Diplomalı işsizlik ve insan kaynakları planlaması

Diplomalı işsizlik ve insan kaynakları planlaması

Türkiye’de, gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelere kıyasla çok daha fazla öğrenci üniversiteye gidiyor

Sosyal Demokrasi Vakfı (SODEV) tarafından 19 Mayıs 2021’de yayınlanan araştırmaya göre, gençlerin %62’si yurtdışına gitmek için bir yol arıyor. Onların %40’ı da üniversite eğitiminin iş bulmak için yeterli donanım sağlamadığını düşünüyor. TÜİK’e de göre gençlerin %24,7’si işsiz. Üniversite mezunu işsizlerin oranının daha da yüksek olduğu hesaplanıyor. Bu tablo çok üzücü ve düşündürücü.

Bu yazıda, ülkemizdeki genç işsizliğine, meslek intiharına ve beyin göçüne neden olan insan kaynakları planlama sorununa değineceğim. Gelecek haftalarda, bu konudaki önerileri ve özellikle de gençlere 21. yüzyıl becerileri kazandıracak proje temelli eğitim yaklaşımından bahsetmeyi planlıyorum.

Zihinsel sermaye ve meslek intiharı

Meslek hayatım boyunca, yüzlerce iş ilanı için binlerce adayın başvurusunu inceledim. Her bir başvuruyu ülkemizin bir zihinsel sermayesi olarak değerlendirmeye çalıştım. Bu süreçte, sosyal bilimler, fen bilimleri ve mühendislik diploması almış olmalarına rağmen iş bulamayan binlerce gencin olduğunu üzülerek gördüm. Aradığımız teknisyenleri bulmakta zorlanırken, iş ilanının konusu ne olursa olsun çok miktarda üniversite mezunu başvuruları ile karşılaştım. 1990’ların başında bir fabrikada müdürlük yaparken, Bulgaristan’dan göçmen olarak gelen, meslek okullarında yetişmiş ustalar ile vasıflı eleman eksiklerimizi tamamlamıştım.

Günümüzde artık, asgari ücret ile çalışmaya razı olan üniversite mezunları, diplomalı işsiz olarak tanımlanan ciddi bir kitleyi oluşturuyor. Eğitim aldığı alanda iş bulamadığı için yüksek öğrenime devam edenler bile var. Özetle çok ciddi bir insan kaynakları sorunuyla karşı karşıyayız.

D.W.Cole "Meslek İntiharı” isimli kitabında eğitimli insanların iş dünyasında mesleki başarısızlıklarından bahseder. Ben bu kavramın, çalışma yaşamındaki önemli meseleyi tanımladığını düşünüyorum. Büyük emek vererek elde edilen mesleki birikimlerini, başka bir tabirle zihinsel sermayelerini kullanamayan insanların hayal kırıklıklarına ben de sıklıkla şahit oldum. Ülkemizde meslek intiharı olarak tanımlanacak vakalara şimdi diplomalı işsizleri de ilave etmeliyiz.

Benim İTÜ’deki en iyi öğrencilerimden bazıları, yüksek lisans derecesi aldıktan sonra biyoteknoloji alanında kariyer beklentilerine uygun iş bulamadılar. Sonunda farklı alanlarda sıfırdan başlayarak çalışmak zorunda kaldılar. Bu gençler, üniversiteye hazırlık ve üniversite eğitimi için harcadıkları emek, zaman ve masrafın karşılığını alamadılar. Kredi alarak okuyanlar ise, mezuniyetten sonra iş bulamayınca borçlarını ödemekte zorlandılar.

Günümüzün sorunu haline gelen diplomalı işsizlik konusunun nedenlerini tartışmakta yarar olduğunu düşünüyorum. Bence en temel neden, gençlerin yeteneklerini belirlemek için bilimsel yöntemleri kullanmamak ve onları kendilerine uygun mesleklere yönlendirememek. Özellikle de akademik potansiyeli olmayan öğrencilerin kendilerine uygun meslekleri tanımalarını ve seçmelerini sağlamamak. Toplumda ara kademe olarak tanımlanan tekniker ve teknisyen gibi ünvanların küçümsenmesi de gençlerin onlardan uzaklaşmasına neden oluyor. Aileler de meslek seçiminde gençleri yanlış yönlendirebiliyor.

