Almanya Türkleriyle sandık başına gidiyor

Almanya Türkleriyle sandık başına gidiyor

Avrupa Birliği'nin (AB) lokomotif ülkesi Almanya, yarın federal parlamento seçimleri için sandığa gidiyor. 16 eyaletteki yaklaşık 62 milyon seçmen, 17'nci hükümeti belirleyecek.

Kamuoyu yoklamaları, Başbakan Angela Merkel'in Hıristiyan Birlik Partileri (CDU/CSU) ile koalisyon ortağı Sosyal Demokrat Parti'nin (SPD) güç kaybetse de önde gittiği seçimden farklı koalisyon senaryolarının çıkabileceğini gösteriyor. Kararsızların oranının yüzde 25'lerde seyretmesi ise belirsizliği artıran bir durum. 750 bin Türk seçmenin kilit konumda olduğu seçimden sonra oluşacak koalisyon, Türkiye'nin Avrupa Birliği üyeliği süreci açısından da önem taşıyor. Türk oylarının önemi nedeniyle Merkel ve ortaklarının önceki seçimlerin aksine bu yıl Türkiye'nin AB üyeliği sürecini kampanya malzemesi yapmaması dikkat çekti.

Almanya 4 yıldır Hıristiyan Birlik Partileri (CDU/CSU) ve Sosyal Demokrat Parti'den (SPD) oluşan büyük koalisyon hükümetinin muhafazakar başbakanı Angela Merkel tarafından yönetiliyor. Muhafazakarlar seçim öncesi resmi söylemlerinde gelecek hükümet döneminde anamuhalefetteki Hür Demokrat Parti FDP (Liberaller) ile orta-sağ bir koalisyon oluşturmayı hedeflediklerini dile getiriyor. Sosyal Demokratlar ise eski Başbakan Gerhard Schröder döneminde olduğu gibi muhalefetteki Yeşiller Partisi'yle beraber oluşturmayı istediği Kırmızı/Yeşil koalisyon seçeneğinden bahsediyor. Fakat, içinde eski Doğu Almanya Cumhuriyeti'nden (DDR) komünistlerin yoğunlukta bulunduğu Sol Parti'nin (Die Linke) 2005'te meclise girmesiyle 5'li parti sistemine geçen Almanya'da her türlü koalisyon opsiyonu açık, çünkü gerek Hıristiyan Birlik Partileri/Liberal blokun, gerekse Sosyal Demokrat/Yeşil blokunun mutlak oy çoğunluğuna ulaşması beklenmiyor. 611 milletvekilinden oluşan Alman Parlamentosu'nda CDU/CSU 222 milletvekili ile en büyük grup olarak yer alıyor. 221 vekil ile temsil edilen SPD'yi 61 milletvekili ile Liberaller, 53 ile Sol Parti, 51 ile ise Yeşiller takip ediyor.

KARARSIZLARIN ÇOKLUĞU KOALİSYON SÜRPRİZİ HAZIRLAYABİLİR

Başta AB ülkeleri ve ABD olmak üzere tüm dünyaya yaptığı ihracatlarıyla (öncelikle araba sanayi alanında) ekonomik kalkınması ve refah düzeyini yüksek seviyelerde koruyan Almanya, küresel mali krizden en fazla olumsuz etkilenen ülkeler arasında üst sıralarda yer almaktan büyük endişe içinde. Geçen senelerdeki dünya ihracat şampiyonluğunu kaybeden ülkedeki artan dış borçlar ile gelecek yıllar için tahmin edilen kalkınma oranının yüzde 1'in altına düşmesi, mecliste oy çoğunluğuna sahip istikrarlı bir koalisyon birlikteliği oluşturma isteklerini artırıyor. Parlamento seçimleri bu noktada oldukça önem taşıyor. Diğer taraftan halkın hükümetin mali krizi bahane ederek yürürlüğe koyduğu bir dizi kanun değişikliklerine -başta sosyal alandaki politikaları olmak üzere- duyduğu güvensizlikler Başbakan Merkel'i zor durumda bırakıyor. Son yıllarda kendi iç sorunlarına ağırlık veren Almanya, AB politikalarına da eskisi gibi yön veremiyor. Özellikle Çek Cumhuriyeti'nin AB dönem başkanlığında yaşanan krizler 'etkenlikten edilgenliğe' doğru geçişin belirtilerini taşıyor. Tüm bu konular dikkate alındığında Alman federal seçim sonuçlarının sadece iç siyasete değil, uluslararası ilişkilere de yansımalarının olacağı kesinlik kazanıyor.

