Koncuk: KPSS'yi Kaldırmak, Gençliğe İhanet Olur
Koncuk: KPSS'yi Kaldırmak, Gençliğimize İhanettir
Türkiye Kamu-Sen ve Türk Eğitim-Sen Genel Başkanı İsmail Koncuk, KPSS ile ilgili önemli açıklamalarda bulundu.
Genel Başkan Koncuk, KPSS skandalını kendilerinin yıllar önce ortaya çıkardığını, o vakitler sus pus olan bazı kesimlerin, henüz daha yeni uyandıklarını kaydetti.
İşte o açıklamalar:
KPSS skandalının ardından bazı gazetelerde asılsız haberler yer aldı.
Şahsınızı ve sendikayı hedef alan bu haberlerin nedeni ne olabilir?
Her kurum, kendi sınavını yapsın şeklinde bir öneri getirdi. Nasıl değerlendiriyorsunuz?
Biz hamdolsun doğruyu yaptık, gençlerimizin alınterini savunduk. Yeni uyananlara duyurulur.
KPSS'yi, sebebi ne olursa olsun kaldırmak, gençlerimizin geleceğine ihanet etmek olacaktır. Buna izin verilemez. Parti devletine hayır.
Genel Başkan İsmail Koncuk'un 21.10.2010 tarihinde Eğitimin Sesi Dergisi'ne vermiş olduğu röportaj:
KPSS’de soruların sızdırıldığını belgeleriyle ortaya koydunuz ve bunu kamuoyuyla paylaştınız. KPSS ile ilgili belge ve bilgileri Savcılığa verdiniz. Konuyla ilgili DDK ve YÖK Denetleme Kurulu harekete geçti. Bu süreç nasıl başladı, şu anda hangi noktadayız?
Birçok KPSS adayı ‘benim netlerim eksik geldi’ iddiasında bulundu. KPSS 2010’da eğitim bilimleri, genel yetenek ve genel kültür testlerinde geçmiş yıllara göre net yapanların sayısının çok yüksek olduğu iddiaları gündeme geldi. Hatta eğitim bilimlerinde 500 kişinin tam net yaptığı iddiası da ortaya konuldu. Bunun üzerine basın açıklaması yaptık. Daha sonra ÖSYM, eğitim bilimlerinde 350 kişinin tam net yaptığını açıkladı.
Türk Eğitim-Sen olarak, konuyla yakından ilgilendik. Çünkü, KPSS puanlarına göre öğretmen ataması yapılmaktadır. Dolayısıyla öğretmenlerimizin haksızlığa uğramış olma ihtimali bizi ilgilendiren bir durumdur. Bu arada eğitim bilimlerinden tam yapan 120 kişinin akrabalık ilişkileri ortaya çıktı. Gerçekten 350 kişi içerisinde akraba olanlar var, aynı dershaneye gidenler var, evli olanlar var. Dolayısıyla bu kopya iddiaları, bu kanıtlarla beraber daha da güçlendi. Bu süreçte ÖSYM, güçlenen kanıtlara karşılık tatmin edici hiçbir girişimde bulunmadı, hatta Sayın Ünal YARIMAĞAN, “mutsuz insanların feryadı” şeklinde bir açıklama yaptı. Tabi bu insanlar mutsuz insanlardır. Şu anda 370 bin öğretmen adayı iş bulamıyor, öğretmen olamıyor. 835 bin üniversite mezunu eğitimlerine uygun iş bulamıyor. Ama ‘bu mutsuz insanlar, niye geçmiş yıllarda feryat etmediler de bugün feryat ediyorlar?’ diye hiçbir yetkili düşünmedi.
