Türkiye’nin bölgesindeki tek rakibi Çin

Türkiye’nin bölgesindeki tek rakibi Çin

Türkiye'nin bölgesindeki tek rakibi Çin

TURGAN MEHMET ZÜLFİKAR

Ekonomist-New York

Çin-Türkiye ekonomik ilişkileri, 7 ve 8 Ekim tarihlerinde Çin ile Türkiye arasında hızlandırlılan ikili ekonomik anlaşmaların da ışığında, ekonomik getirileri ile götürüleri hesaba katılarak okunduğunda görülecektir ki Türkiye'nin yeni konumu nezdinde Çin Türkiye'ye artık çok ciddi bir rakiptir. Bu durum özellikle Türkiye'nin merkez konumunda olduğu coğrafi bölge için geçerlidir. Birinci açmaz şudur, Türkiye para birimini güçlü tutma politikası güderken Çin para birimini sürekli zayıf tutan ve bu tutumundan da vazgeçmeyecek bir güçtür. İkinci açmaz ise her ülke ekonomisinin de dinamosunu üretimden gelen güçlerinin belirliyor oluşudur, ki bu da kur stratejileri ile son derece bağlantılıdır. Üçüncü açmaz, Çin'in çok çetrefilli ekonomik stratejilere sahip olmasıdır ki bu da Türkiye'nin tüm resmi görebilmesine mani olmaktadır.

Dördüncü nokta ise şudur? Çin artık başını ABD'nin çektiği, AB ve Japonya da bulunduğu bir kamp ile süratli bir şekilde kur üzerinden yaşanan ekonomik bir savaşa sürüklenmektedir. Çin'in sürekli artan üretim kapasitesi ile küreselleşmenin entegreleşme hızının ivme kazandığı bir gerçektir. Fakat Çin'in bu entegreleşmenin sorumluluklarını statükolaşmış politik-ekonomik yapısına uyarlamaya yanaşmaması global ekonominin başlıca aktörleri nezdinde gerginliklere de ivme kazandırmaktadır. Bu da özellikle ABD ile ilişkileri kızıştırmaktadır. Savaşın sıcak cephesini Çin'in para birimini manüpüle ediyor oluşu meydana getiriyor. Türkiye'nin hem ekonomik hem de politik aktörlerinin, bu süreci yakınen takip etmeleri gerekir.

Çin bilinçli bir strateji yörüngesinde para birimini sürekli zayıf tutuyor. Bu da Çin'de üretim yapan firmalara dünya piyasalarından çok daha ucuz fiyatlarda emek teminine olanak tanıyor. Buna bir de Pire limanı örneğinde olduğu gibi, Çin devletinin Çinli firmalara lojistik olanaklar sunduüu diplomatik hamleleri de eklenince, avantaj daha da derinleşiyor. Bildiğimiz gibi, Çin Yunanistan'ın Pire limanını yaptığı anlaşmalar ile tabiri caizse topraklarına kattı. Zira bu hamlesi özellikle Türkiye'nin ekonomik hinterlandında artık çok daha rahat hareket özgürlüğü tanıyor olacak Çin'e.

ABD'nin Çin'e tahammülü

Öten yandan buna benzer hamleleri dünyanın birçok stratejik noktasında süratle gerçekleştiriyor. Bununla da kalmıyor. Altyapı zengini az gelişmiş ülkelerde çok aktif bir hammadde stratejisi uyguluyor. Mesela Kongo'nun bakır ve kobalt yataklarında olduğu gibi, yeraltı kaynaklarının işletme haklarını diplomatik vasıtalarla teminat altına alıp yine Çin'deki firmalara bir nevi devlet destekli ucuz hammadde olanağı sunuyor. Ve bu eksendeki global stratejileri, iktidardaki Komünist partinin polütbüro kadroları ile kendilerine güdümlü kapitalist elit sınıf birlikte biçimlendiriyor. Bu mekanizma ne pahasına olursa olsun sürekli üretim kapasitesini artan ivmede tutmayı başarıyor. Fakat son derece önemli olan şu problemi gözardı edemeyiz: Çin devletin desteğini ve her türlü ekonomik ve diplomatik enstrümanlarını sürekli devreye sokarak global ticaret arenasında haksız rekabet yaratmaktadır. Çin'in böylesi devlet-şirket sentezli hamleleri, serbest piyasa prensiplerini alt üst etmektedir.