Devlet televizyonunda yayımlanan son anket sonuçlarına göre Merkel istediği orta-sağ koalisyon seçeneğini oluşturamıyor. Birlik Partileri seçmenden yüzde 35, Liberaller ise yüzde 14 oy alabiliyor. Sosyal Demokratların başbakan adayı Frank-Walter Steinmeier'in son haftalarda popülaritesinin iyice artması ise dikkat çekiyor. Yüzde 3'lük oy artışı ile Sosyal Demokratlar yüzde 26 oranında oy alırlarken, diğer partilerin ise oyları şöyle sıralanıyor: Sol Parti yüzde 11 (oy kaybı yüzde 1), Yeşiller yüzde 10 (oy kaybı yüzde 2).

Kararsızların oy oranının ise yüzde 24'te seyretmesi gözlerden kaçmazken, bir partiye oy verdiği halde 'seçimde kararım değişebilir' diyenlerin oyunun ise yüzde 6 olarak belirlenmesi, ucu açık bir seçime gidildiğini gösterir nitelikte.

Anketlerde en dikkat çeken konu ise birbirleriyle kıyasıya mücadele eden Merkel-Steinmeier ikilisi arasındaki oy farkının ise gittikçe azalması. "Hangi başbakan adayını doğrudan seçerdiniz?" sorusuna halk ağustos ayında yüzde 62 Angela Merkel, yüzde 23 Frank-Walter Steinmeier derken, seçim haftasında ise yüzde 53 Merkel, yüzde 30 Steinmeier diye cevap verdi. Genel seçimler öncesi 'tüm eyaletlerin tekrardan kazanılacağını' ilan eden Merkel'in partisinin 30 Ağustos tarihinde Thüringen ve Saarland eyalet seçimlerinde iki haneli oy kaybına uğraması büyük hayal kırıklığına yol açtı. Birlik Partileri'nin iktidarda olduğu Thüringen'de yüzde 11,8, Saarland'ta ise yüzde 13 oranında oy kaybetmesi CDU'suz ikili veya üçlü koalisyon opsiyonlarını güçlendirdi.

SAĞ 'VERGİ KOLAYLIĞI', SOL 'ASGARİ ÜCRET'

Birlik Partileri ve Liberaller genellikle işverenler ve orta sınıfı merkez alan politikaları ile vergi kolaylıkları vaat ederlerken, Sosyal Demokrat/Sol Parti ve Yeşiller ise asgari ücret uygulaması ile 'sosyal adaletin yeniden tesisi' taleplerini yüksek sesle dile getiriyor. Sol partilerin küresel mali krize sebep olanlarla mücadele kapsamında büyük holdinglere çalışan menajerlerin maaş ve primlerinde kısıntılara gidilmesini istemeleri ve borsa ile varlık vergisinin yürürlüğe konulmasından tarafa görüş bildirmeleri tabanda destek görüyor.

İlk defa Türkiye konusu

malzeme yapılmadı

Alman Parlamentosu'nda temsil edilmeyen iki aşırı sağcı partiden NPD ve REP (Cumhuriyetçiler) dışında hiçbir parti bu kez ilk defa Türkiye'nin AB üyeliği konusunu seçim malzemesi yapmadı. Başbakan Merkel ve partisi bu meseleyi tartışmalarda dile getirmekten kaçınırken, sadece seçim programında Türkiye'ye AB üyeliği yerine "imtiyazlı ortaklık" verilmesi boyutunda diretti. Türkiye'nin AB üyeliği konusunda en dikkat çeken politikayı ise FDP gerçekleştirdi. Birlik Partiler'inin gönlündeki koalisyon ortağı FDP, prensipte Türkiye'nin üyeliğine karşı çıkmasa da seçim programında tamamen farklı bir yol izleyerek, "Ciddi eksiklikler var. Türkiye bu yüzden önümüzdeki yıllarda AB'ye tam üye yapılmamalı." ifadesine yer verdi. Liberallerin Türkiye'ye yönelik eleştirilerinde özellikle "kişisel hakların halen AB standartlarında korunmadığı veya basın özgürlüğünün kısıtlandığını, vs." dile getirmesi gözlerden kaçmadı. Sosyal Demokratlar ve Yeşiller ise Türkiye'nin AB üyeliğine tam destek veren iki parti. Yeşiller bir adım daha ileri giderek parti programında mevcut üyeliğin Türkiye'nin demokrasinin güçlenmesine de katkı sağlayacağı ve Avrupa'nın ortak dış ve güvenlik politikaları açısından da Türkiye'nin tam üyeliğinin büyük önem teşkil edeceğini ifade ediyor. Marksist ideoloji ve söylemlerin yaygın olduğu Sol Parti ise Türkiye'nin Kürtlere baskı uyguladığını, onları asimile etmeye çalıştığını ileri sürerek, üyelik konusu hakkında açıklamada bulunmuyor. "Önceliğimiz Türkiye'nin Kürt politikalarıdır." demekle yetinen bu parti, özellikle Türkiye'deki DTP çizgisinde yer alarak, sıkça bu partinin politikacılarıyla Almanya'da bir araya geliyor.