Türk Eğitim-Sen olarak, bu iddialar karşısındaki gevşek, umursamaz, sürekli kurumu kollayıcı tutumu nedeniyle Ünal YARIMAĞAN hakkında suç duyurusunda bulunduk. Tüm bunlar yaşanırken, elimize bir e-posta adresi ulaştı. Isparta’nın Yalvaç ilçesinde bulunan bir KPSS adayına ait bir e-posta adresi. Gelen bilgilerde soruların 5 gün önceden bu e-posta adresine gönderildiği iddiaları vardı. Doğru olabilir mi, diye araştırdık. Bize bu bilgi 27 Ağustos tarihinde geldi. Yani bu iddiaların başladığı tarihten 12 gün sonra. Bu e-posta adresine gelen dosyayı açtığımızda içinde KPSS eğitim bilimlerine ait 116 sorunun olduğunu gördük. Biliyorsunuz eğitim bilimlerinde 120 soru vardı. Bizim elimizdeki dosyada 4 soru eksikti. ÖSYM’nin KPSS’de sorduğu sorularla, bu soruları karşılaştırdık. Aralarında bazı kelime farklılıkları ve imla hataları olmakla beraber soruların içerik ve sıralamaları aynıydı. Bu soruları görünce bunların baskıya girmeden, redakte edilmeden önceki ham sorular olabileceğini düşündük. Bu dosyayı açıkladığımızda, bu soruların ham sorular olup, olmadığını bilmiyorduk. ÖSYM yetkilileri açıklarsa, bu bilgi doğrulanabilirdi. Biz, ihbarın doğru olduğuna inandık ve 28 Ağustos tarihinde dosyayı kamuoyu ile paylaştık.
Sürecin başından beri bütün iddiaları reddeden bir ÖSYM var. Bütün bu olaylar olurken, hiçbir yorum yapmayan YÖK var. Kime güvenelim? Bu nedenle basın açıklaması yaptık ve kamuoyunun dikkatini bu olayın üzerine çekmeye çalıştık. Ortaya koyduğumuz iddia, gerek yazılı, gerek görsel basında ciddi şekilde yer aldı. 31 Ağustos tarihinde de herhangi bir davet gelmemesine rağmen, Savcılığa giderek, Savcı Sayın Şadan Sakınan’a elimizde bulunan elektronik posta adresini ve bu e-postanın, kime ait olduğunun bilgilerini verdik. Tabi bu süreçte, e-posta adresinin sahibi bulundu. Bu kişi, KPSS sorularının e-posta hesabına geldiği iddialarını önce reddetti. Bir köyde yaşadığını, internete girme imkânı olmadığını, helal süt emmiş olduğunu söyledi. Bu arada sendikamıza, benim şahsıma yönelik; “Gariban bir insanla uğraşmaya utanmıyor musunuz?” şeklinde eleştiriler de geldi, bizi doğrudan doğruya suçlayanlar da oldu. E-posta sahibi kişinin samanlıkta çalışırken çekilen görüntüleri yayınlandı. Kamuoyu da “Gariban bir çocuk. Bu çocuğun soruların beş gün önce kendisine gelmesi ile ne alakası olabilir” gibi bir düşünce içerisine girdi. Ancak Sayın Savcı, bu kişinin ifadesini aldığında, soruların sınavdan önce kendi e-posta adresine gönderildiğini ve kimin gönderdiğini itiraf etti.
İşte bu olay sonrasında KPSS Eğitim Bilimleri testinin iptali gündeme geldi. İddialar vardı, kanaatler vardı. Ancak iddialarla, kanaatlerle sınavı iptal edemezsiniz. Türk Eğitim-Sen’in sunduğu kanıt doğrulanınca, soruların ÖSYM’den birileri tarafından beş gün önce sızdırıldığı kesinleşmiş oldu. Öte yandan genel kültür, genel yetenek veya üniversite mezunlarının girdiği diğer sınavlar yönünden de kopya iddiaları var. Kamu vicdanı hala rahatlamış değil. KPSS adaylarının büyük bir bölümü, genel kültür ve genel yetenek testlerinin de iptal edilmesini istiyor, ancak bu konuda Savcılığın elinde, bizim ortaya koyduğumuz gibi delil var mı bunu bilmiyoruz. Biz, soruların sızdırılmasının sadece eğitim bilimleriyle sınırlı olmadığı kanaatindeyiz, ancak elimizde delil olmadığı için bunu söyleyemiyoruz.
Bu noktada ÖSYM, genel kültür ve genel yetenek testlerini optik okuyucularla yeni bir ekiple tekrar değerlendirmelidir. Burada teknik hata da, insanî bir hata da mümkün olabilir.