Günümüzde öne çıkan önemli bir neden de, belirli mesleklere eleman hazırlayan fakülte ve akademik bölümlerin kontenjanlarının iş dünyasının ihtiyacından çok fazla olması. Bu konuda insan kaynakları planlamasından yararlanılmaması akademik kaynakların seyrelmesine ve eğitim kalitesinin düşmesine de sebep oluyor. Üniversitelerimizin dünya sıralamasında ilerlemesini engelliyor.

Bu tabloya tuz biber eken beyin göçü sorunumuzu da hatırlayalım. İyi yetişmiş uzmanların bir kısmı da iş bulamadığı için yurtdışında çalışmayı tercih ediyor. Ne yazık ki ülkemiz, yetişmiş uzmanları kaybetme konusunda dünyada en ön sıralarda yer alıyor.

İnsan kaynakları planlaması

Bir ülke için insan kaynakları planlaması, iş dünyasının yakın gelecekte ihtiyaç duyacağı vasıfsız işçi, teknisyen ve üniversite mezunu öngörüsüne göre mesleki ve akademik eğitimin tasarlanmasıdır. Yani planlama çalışmasını orta öğrenimi içine alacak şekilde yapılması gerekiyor.

Orta öğrenimdeki kalite meselesi, Türkiye’nin PISA sınavlarında alt sıralardaki konumu ile teyit ediliyor. Bu sınav OECD ülkelerinde 15 yaşındaki öğrencilere her üç yılda bir yapılıyor. Öncelikle matematik, fen bilimleri ve okuma becerilerini ölçüyor. Daha doğrusu öğrencilerin derslerde öğrendiklerini hayatta uygulayabilme seviyeleri ölçülmeye çalışılıyor. Bizim bu konuda başarılı olmadığımız net bir şekilde görülüyor. Aslında 15 yaşında insan kaynakları planlamanın devreye girmesi ve gençleri başarılı olacakları ve ihtiyaç öngörülen alanlara yönlendirilmesi gerekiyor.

Gençlerin anlamsız bir üniversite sınavına hazırlanmak için yıllar boyunca test çözmesi onları en güzel çağlarında mutsuzluğa mahkûm ediyor. Temel bilim ve teknoloji kavramlarını öğrenmek yerine, iş dünyasında ve yaşamlarında hiçbir karşılığı olmayan test sorularına odaklanıyorlar. Sosyokültürel becerilerini geliştirebilecekleri etkinlikler, hobiler, sanat ve spor ile değerlendirecekleri zamanlarını, gereksiz bilgileri ezberlemek için kullanıyorlar.

Tıp, hukuk ve mühendislik gibi akademik eğitim gerektiren meslekler kadar zanaatların ve sanatların da ulusal ekonomi için önemi büyük. Bu nedenle, zanaatkarlık ve sanatkarlık için ulusal ölçekte ihtiyaç öngörüsü yapılması gerekiyor. Bu kapsamda, elektrik ve makine teknisyeninden tutun da bahçıvan, terzi ve berbere kadar bütün meslek mensuplarına çıraklık uygulamalı eğitimler verilmelidir. Bu şekilde zanaatkarlık ve sanatkarlık bir altın bilezik olarak toplumda hak ettiği yeri alabilir.

Türkiye’de zanaatkarlık eğitimi yerine üniversiteye ağırlık veriliyor. Meslek liselerine giden öğrenciler bile o mesleği icra etmek yerine daha sonra bir üniversiteye gitmeye çalışıyor. Gençlerin birçoğu tekrar tekrar üniversite sınavına hazırlanıyor ya da istemedikleri bölümlere kaydoluyor. Bir kısmı da başka bir bölüme geçmek için tekrar sınava giriyor.

İş dünyası için vasıflı ustalar yetiştirme konusunda Türkiye’de ciddi altyapı eksikliği var. Meslek liselerinin çağdaş gereksinimlere uygun şekle sokulması ve sayılarının ihtiyaçlara yönelik olarak artırılması gerekiyor. Mesleki teknik eğitimin kalitesini ölçmek için yapılan küresel bir etkinlik olan Worldskills olimpiyatlarına çok az sayıda yarışmacı ile katılıyoruz ve hiçbir ödül alamıyoruz. PISA sınavındaki başarısızlığın bir benzeri mesleki eğitimde de görülüyor.