TÜRK SEÇMENİN OYU ALTIN DEĞERİNDE

2005 seçimlerinde Angela Merkel'in sadece 6 bin oy fazlasıyla Gerhard Schröder'i mağlup etmesi, göçmen seçmen potansiyeli konusunu tartışmaya açtı. Resmi verilere göre Almanya'da yaklaşık 700-750 bin Türk kökenli seçmen bulunuyor. Türklerin büyük bir çoğunluğunun SPD'ye oy verdiği biliniyor. İkinci tercih ise Yeşiller Partisi. Uzmanlar bu seçimde de mevcut sıralamanın olacağından hareket ediyorlar. Sosyal Demokratlardan umduğunu bulamayanlar Sol Parti'ye yöneliyor. CDU'nun ise son yıllarda göçmenlere yönelik gerçekleştirdiği açılımlarla bu kesimden aldığı oyları artırdığı biliniyor. Türk seçmenin en az rağbet ettiği parti ise her zaman olduğu gibi FDP.

Cem Özdemir faktörü devrede

Almanya tarihinde ilk kez bir Türk kökenlinin bir siyasi partinin başkanlığına getirilmesi Türk toplumu tarafından sevinçle karşılandı. Demokrat duruşu ile bilinen Yeşiller Partisi Eşbaşkanı Cem Özdemir'e yoğun biçimde oy gitmesi bekleniyor. Partisinin parlamento seçim listesine giremeyen Özdemir, Stuttgart şehrinden doğrudan aday olarak yarışacak.

30 TÜRK ADAY, katılımı 'dönerle' artıracak

Bu yıl seçimlere Türkiye kökenli 30 aday katılacak. Seçilme oranı yüksek olanların sayısının ise bir elin parmağını geçmemesi bekleniyor. Tüm demokratik partilerin yanı sıra diğer komünist partiler ve bağımsız olarak da yarışacak olan Türkiye kökenlilerin yoğun seçim çalışmalarında bulundukları gözlemleniyor. Son dört yıldır parlamentoda görev yapan 5 Türkiye kökenliden özellikle Hakkı Keskin (Sol Parti) ve Lale Akgün'ün (SPD), Türk toplumunu kucaklamayan yaklaşımları tepki çekiyor. Keskin'in adaylığı kabul edilmezken, Akgün Köln'den tekrardan direkt aday. Türkler arasında seçime katılım oranlarının geçen senelerde olduğu gibi oldukça düşük seviyelerde seyretmesi adayları endişelendiriyor. Katılımı artırmak için Almanya'nın farklı yerlerinde birbirinden ilginç kampanyalar başlatan Türkler, 'seçime gidene bedava döner' gibi çıkışlarla Alman medyasının bile ilgisini çekiyorlar.

5'li parti sistemine geçiş ile özellikle son yıllarda oylarını artıran Liberaller ve Yeşiller 'kilit parti' konumuna yükseldiler. Liberaller düzenledikleri son parti kurultayında bir kez daha "kesinlikle Sosyal Demokratları iktidara taşımayacaklarının" altını çizdi. Birlik Partileri / FDP koalisyon seçeneği mutlak çoğunluk elde etmediği takdirde Sosyal Demokrat / Liberal / Yeşil seçenek gündemde tutulacak. Hiçbir partinin Sol Parti'yi içine alan bir seçenekte yer almayacağı da biliniyor. Yeşiller Partisi de CDU/CSU-FDP seçeneğinde bulunmayacağını açıkladı. Geriye ise tek bir seçenek kalıyor. Merkel'in başkanlığında 2. Büyük Koalisyon'a devam...


Değişen göç politikası Türkleri mağdur ediyor

Almanya'da göç politikaları özellikle son yıllarda gerek siyasetçilerin söylemlerinde gerekse siyasi partilerin seçim programlarında geniş yer ediniyor. Nüfusunun yüzde 20'sini göçmen kökenlilerin oluşturduğu ülkede doğan çocukların üçte birinin göçmen kökenli bir ebeveyni var. Stuttgart, Münih, Berlin, Köln gibi büyük şehirlerde dünyaya gelen bebeklerin yarısı göçmen kökenli. Bu şehirlerdeki okullarda eğitim gören çocuk ve gençlerin yine yarısı göçmen.