Ben buna Cumhuriyet tarihinin en büyük hırsızlık organizasyonu diyorum. İlk defa bu kadar büyük ölçekte beş bin, on bin kişinin katıldığı bir kopya olayı ile karşı karşıyayız. Peki, kim ya da kimler yaptı? Hangi gruplar yaptı? Bunun adını koymamız şu anda etik olmaz. Çünkü elimizde bunu kimlerin yaptığına ilişkin delil yok. Öncelikle kopya çekenlerin tamamını veya büyük bir kısmını tespit edebilmeliyiz ki, hangi grubun yaptığını bulabilelim. Ancak biz de böylesi büyük bir organizasyonu birkaç kişinin beceremeyeceği, bir grubun yaptığı kanaati var. Böyle bir hırsızlık organizasyonu yapanların, kendi yandaşlarına öğretmen atamalarında ve devlet memurluğu atamalarında avantaj sağlayabilmek ve yandaşlarını kadrolara yerleştirebilmek amacıyla yaptığını düşünüyoruz. Ortada çok büyük bir tezgâh var. Bu tezgâhta ortaya çıkan tek kişi, bizim verdiğimiz e-posta sahibi. Bu kişiye soruları gönderenin de kim olduğunu biliyoruz. B.S. ve B.K. dışında şu ana kadar binlerce kişinin katıldığı bu kopya olayında hiç kimsenin adı bilinmiyor. Ben bunu manidar bulduğumu ifade etmek istiyorum. Bizim bahsettiğimiz kopya olayı 50–100 kişinin katıldığı bir kopya olayı değil. Bu olaya 5 bin, 10 bin kişinin katıldığını düşünüyoruz. Bununla ilgili ortaya atılan iki isim var, ikisi de Türk Eğitim Sen’in tespit ettiği isimler.
Umuyorum, KPSS skandalına karışan herkes ortaya çıkarılır. Bizim tek isteğimiz gerçek suçluların, hırsızların belirlenmesi ve hak ettikleri cezayı almasıdır.
Tüm bunlar olurken, KPSS, ALES, ÜDS, YGS gibi sınavlarla ilgili de kopya olayları birer birer ortaya çıktı. Ancak, bu sınavlarda yapılan kopya, esasen Türkiye’de yıllardır teknoloji kullanılarak yapılan kopya olaylarıdır ve 4 kişi tutuklanmıştır. Bundan sonraki süreçte de, muhtemeldir ki, bu tür kopya girişimleri mutlaka olacaktır.
Ancak bizim iddia ettiğimiz ve ortaya çıkardığımız kopya olayı bu olaylardan çok farklıdır. Kamuoyunun bunu çok iyi bilmesi lazım. Sorular bizzat ÖSYM merkezinden birileri tarafından sınavdan 5 gün önce sızdırılıyor ve kişilerin e-posta adreslerine gönderiliyor. Sayın Savcımız bunu araştırıyor. Diğer e-posta adresleri de teknik takiple bulunabilir. Ancak şu ana kadar bir açıklama yapılmadı. Biz, bu büyük kopya organizasyonunun arkasından kimlerin çıkacağından, hiçbir korku duymuyoruz. İsterse bizim en yakın dostumuz, en yakın akrabamız çıksın. Bu ülkede çocuklarımızın geleceğini çalmaya, alın teri dökmeden, hak etmediği yerlere gelmeye kimsenin hakkı yok.
Bu kopya organizasyonunun ana aktörleri de mutlaka bulunmalıdır ki bundan sonra yapılacak sınavlara güven duyalım. Eğer bu kadar büyük hırsızlık organizasyonu yapılıyor da bu hırsızlık tespit edilemiyorsa, burada hepimizin çok ciddi bir şekilde düşünme mecburiyeti vardır. Bu nedenle tekrar ifade ediyorum. Bu hırsızlığın arkasından kim çıkarsa çıksın, bu soruşturma kime kadar dayanırsa dayansın hırsızlar bulunmalıdır. Türk Eğitim Sen olarak bu işin peşini bırakmayacağız.
KPSS skandalının ardından bazı gazetelerde asılsız haberler yer aldı. Şahsınızı ve sendikayı hedef alan bu haberlerin nedeni ne olabilir?