Türkiye'nin odağında olduğu coğrafi bölgede Türkiye'den başka A'dan Z'ye herşeyi kalite standardında üretebilme kapasitesine ve bu kapasiteyi hayata geçirebilecek müteşebbislik donanımına sahip insan sermayesine vakıf bir başka ülke yoktur. Bu gerçeklik Türkiye'nin ve Türkiye'li firmaların her geçen gün daha da büyüyebileceklerine dair bir göstergedir. Keza bu büyüme potansiyeli Türkiye için son derece önemlidir. Zira, sürekli İstanbul borsasına nakit akışı sağlayan etkenlerden birisi de budur. Bu da demektir ki Türkiye merkezli firmaların üretim kapasitelerini arttırmalarına olanak sunan muazzam bir potansiyelin mevcudiyeti hassasiyetle muhafaza edilmelidir. Bu, ihracatı arttırma hedefli pazar kapma yarışından daha öte boyutları olan bir yeni evredir Türkiye için. Artık ürünü Anadolu'da üretip mesela Batı Afrikaya, Orta Asya'ya, Pakistan'a, Orta Doğuya, Güney Rusya'ya satma çabalarından da öte, o ürünü üreten fabrikayı da oraya kurarak o kalemleri o ülkelere satabilmenin arayışlarıdır söz konusu olan. Zaten ekonomi penceresinden, Dışişleri Bakanı Sayın Davutoğlu liderliğindeki diplomatik açılımlar böylesi bir sürecin öncü hamleleri olarak okunmaktadırlar. İşte bu nokta itibarı ile Çin'in kritik varlığı dikkat çekiyor. Çünkü Türkiye'nin odak teşkil ettiği bu coğrafi kesit nezdinde Türkiye'ye yegane rakip Çin'dir.