Özetle, Türkiye ne üniversite mezunlarına yeterli iş bulabiliyor, ne de iş dünyasının teknik eleman talebini karşılayabiliyor. Toplumda zanaatkarlık ve sanatkarlık yeterince takdir görmüyor. Peki, diğer ülkeler bu konuya nasıl yaklaşıyor?

Meslek lisesi mi üniversite mi?

Gelişmiş veya gelişmekte olan ülkeleri incelediğimiz zaman, onlarda bizdeki kadar üniversite öğrencisi olmadığını görüyoruz. Pek çok ülkede ara kademelerdeki insan kaynakları ihtiyacını karşılamak için orta öğrenim çağında mesleki eğitimlere ağırlık veriliyor. Almanya ve İsviçre gibi ülkelerde meslek liselerindeki eğitim ve çıraklık sistemi sanayinin katma değerli ürünler üretmesini sağlıyor.

Nüfusları 83 milyon olan Türkiye ile Almanya kıyaslandığı zaman, yukarıda bahsedilen sorunlar daha iyi anlaşılabilir.

YÖK’e göre sekiz milyona yakın üniversite öğrencimiz var. Oysa Almanya’da bu sayı üç milyon civarında. Başka bir deyişe, bizde her yüz kişiden dokuzu üniversite öğrencisi. Almanya’da ve ilginç bir şekilde İsviçre’de ise bu yüzde dört civarında. Yani bizde üniversiteye giden öğrenci yüzdesi onların iki katından bile fazla. Dünyanın en gelişmiş iş dünyasına sahip olan bu ülkeler daha fazla üniversite mezunu yerine meslek liselerine ve çıraklık sistemine ağırlık vererek kalifiye işçi ve usta yetiştirmeye gayret ediyor.

Dr. Semih Eker’in hesabına göre, Türkiye’de bir öğrencinin yıllık maliyeti dokuz bin dolara yaklaşıyor. Bu hesaba göre, bir öğrencinin mezun olduğunda eğitimine uygun iş bulamaması önemli bir kayba neden oluyor. Milyonlarca üniversite öğrencisi için harcanan kaynaklar katma değer yaratmadığı zaman, ekonomik kaybın milyarlarca dolar olacağını kolayca tahmin edebiliriz.

Almanya ve İsviçre’de olduğu gibi, akademik eğitim ile iş bulamayacak gençlere, lise çağında teknik eğitim verilse, üniversiteye gitmek yerine iş dünyasında dört yıl fazladan çalışarak katma değer yaratmaları mümkün olabilir. Bireysel olarak kazanacakları deneyim ve geliri de göz önüne alırsak, iş yaşamına değer katmayan bir üniversite diplomasının en az dört yıllık da fırsat maliyeti olduğunu görebiliriz.

Son söz: İnsan kaynakları planlaması diplomalı işsizliği engeller

Türkiye’de, gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelere kıyasla çok daha fazla öğrenci üniversiteye gidiyor. Bu durum iki sorun yaratıyor, üniversitelerdeki kontenjanlar iş dünyasının ihtiyacından çok olduğu için diplomalı işsizler ortaya çıkıyor. Onların zihinsel sermayeleri değerlendirilemiyor.

Öte yandan, iş dünyasında ihtiyaç duyulan teknik yetkinliklere sahip vasıflı teknik elemanlar da yetiştirilemiyor. Bu kısır döngüyü sonlandırabilmek için ulusal ölçekte insan kaynakları planlamasına göre eğitim sistemi oluşturulması gerekiyor.

Özet olarak, gençlerin geleceği için insan kaynakları planlaması yaparak, meslek liselerinin, meslek yüksek okullarının ve üniversitelerin yeniden tasarlanmasını öneriyorum. Gelecek yazılarda, bu amaçla geliştirilen çağdaş mesleki ve akademik eğitim modellerinden bahsetmeyi planlıyorum.

Bu vesile ile Kurban Bayramınızı kutlar sağlık ve mutluluklar dilerim.

(Talat Çiftçi - t24.com.tr)

HABERE YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.