Bütün çocuklarımızın hak ettiği yere gelebilmesinin önünü açacak tedbirleri almak bu devletin görevidir. Benim adamım, benim yandaşım, benim siyasetim anlayışıyla bu işler olmaz. Bizim, bütün derdimiz budur. Bunu eğip bükmeye, çarpıtmaya çalışanlar elbette olacaktır. Bu olayları deştikçe, birtakım kişi ve grupların rahatsız olduğunu gördüm. Bu kişi ve gruplar, şahsıma ve sendikama yönelik olarak hiç de doğru olmayan manipülasyonlar yapmaya ve toplumun kafasını karıştırmaya çalışmaktadır. Ben bunları da anlamlandırmaya çalışıyorum. Çünkü ‘benim hırsızım iyidir’ anlayışı ile meseleye yaklaşamayız. Hırsızın cinsi, cibilliyeti, ahlâkı, partisi, ideolojisi olmaz. Başkalarının hakkını gasp edenlerin ideolojisi olabilir mi, siyaseti olabilir mi? Olmaz. Bu, benim sendikamın üyesi de olsa, olmaz. Ve asla kimse bundan dolayı sendikamızı suçlayamaz. Türk Eğitim Sen, bu olaydan yüzünün akıyla çıktı, bu kopya olayında ciddi adımlar atılmasını sağladı, ÖSYM’nin ve sınav sisteminin tüm boşluklarının, tüm eksikliklerinin kamuoyu nezdinde günlerce tartışılmasını sağladı ve çocuklarımızın geleceği adına gerçekten büyük bir iş başardı. Dolayısıyla, Türk Eğitim-Sen’i takdir etmeyen insanların ahlâkî ve insanî değerler bakımından kendilerini sorguya çekmeleri gerekmektedir.
Almanya’da Hitler devrinde, hayvanat bahçesinden bir aslan kaçıyor. Tabi bütün insanlar korkudan canlarını kurtarmak için aslanın önünden sağa sola kaçışıyorlar. Bu arada kara kuru zayıf bir adam çekiyor bıçağını, aslana saldırıyor. Aslanı öldürüyor. Bütün insanlar, adamın etrafını sarmışlar. Yiğit adam, kahraman adam diye. Bu arada basın mensupları geliyor. Soruyorlar: “Sen kimsin? Bu ne cesaret? Bu ne kahramanlık?” Adam diyor ki: “Ben, bir Yahudi’yim.” Öbür gün gazetelerde şöyle bir manşet: “Zalim bir Yahudi, zavallı bir aslanı öldürdü.”
Bizler; doğruya doğru demek erdemini göstermek zorundayız. Ancak enteresandır, seni sevmeyenler seni suçlamaya başlar. Çok doğru olarak ortaya koyduğun bir olay sebebiyle bile seni suçlamaya başlarlar. Bunu da anlamak zor. Böyle bir anlayışla tabi Türkiye’yi daha güzel yarınlara ulaştırmak mümkün olmaz. Bu bir hastalıklı ve marazlı bir anlayıştır. Bu anlayışı kafamızdan atmak zorundayız. Bunu atamadığımız sürece, gerçekten geleceğe umutla bakabilmemiz mümkün değil.
MEB, KPSS skandalı nedeniyle öğretmen atamalarını erteledi. Siz de KPSS mağdurları için Başbakan’a mektup yazdınız ve 70 bin boş öğretmen kadrosunun kullanılmasını istediniz. Konuyla ilgili şu ana kadar herhangi bir cevap geldi mi?
Tabi geldiğimiz noktada KPSS hâlâ tartışılıyor, eğitim bilimleri testi iptal edildi. Bundan memnun olan çocuklarımız var, memnun olmayan çocuklarımız var. Yıllardır alın teri dökmüş, emek harcamış ve bu sene yüksek puan almış, ancak hırsızlık nedeniyle mağdur olmuş gençlerimiz var. Bu endişeyi yaşayanları çok iyi anlıyorum. Elbette hırsızlık kimsenin tasvip edeceği, destekleyeceği bir olay değil. Ancak bu hırsızlık nedeniyle, bu çocukların da yıllardır umutla beklediği öğretmen olarak atanma hayali suya düşüyor. Dolayısıyla eğitim bilimleri testinin iptali, bu gençlerimizin haklı olarak feryat etmesine neden oluyor. Hatta hırsızlığı ortaya çıkaran bizlere yönelik tepkiler de zaman zaman olabiliyor. Gerçi ben, bu tepkiyi gösterenlerin büyük çoğunluğunun alın teriyle yüksek puan almış insanlar olduğunu düşünmüyorum. Bizim bu gayretlerimiz karşısında tepki gösterenlerin birçoğu bu hırsızlık olayına doğrudan doğruya karışmış insanlardır. Elbette bu kişiler bize iftira atmaya, bizi karalamaya çalışacaklar. Ancak benim en çok üzüldüğüm, gerçekten hakkı ile puan almış çocuklarımızın atanamamasıdır. Bu nedenle, Türk Eğitim-Sen olarak, Sayın Başbakan’a mektup yazdık. Bu çocuklarımızın, ızdırabının sona erdirilmesi mümkündür.30 bin öğretmen kadrosu, 70 bin’e çıkarılırsa -ki şu anda Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin onayladığı 70 bin boş öğretmen kadrosu var- atama bekleyen öğretmen adayları büyük ölçüde rahatlayacaktır.