Gerginlik politikası

ABD Başkanı Obama Beyaz Saray'a geldiğinden beri Çin'in para birimi politikasını eleştirmekte. Obama artık Çin'in bu konuda tavır değişikliğine gitmemesi halinde ABD'nin çok ciddi misillemeler yapabileceğinin sinyallerini verdi. 27 Eylül'de bu istikamette Amarikan kongresinden Çin'i bu konu nezdinde yaptırımlara zorlayabilecek bir karar geçti. Böylece Obama'ya Çin'den ihraç edilen her ürüne kendi insiyatifi dahilinde vergi koyabilme gücü verilmiş oldu. Öngörüler o yönde ki Obama bu gücünü ilk hamlede yenilenebilinir enerji sektöründeki üretim kalemlerine uygulayacak. Mesela güneş enerjisi panelleri. Çünkü geçen ay ortaya çıkan veriler gösterdi ki Çin devleti çok kurnaz metodlarla, dolaylı şekillerde bu sektörde üretim yapan firmalara inanılmaz teşvikler aktarmakta. Ve bu ürünleri tabi ki ABD'ye de satıyor. ABD'nin bu sektöre gösterdiği hassasiyetin tabi ki bir de özel nedeni var. İşsizlik oranının sürekli yükseldiği bir ortamda bu sektördeki istihdam beklentisi Obama'nın ajandasındaki en önemli adımlardan bir tanesi. Özellikle önümüzdeki yıllara dönük uluslararsı arenada karbonun fiyatlandırılması üzerinde dönen pazarlıkları da arka plana yerleştirdiğimizde, bu sektöre yönelik hassasiyetlerin önemi daha da fazlasıyla anlaşılacaktır. Öyle ki, sürdürülebilinir üretim ve tüketim modelleri üzerine bu periyodda ABD'de hummalı çalışmalar yapılmakta. Çin ile ABD arasında şiddeti artarak devam etmekte olan ekonomi savaşının belki de en önemli cephelerinden birini bu alan teşkil ediyor gibi. Dolayısı ile Çin-ABD arası para birimi - kur savaşının ilk sıcak cephesinin bu sektör üzerinde meydana çıkması doğal bir sonuç. Fakat bu cephe yine de bu ekonomik kapışmanın bütünü içinde sadece bir detaydan ibaret. Son 10 yılın Çin-ABD ekonomik ilişkilerinde yaşanmış süreçler çok iyi okunmalıdır. Nihayetinde ABD örneğinin kapsamlı bir şekilde tetkik edilmesi Türkye'ye ışık tutacaktır. Ve bu tetkikten temin edilebilecek iki önemli faktöre özellikle ihtimam gösterilmelidir. Birincisi, uzun vadede üretimlerini zaten taşeron fabrikalara yaptıran belli başlı dev firmalar dışında ABD'li orta ve küçük ölçekli üretim firmaları müthiş zararla karşılaşmışlardır. Ve hatta artan bir hızda kepenk kapatmışlardır. İkincisi, bunun yansıması olarak, ülke istihdam sorunu ile boğuşur bir durumda kendini bulmuştur. Bu da ülkenin iç siyaset arenasını etkiler bir hale almıştır.

Türkiye ne yapmalı?

1- Türkiye Çin'in bu kur politikasına ve onun izdüşümü olan Türkiye'nin hinterlandaki ülkeleri ucuz mala boğan stratejisine yönelik acil politikalar belirlemeye koyulmalıdır. G-20'nin Kasım ayındaki G. Kore toplantısında tabiatıyla bu mevzu odak teşkil edecektir. Haliyle, Türkiye bu toplantıların bir iştirakçısı olarak gelişmeleri tüm objektifliği ile irdelemeye gayret göstermelidir. Uzun vadeli getiri-götürü hesaplarını çok iyi yapmış olmalıdır.

2- Bu eksende Türkiyeli firmalar süratle üretim kapasitelerini Türkiye hinterlandındaki ülkelere de kaydırmaya teşvik edilirken, bir yandan da mevcut tüm diplomatik enstrümanlar devreye sokulup, Çin karşısında bu yörelerde ülke ülke -adam adama markaj- oyun kurmanın yolları denenmelidir. Bu neden önemlidiri? Çünkü, ABD örneği gözlerimizin önündedir. Çin, ABD'ye ve diğer nice ülkeye yapmış olduğu, gibi Türkiye'ye de aynı çağrıyı yapmaktadır. Gelin Çin'de üretiminizi yapın demektedir. Bunu kabul etmiş diğer örnekler iyi tetkik edildiğinde görülecektir ki, bunun kabulü kademe kademe know-how kaybını getirecektir. Şöyle ki, orada üretim yapmaya davet demek, gelin malınızı Çin'deki bir fabrikaya taşeron ürettirin demektir. Ve bu hamleye girişen firmaya da işin sadece bölgesinde pazarlamacılığı kalacak demektir. Bir adım sonrasında da görülecektir ki aslında o pazarlama işini yüklenmiş olan firma Çin'deki o üretim firmasının pazarlama iş kolundaki bir taşaronluğuna dönüşmüştür. Ve üretime dair bilgi birikimini kademe kademe yitirmiştir. Zira, ABD nezdinde geçekleşmiş olan da budur. Bunun içindir, Türkiye fabrikaları oraya taşımaya başlamadan önce bir defa daha düşünmelidir. Ve mümkün olduğunca bölgesindeki işgücünün ucuz olduğu ülkelere kendi yönetecekleri kapasitelerde fabrikaların açılması için hamlelere girişmelidir. Zaten pazarlar da o ülkelerdedir.

