Ziya Selçuk: Devlet ödevini yapsın - 1
Bir dönem eğitim politikasını oluşturan isimlerden biri olan Selçuk “Devlet önce derslik ve öğretmen açığını çözsün” dedi
Hükümet, “Dershaneleri kapatacağım” dedi ve özellikle de, ciddi bir dershane örgütlenmesi olan Gülen cemaatinden gelen sert tepkilere karşın henüz geri adım atmadı. Eğitim Bakanı bu adımla sistemi sınav odaklı olmaktan çıkarmayı hedeflediklerini söylüyor. İtirazlar ise dershanelerin sebep değil, okullar arasındaki eşitsizliğin doğal sonucu olduğu ve bu eşitsizliği azalttığı yönünde.
Bu konuyu hem kamuyu hem özel sektörü bilen, eğitim alanında önemli araştırmaları olan ve yedi kitap yazan Prof Dr. Ziya Selçuk’a sorduk. 2003-2006 yılları arasında Hüseyin Çelik döneminde Milli Eğitim Talim Terbiye Kurulu Başkanlığı’nı yapmış olan Prof Dr. Ziya Selçuk yıllarca Gazi Üniversitesi Eğitim Fakültesi’nde dersler verdi. Şu anda TED Üniversitesi Mütevelli Heyeti üyesi. Selçuk, dershanelerin fırsat eşitliğini sağladığı yönündeki yaygın kabulün yanlış olduğunu çarpıcı örneklerle anlattı.
Türkiye’de okulların eğitim kalitesi arasındaki uçurum ne kadar büyük?
41 OECD ülkesi arasında bu uçurumun en fazla olduğu ülke Türkiye Türkiye’nin yaklaşık 180 bin civarında öğretmen, 210 bin civarında derslik açığı var. Zaten bu nedenle aileler, çocuklarının geleceğini garanti altına almak için çok büyük bütçeler harcıyorlar. Böylece öğrenci başına yapılan harcamada OECD ortalamasının çok üzerine çıkıyoruz. Oysa OECD’de devletin öğrenci başına harcadığı para 5500 dolarken bizde 2250 dolar civarında.
Türkiye’de eğitim bütçesi Ak Parti döneminde en fazla artan bütçe değil mi?
Bu, personel giderleri gibi bazı cari harcamalarla ilgili bir artış. Yatırım bütçesi son 10 yıldır artmadı. Oysa bir ülkenin eğitim sistemindeki iyileşme yatırım harcamalarındaki artışla ilişkilidir. Yatırım artmadığı için okullar arasındaki eşitsizliği gidermek de mümkün olmuyor. Bu arada belirli okullar iyi olmadıkları halde iyiymiş gibi etiketleniyor.
Neden?
Çünkü yapılan sınavlarla en başarılı çocuklar devletin herhangi bir okula girdiğinde o çocuklar zeki olduğu için o okul iyi okul oluyor. Veliler de bu iyi diye adlandırılan okullara çocuklarını vermek istiyor. Bunun için de dershane doğuyor.
Ne yaparsak bu sistemde dershane kalkabilir?
Dershaneyi doğuran iki sebep var. Bunlardan birisi, dediğim gibi okullar arasındaki eşitsizlik. Türkiye bu açıkları gidermedikçe okullar arasındaki uçurumu kaldıramaz. Bunları yapınca nicel kısmını halletmiş oluyor işin. İkinci kısımdaysa...
Orada ne yapmak gerek?
Bizim gibi ülkelerde “Eğitim sistemleri neden başarısız” diye sorduğunuzda, yoksulluk çıkıyor karşınıza. Biz yoksulluğu azaltmadıkça okulları istediğiniz kadar donatın çocuklar yine başarılı olamıyor. Çocukların iktisadi ve kültürel özgeçmişlerinin iyileştirilmesi gerekiyor ki bu, okuldaki başarılarına yansısın.
Dershaneyi tüm bu eşitsizlikleri kaldırdıktan sonra mı kaldırmak mümkün?
Nicel şartı bir halledelim önce... Eğitim Bakanlığı “Ben ödevimi yapıyorum, öğretmen açığını gideriyorum, okulların hepsinin bilişim altyapısını kuruyorum, fiziksel olarak UNESCO standardını tutturuyorum” desin, sonra dershanelerle ilgili düzenleme yapma şansımız olur. İşi kendi doğal seyrine bırakmak söz konusu ise dershanenin kendiliğinden kapanabileceği koşulları oluşturmak zorundayız. Bunu yasayla kapatmak demek, fay hattının yerini yasayla değiştirmek gibidir. Yasayla bu tür kurumlar kapatılmaz .
O vakit dershane kayıt dışı olarak mı faaliyetine devam eder?
Halkın dershaneye güveni okula güvenden daha yüksek. O nedenle merdiven altına girse de bu tür ilişkiler sürer. Çünkü işin doğası gereği henüz eşitsizlik devam ediyor büyük ölçüde.