Hükümetin de bu anlamda sorumluluğu var. Çünkü bütün bu olaylar AKP iktidarında oluyor. Bu nedenle iktidar, “bana ne?” deme hakkına sahip değil. İktidar gerçekten kendini sorumlu hissediyorsa, “benim iktidarımda olan olaylardan ben sorumluyum” diyebilme yürekliliğini ortaya koymalıdır. Dolayısıyla hükümet, elindeki 70 bin boş öğretmen kadrosunu, bu çocukların acısını hafifletmek adına kullanmalıdır. Ancak şu ana kadar ne Sayın Başbakandan, ne de Milli Eğitim Bakanı Nimet Çubukçudan bu talebimize herhangi bir cevap gelmedi. Bu çok üzücüdür. Bu ülkeyi yönetenler, bir sendika başkanı kadar bu çocukların yaşadığı ızdırabı hissetmiyor mu, diye insan üzülüyor. Atanmayı bekleyen 370 bin öğretmen adayı var. Şu anda Millî Eğitim Bakanlığı İç Denetçilerinin raporuna göre, Türkiye’de de 133 bin 317 öğretmen ihtiyacı var. Bu koşullarda 70 bin öğretmen atamasını yapsanız bile ihtiyacınızın ancak yarısını karşılayabileceksiniz. Dolayısıyla hükümetin elindeki imkânları kullanması gerekmektedir. Biz ısrarcıyız. 70 bin kadroyu hükümet mutlaka kullanmalıdır.
Konuyla ilgili öğretmen adaylarının size yönelik eleştirileri oldu. Bunlar hakkında neler söyleyeceksiniz?
Bu konuda hem sendikama yönelik, hem şahsıma yönelik saldırıların olması doğaldır. Herkes kendi inandığı şeyleri korumaya çalışıyor, ama inandıklarının hak olmadığını biliyorlar. Biz hakkı korumak adına bu mücadeleyi verdik. Türk Eğitim-Sen, bir sivil toplum örgütünün esasen boyutlarını aşacak bir mücadele verdi. Türkiye’de ilk defa bir sendika çıkıyor, böyle bir haksızlığı en net şekilde gündeme getiriyor ve söyledikleri her şeyde haklı çıkıyor. Bu, çok önemlidir. Bunu, bütün insanların değerlendirmesini istiyorum. Bu, takdir edilmesi gereken bir gayrettir. Eğer biz namuslu, dürüst insanların gayretini takdir etmezsek; namuslu, dürüst insanların mücadelesine destek vermezsek, köstek olmaya çalışırsak, bu ülkenin geleceği ile ilgili ciddi kaygılar içerisinde olmamız gerekir.
Ben, KPSS skandalı konusunda yaşadıklarımdan dolayı asla bir pişmanlık içerisinde olmadım. Vicdanım çok rahat. Ancak bu sınavlar nedeniyle bir nesli kaybettiğimizi gördüm. Hırsızlığı bile meşru gören, başkalarının hakkını gasp etmekten endişe duymayan bir gençlikle mi karşı karşıyayız korkusu yaşıyorum. Dolayısıyla, olayın bu yönünü de ülke olarak tartışmamız lazım. Biz, bir nesli kaybediyoruz. Çocuklarımızı mutsuz eden, umutsuz bırakan, kendi ahlâkî değerleri ile gelecekleri arasında bir tercihe zorlayan bu sistemi mutlaka sorgulamamız gerekir. Bu gençlerimiz, eğer hırsızlık yapmayı kendilerine hak olarak görmüşlerse, -bunlar ya devlet memuru olacak ya da öğretmen olacak - bu düşüncedeki insanlarla Türk Millî Eğitimi bir yere gidemez.