3- Türkiyeli firmaların çevre ülkelere üretim kapasitelerini arttırabilme ölçülerinde yatırım gerçekleştirebilmeleri için, devlet teşvikleri ve banka kredilerinin ötesinde, yeni ve çok daha dinamik finans mekanizmaları devreye sokulmalıdır. Mesela, Türkiye'de orta ve hatta küçük ölçekli firmalara finansman vasıtası olan tahvil piyasaları da hem iç hem de dış yatırımcı için çekim merkezleri haline gelmelidir. Özellikle Türkiye içinde sürekli altın'a akmakta olan içtasarruf fazlasının böyle bir cazip tahvil piyasasına yönlendirilebilmesi çok daha işlevsel sonuçlar yaratabilecektir. Açıkçası özel sektör tahvil piyasası canlandırılmalı, bu canlanma orta ve küçük işletmeleri de besleyecek modele oturtulmalıdır. Bu piyasanın, küçük ve orta kapasitedeki yatırımcılar, yani her kesimden vatandaşlar için, hisse senedi borsası kadar çekici hale getirilmesine yönelik hamleler gerçekleştirilmelidir.

4- Çin ile ekonomi ekseninde girişilen bilateral (ikili) görüşmelerde diğer herhangi bir ülke için kullanılagelen şablonların kesinlikle dışına çıkılınmalıdır. Mesela karşı taraf diyebilir size göndereceğimiz turist sayısını 50 binden 100 bine çıkaracağız. Fakat bilinmelidir ki bu gibi kazanım beklentileri asıl kar-zarar bilançosunda lafı bile olmayacak ölçekte bir meblağdır. Açıkçası, diğer ülkeler ile geçmiş örnekler göstermiştir ki, Çin ile dış dicaret denkleminde Türkiye lehine olabilecek bir beklentiye girilmesi kesinlikle mümkün değildir. Bilateral görüşmelerde bunun bilincinde olmak elzemdir. Ta ki Çin'deki kur politikası ve dolayısı ile emeğin fiyatı rasyonal bir trende yerleştirilene kadar.

Ekonomik rekabetin esası

5- Referandumundan sonra elde edilen sonuç itibarı gerçekleştirilmekte olan reformlara ve açılımlara son hız devam edilmelidir. Mevcut pozitif hava yatırım motivasyonlarını ve olanaklarını beslemeye devam edecektir. Ve unutulmamalıdır ki, Türkiye'nin odağında bulunduğu ve merkez gücü haline geldiği coğrafi kesit ile arasında akışkanlığı tıkayan yegane arıza noktasının bertaraf edilebilmesi Kurd açılımının muavfakiyetle sonuçlandırılabilmesine bakıyor. Açıkçası, iç politika, dış politika, ve ekonomideki hamlelerin böylesine pozitif bir şekilde birbirini besleyebileceği zaman aralıkları bir ülkeye pek az nasip olur. Ne de olsa, Çin'deki politik modelin benzerine özlem duyan akımlar artık Türkiye'de devre dışıdırlar. Türkiye'yi artık farklı kılmakta olan da budur Çin'deki politika modelin karşısında. Diğer bir deyişle, seçkinci bürokrat sınıf ile elit kapitalist sınıfın hegemonyasının hüküm sürdüğü hoşgörüden ve çok kültürlülükten uzak statükocu bir modelin tam karşısında yer alan bir dünya görüşü ve ruh yapısı artık Türkiye'de gündeme hakimdir. Yeterki bu trend devamlılık arzedebilsin. Lakin bu önemli ayrıntı Türkiye ile Çin arasında meydana gelmekte olan ekonomik rekabetin esasta yatan kökenine de ışık tutmaktadır.

Stargazete

HABERE YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.