Uyum konusu dile getirildiğinde genellikle Müslümanlar akla geliyor. Müslümanlarla diyaloglar ise devlet tarafından bir iletişim metodu olarak devreye sokuluyor. AB'de 15 milyon Müslüman'ın yaşadığı, bunların yaklaşık 11-12 milyonunun ise Batı Avrupa ülkelerinde ikamet ettikleri gerçeği ise tüm partiler tarafından kabul edilmeye başlandı. Hükümet, yaptırdığı bir araştırma ile Almanya'da 4,2 milyon Müslüman'ın yaşadığını tespit ettirdi. Rakam, beklenenin üzerinde çıktı.

Büyük koalisyon hükümetinde son yıllarda özellikle Hıristiyan demokratların inisiyatifinde başlatılan uyum zirvesi ve İslam konferansı gibi çalışmalar birçok tabuyu yıkarak özellikle başta Türkler olmak üzere Müslümanlarla devletin diyaloglarının artmasını sağladı. Almanya'nın demografik yapısındaki ciddi değişikliklerin de etkisiyle Birlik Partileri 15 milyon göçmen kökenlinin varlığını resmen kabul ederek, "Almanya bir göç ülkesidir. Farklılıklar zenginliğimizdir." açıklamasında bulundu.

Fakat aynı süreçte örneğin Göç Yasası da sertleştirilerek Türkiye'nin de içinde yer aldığı bazı ülkelere aile birleşiminde dil şartı yürürlüğe konuldu. (Bu kanun Türk vatandaşları için geçerli olurken, örneğin ABD, Güney Kore ve İsrail vatandaşları için geçerli yapılmadı.) Alman vatandaşlığına geçiş şartları ise zorlaştırıldı. Çifte vatandaşlık hakkı ortadan kaldırıldı. Almanya'da doğan, 23 yaşına kadar hem Alman hem de Türk vatandaşı sayılan gençlere 23 yaşına basmadan önce sadece bir ülke vatandaşlığını seçme zorunluluğu getirildi. Seçim programında çifte vatandaşlık ve AB üyesi olmayan ülke vatandaşlarının yerel seçimlere katılım hakkına karşı çıkan Birlik Partileri yine de seçmen potansiyelinin kendi partilerine kanalize edilmesi gerektiğinin farkında. CDU/CSU, Alman vatandaşlığına geçişleri 'uyumda başarı' olarak nitelendiriyor. Çifte vatandaşlık hakkı Liberaller dahil tüm partiler tarafından destekleniyor. Göç Yasası'nın sertleştirilmesine (2007 yılı) imza atan koalisyon ortağı Sosyal Demokratlar, seçim öncesinde ise çifte vatandaşlığa destek açıklamasıyla dikkat çekiyor.

İSLAM KONFERANSI BAŞLATILDI; AMA...

Başbakan Merkel ve Sosyal Demokrat ortakları, 2005 koalisyon anlaşmasında şu taahhütlerde bulundular: "Alman devleti, Hıristiyan kiliseleri ve Yahudi cemaati ile devam ettirdiği diyalogları Müslümanlarla da başlatacak. Mevcut diyaloglar uyum politikalarının da bir parçası olacak, vs." Birlik Partili İçişleri Bakanı Wolfgang Schaeuble, 27 Eylül 2006'da ilk İslam Konferansı'nı başlattı. 15 kişi hükümet, eyalet ve belediyeleri temsilen toplantıya katılırken, 15 kişi ise Müslüman tarafını temsil etti. Ancak kendisini Müslüman diye tanımlayan ve İslam karşıtı olduğu teyit edilen bazı kişilerin tüm Müslümanları temsilen çalışma gruplarına dahil edilmeleri gözlerden kaçmadı. Toplantılarda yer alan Diyanet İşleri Türk İslam Birliği Dinler Arası Diyalog Müdürü Bekir Alboğa'nın şu ifadeleri unutulmadı: "Hayatını İslam düşmanlığına adamış bu arkadaşların amacı Müslümanların kazanımlarını engellemek. Başka gayeleri de yok zaten."

Radikalizm ve terörle mücadele gibi konuların bu konferansın oluşturulmasını fitillediği söylenebilir. Nitekim Bakan Schaeuble, sürekli olarak şu iki noktanın altını çiziyor: "Almanya'nın özgürlükçü-demokratik düzeninin korunması, şiddet tandanslı İslamcılık ve aşırılığı önleme." Müslümanlara güvenlik perspektifinden bakan bu yaklaşıma rağmen, mevcut konferansta verilen sıcak mesajlar Müslümanların çoğunluğu tarafından olumlu olarak karşılandı.

ZAMAN

HABERE YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.