Peki sizce dershane yoksullar açısından fırsat eşitliği sağlıyor mu?
Dershaneye karşı olmak ya da savunmak gibi bir derdim yok. Dershanelerin kapatılmasına da karşıyım, zamanı gelmediği için, işin doğal akışı içinde yapılmadığı için... Sadece olgularla konuşuyorum: Dünya Bankası’nın bir çalışması var. Fen liselerinde 30, Anadolu liselerinde 17 çocuktan biri fukara çocuğu. Bu, söz konusu okullara, yine maddi durumu iyi olanların girdiğini gösteriyor. Genel lise mezunları dershanelerin cirosunun yüzde 80’den biraz fazlasını karşılıyor. Fakat bu öğrencilerin üniversiteye girme oranı yüzde 7’lerde. Bu şu demek: “Parayı ben veriyorum, sistemin sponsoru benim, ama üniversiteye girişim sadece yüzde 7.”
Dershaneler üniversiteye giren öğrenci kompozisyonunu değiştirmiyor mu?
Dershane varken kazanan çocuklar büyük ölçüde dershane hiç olmasa da zaten kazanacaklardı.
Diyelim ki Maraş’ta bir çocuk var, şehrin en zekilerinden ve şehrin en iyi okuluna gidiyor ama yine de İstanbul’daki bir çocuğun şartlarıyla yarışamıyor. Dershane bu açığı kapatmakta fayda sağlamıyor mu?
Dershane İstanbul’da da yok mu? İstanbul’dakine de Maraş’takine eşzamanlı olarak destek sağlıyorlar. Üstelik ekonomik durumu iyi ailelerin çocuklarına daha fazla destek sağlıyor. Onlar için özel küçük gruplar oluşturuyor. Sonuçta, dershane sisteminin içinde de 3 bin liralık olanı var, 10 bin liralık 50 bin liralık olanı var.
Peki, Anadolu’nun bir köyünde çok zeki bir çocuk var ama okulda hocası bile yok. Bu öğrencinin hayatını değiştirmiyor mu dershane?
İstisnalar tabii ki var, özellikle kırsal alanda gerçekten çok büyük yoksulluk içinde olan okullar var. Ama 100 çocuktan ikisinin üstün zekalı olduğunu düşünelim, onları dershanelerin eline niye bırakıyoruz ki! Üniversite sınavında ilk 30 bine girenlerin arasında üstün zekalı olup da fukara olan yaklaşık beş bin çocuk olduğunu düşünüyorum. Ben TC devleti olarak bu 5 bin çocuğuma her hâlükârda bakarım, sahiplenebilirim. Ama sistemimi öyle bir sınav cenderesine sokmuşum ki ve içinden de çıkamıyorum bir türlü.
Türkiye’de sınıf atlamanın en önemli araçlarından biri eğitim. Ve çok sayıda aile çocuğunu iyi üniversiteye göndermek istiyor. Ama az sayıda üniversite var. Bu çocukları sınav olmadan nasıl seçeceğiz?
Sınavı kaldırmak gerekmiyor ki. Sınavı amaç olmaktan çıkarmak gerekiyor. Siz Boğaziçi ODTÜ gibi okullara girecek 3 bin çocuk için milyonlarca çocuğu heba ediyorsunuz. Ben meseleye çocuklar açısından bakıyorum. Diyorum ki, benim evlatlarım elden gidiyor, mutsuz insanlar topluluğu oluşuyor. Siz oradaki bin çocuğun hayatı değişecek diye buradaki milyonlarca çocuğu heba ediyorsunuz.
“APTALSIN, KENDİNİ KÖTÜ HİSSET VE BETER OL”
MEVCUT SİSTEM SINAVI KAZANAMAYANLARA NASIL YAKLAŞIYOR ?
Biz o çocuklara diyoruz ki, “Sen başarısızsın, amiyane tabirle ‘aptalsın.’ ‘Sınavı kazanamadın’ diye sana resmi belge gönderiyorum. Kendini kötü hisset, beter ol ve bunu hayat boyu üzerinde taşı. Bu psikolojiyle trafiğe çık, bu psikolojiyle evlen.” Bir ülke düşünün, iki dakikada çözebileceği soruyu bir dakikada çözemedi diye kaç nesli ‘başarısız’ diye etiketliyor. Çocuk sorunun kendinde olduğunu zannediyor. Halbuki sorun sistemde. Ve biz de dershanelerin önüne pankartlar asıyoruz: “50 çocuk şurayı kazandı, burayı kazandı.” Aslında orda 50 çocuğun dışında kalan 100 binlerce çocuğa “Siz işe yaramazsınız, buraya çıkacak adam değilsiniz” diyoruz. Bu, o kadar önemli ki; bir toplumun geleceğini ‘başarısız’ kimliği üzerine oturtuyorsunuz. Bundan daha büyük bir cinayet olabilir mi?