Ha soruları çalmışsın, ha cebimdeki paramı çalmışsın. Hak edenin, alın teri dökenin geleceğini çalıyorsun. Dolayısıyla bunları meşru görmüyoruz, ancak Türkiye’de ki köhnemiş sınav sistemlerinin mutlaka masaya yatırılması gerekmektedir.
KPSS’ye 835 bin üniversite mezunu girdi. 26 Eylül tarihinde yapılacak sınav da ertelendi. Sokağa terk ettiğimiz gençlerimizi sokaktan çekip çıkarmalıyız, onların en dinamik çağlarını ülke geleceği adına değerlendirmeliyiz. Gençlerimizi bütçe dengelerine kurban etmemeliyiz.
Anayasa’da “sosyal devlet” yazıyor. Bu mu sosyal devlet? 835 bin üniversite mezununu, 600 bin yüksek okul mezununu sokağa terk eden bir sosyal devlet olabilir mi? Bu ülkeyi yönetenler, sivil toplum örgütleri, herkes tüm bu yaşananları mutlaka tartışmalıdır ve çözüm yollarını ortaya koymalıdır. Gençlerimize istihdam yaratmak adına gerekirse fedakârlık yapacağız. Gençlerimizin ekmek bulmasını sağlayacağız, umutsuz olmalarının önüne geçeceğiz. Eğer Türkiye, bu kafayla devam ederse, 10 yıl sonra 500 bin öğretmen atama bekliyor olacak, 2 milyonun üzerinde üniversite mezunu işsiz olacak. Peki bu tabloyla nasıl bir Türkiye olacak? Dinamit gibi sokaklarda gezen bir gençlikle karşı karşıya kalacağız. Böyle bir ülkede huzur kalır mı? Türkiye’nin geleceğinden, mutlu geleceğinden bahsedebilir miyiz? İşte bütün bunları çözmeye çalışmalıyız. Bu iradeyi, siyasi iktidarların mutlaka göstermesi gerekir.
Millî Eğitim Bakanlığının, ayrı bir sınav yapması gündemde. Başbakan Yardımcısı Bülent ARINÇ da, her kurum, kendi sınavını yapsın şeklinde bir öneri getirdi. Siz, bu teklifleri nasıl değerlendiriyorsunuz?
ÖSYM bu son olaylar nedeniyle yıpranmış bir kurum olabilir, ama ÖSYM’nin sınav yapma konusunda ciddi bir tecrübesi vardır. ÖSYM’nin eksiklikleri, kusurları büyük oranda tespit edildi. Bu tespitlerden sonra eksiklikler giderilmeli ve bu sınavları mutlaka ÖSYM’nin yapması sağlanmalıdır.
Kurumların yapacağı sınavların daha şaibeli olacağı aşikârdır. Yaptığınız sınavların sayısı arttıkça şaibede artacaktır. Sayın Bülent ARINÇ, “her kurum ayrı yapmalı” diyor. Bu şekilde, sınavlarda yaşanacak suistimal ihtimalini de arttırırsınız. Yani bir merkezî sınavla olayı raptuzapt altına alabilmek daha mümkünken; siz, 10- 15 ayrı sınavla, suistimal ihtimalini daha da arttırmış olursunuz. Sınavın şekli değiştirilebilir. Öğretmenlere, alan bilgisi ağırlıklı bir sınav yapabilirsiniz. Diğer branşlara, diğer üniversite mezunlarına, yine alan bilgisine yönelik sınav yapabilirsiniz. Bunları ÖSYM’de yapabilir. Özerk olmayan bir kuruluş asla bunu yapmamalıdır. Sayın Bülent ARINÇ’ın, bu açıklaması iyi niyetli bir açıklama mıdır? O konuda yorum yapmak istemiyorum. Siyasallaştırılmış kurumlar, bu sınavlara kesinlikle bulaştırılmamalıdır. Bu ülkede artık bir başka sınav skandalı yaşamak istemiyoruz. Bu ülke insanı, gençlerimiz buna tahammül edecek noktada değil. Kurumların yapacağı sınavlara Türkiye’de güven duyacak bir Allah kulunun olmayacağını hem Sayın Bülent ARINÇ’ın hem de yetkililerin bilmesi lazım. Bu nedenle sınavları ÖSYM’nin yapması gerektiğine inanıyorum. ÖSYM’de kadro değişikliği yapılırken de, siyasî bir anlayışla kadrolaşma asla düşünülmemelidir. ÖSYM’ye ehliyet, liyakat sahibi insanlar getirilmelidir.
