual”ın uyarlaması olarak söylediğim “kamusal aydın”, kendi akademik kariyerinin dışına çıkıp toplumsal sorunlar hakkında söz söyleyen entelektüellere deniyor.
Her profesör olan, toplumsal sorunlar hakkında konuştuğunda kamusal aydın olamıyor. Kamusal aydın olmanın neredeyse kutsal olan entelektüel kuralları var.
İlk önce akademik kariyerinizde eşitleriniz tarafından onaylanmış ve saygıyla kabul edilmiş başarılara ulaşıp bir düzeye geleceksiniz. Sonra bu akademik düzeyinizin size toplumsal sorunlar hakkında fikir belirtme yetkisini otomatikman vermediğini kabul edeceksiniz, yani mütevazı olacaksınız.
Fikirlerinize ihtiyaç duyulduğuna ikna olursanız üzerinde hassasiyetle düşünülmüş görüşlerinizi formüle ederken yaşadığınız dönemdeki kamuoyunun duyarlıklarını, hissiyatını analiz edeceksiniz. Bu adımınızla akademik fildişi yuvanızdan çıkmak üzerine olduğunuzu, bu dünyanın size yeni ve farklı kurallar içerdiğini düşünerek konuşup yazacaksınız.
Kamusal aydın olmanın global kuralları böyledir, ancak buna uyanlar kabul görür ve tarihe geçerler. Eğer kamuoyu oluşturma gibi hedefiniz olacaksa da ilk önce o kamuoyunu ve tarihi dönemi iyice kavrayıp sonra değiştirme işine girişeceksiniz….”
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.