ÖSYM Başkanı Ünal YARIMAĞAN istifa etti ve 9 kişi görevden alındı. Bunu nasıl yorumlayacaksınız?
Sayın Ünal YARIMAĞAN’ın bu sonucu kendi eliyle hazırladığını ifade etmek istiyorum. Ünal YARIMAĞAN, bütün ikazlarımıza kulak tıkadı. Sayın YARIMAĞAN’ın kendi kurumunda yaşanan suistimallerden haberi olmadığını öğrendik. Dolayısıyla Ünal YARIMAĞAN’ın ÖSYM Başkanı olarak devam etmesi mümkün değildi. İstifası hem ÖSYM, hem çocuklarımız, hem de kendisi açısından faydalı olmuştur. Sayın Ünal YARIMAĞAN’ın başına gelenler, tüm kurum amirlerine bir ders niteliği taşımaktadır. Bundan sonra hiçbir kurum amiri iddialara Ünal YARIMAĞAN gibi yaklaşmamalıdır, iddiaları ciddiye almalıdır. Kimse kurumunu koruma kollama telaşına düşmemelidir. Bu olay hepimize bir ders olmuştur. Ünal YARIMAĞAN’a da bundan sonraki hayatında başarılar diliyorum. Sayın YARIMAĞAN’a emeklerinden dolayı teşekkür ediyorum.
Konuyla ilgili YÖK’ün tutumunu nasıl değerlendiriyorsunuz?
ÖSYM, YÖK’e bağlı bir birim. YÖK’e bağlı bir birimde bir takım şaibeler varsa, YÖK ‘bu şaibelerden ben nasibimi alamam, benim alakam yok’ deme hakkına sahip değil. Yaşanan süreçte YÖK Başkanı da esasında sorumlu bir insan gibi davranmalıydı. Ama maalesef YÖK Başkanı, bu tavrı gösterebilecek ferasete sahip bir insan değil. Neden bunu söylüyorum? Hatırlarsanız, biz KPSS skandalını gündeme getirdiğimizde, bu e-posta adresini ortaya koyduğumuzda, YÖK Başkanı Yusuf Ziya ÖZCAN, bizi yalan söylemekle suçladı. Ancak geldiğimiz noktada, doğru söylediğimiz ortaya çıktı. Sayın ÖZCAN, özür bile dilemedi. ÖZCAN’ın özür dilemesi bizi büyütmez, kendisini büyütürdü. Bunu göremedi. Bu olay ÖZCAN’ın yapısıyla ilgili fikir veriyor. Nasıl bir fikir veriyor, biliyor musunuz? Şimdi YÖK Başkanlığına gelmiş bir bilim adamısınız. Bir sendika diyor ki; ‘bu soruların 5 gün önceden servis edildiğine dair benim elimde bir bilgi var. Bir elektronik posta var.’ Siz, bunu araştırma gereği bile duymuyorsunuz. Bu bilgiyi ortaya koyan insanlarla görüşmeye yanaşmıyorsunuz. Hem bu araştırmaları yapmıyorsunuz, hem de yalan söylemekle suçluyorsunuz. Doğru söylediğimiz ortaya çıkmasına rağmen de, hiçbir açıklama yapmıyorsunuz. Yusuf Ziya ÖZCAN’ın o makamı hak etmediğini düşünüyorum. Esasen YÖK’ün kurumsal olarak, her yönüyle masaya yatırılma zamanı gelmiştir. YÖK, fonksiyonu, yetkileri yönünden değerlendirilmelidir. YÖK mevcut yapısıyla yükseköğretimin önünü tıkamakta ve bilimsel çalışma yapılabilmesinin önündeki en büyük engellerden birisi olarak görülmektedir. YÖK’ü köhne anlayışlar yönüyle rafa kaldırmanın tam zamanıdır.
EĞİTİMİN SESİ DERGİSİ
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.