Hayat bize “bir dakika” demiyor ki
Dershanenin eğitime katkısı hiç mi yok?
Yok. Çünkü orada yapılan şey eğitim değil. Dershanenin ürettiği şeyin gerçek hayatta karşılığı yok. Siz bu sene sınava hazırlanın, öğrendiğinizi birkaç ayda unutursunuz. Dershanede öğrendiğiniz şey sizin yaşam kalitenizi mi artırıyor? Üretiminize mi yansıyor? Aile mutluluğunuzu mu besliyor? Teknik olarak bir dakikada soru çözme becerisinden sözediyoruz. Biz bir çalışma yaptık. Dershanedeki çocuklara “Önünüzde 100 soru var ve 100 dakikanız var” dedik. Bir kısmı soruları çözdü. Çözemeyenlere 100 dakika daha verdik. Ve çocukların yüzde 80’e yakını başarılı oldu. Bir soruyu iki dakikada çözebilen çocuk öğrenmemiş mi oluyor? O da öğrenmiş. Eğitimin amacı öğrencinin öğrenmesi mi, bir dakikada bir soru çözecek hıza kavuşabilmesi mi? Yaşam bizden öyle bir şey mi istiyor?
Vatandaş okuldan çok dershaneye güveniyor
Veliler neden dershaneye okuldan daha çok güveniyor?
Dershanede bir satın alma ilişkisi var. Ayrıca dershaneler amaca yönelik çok pratik kurumlar. Veli burada sonuç odaklı bir ilişki kuruyor. Dershaneler gerek bilişim altyapısı bakımından gerekse de halkla ilişkiler bakımından veliyle çok iyi bir diyalog içinde. Günlük, saatlik olarak veliyle temas kurabiliyor. Okulun böyle bir bilgi birikimi ve kültürü yok. “Çocuğunuz başarısız oldu diye dershanedeki ekip feryat ederken, okuldan böyle bir iletişim talebi gelmiyor. Okul “Çocuk sabah gelsin akşam gitsin, iyi not alıyorsa çalışmıştır, almamışsa çalışmamıştır. Biz kendi görevimizi yapıyoruz” diyor. Ama “Bu çocuğun başarısı niye düşük”ün hesabını verebilecek bir örgüt yapısı, bir okul iklimi yok.
GÜNEY KORE’DE ÇOCUKLAR DUŞ ALIP SORU ÇÖZÜYOR
GÜNEY KORE MODELİ ÜZERİNE YAZILARINIZ VAR. ORADAKİ SİSTEM NASIL?
Orada da ayrı bir facia var ama Türkiye’de Güney Kore sistemini ideal olarak görülüyor. Ülkedeki dört üniversiteye girmek için herkes inanılmaz bir yırtıcılıkla savaşıyor. Liseler gece 10’a kadar açık. Ve koridorlarda duşlar var. Çocuklar soru çözsünler, duş alsınlar, sonra bir daha çözsünler, diye. Gece saat 10’de servisler geliyor ve dershaneye gidiyor çocuklar, saat 1’e kadar. Ama Türkiye’ye bakarsanız adamlar başarılılar. PİSA’da (Uluslararası Öğrenci Değerlendirme Programı) ilk üçe giriyorlar. Fakat ne pahasına giriyorlar? Benim orada, Samsung’da, LG’de gördüğüm şey şu: Güney Kore kendi Ar-Ge’sini Güney Korelilerle yürütemiyor. Ar-Ge şirketleri ABD’de. Yaratıcılık gerektiren konularda başka ülkelerin uzmanlarından yararlanıyorlar. Ama PİSA’da ilk üçe girenler arasında Finlandiya da var. Finlandiya 7. sınıfa kadar hiç sınav yapmıyor ve lise sonda “Bizim ülkenin durumu nedir bir fotoğraf çekelim” diye yapılan çok düşük bir profil bir sınav var. Elbette Finlandiya’nın da kendi sorunları var. Ama eğitim sistemi daha insanî.
Sınavsız mahalle mektebi
Siz diyelim ki Milli Eğitim Bakanısınız...
Allah korusun!
Sistemi sınav odaklı olmaktan nasıl çıkarırsınız?
Tedrici olarak önce lise giriş, sonra üniversite giriş sınavıyla ilgili üç dört yıllık bir perspektifimiz olabilir. Şu anda 100 çocuğun 100’ü de liselere giriş sınavına girsin isteniyor. Ama bu çocukların yüzde 96’sının bu tür sınavlara girmeye ihtiyacı yok. Çünkü o çocuklar zaten en başarılı yüzde bir dilimindeki öğrencileri alan okullara giremeyecekler. Gidebilecekleri okullar zaten açık. O nedenle sınava sadece not ortalaması 4.5 ve üzeri olan çocukları alırım. Kazananlara çok iyi bir eğitim vermek isterim, çünkü benim entelektüel sermayem orası. Avrupa şampiyonu bir çocuğa verilen yüzme dersiyle, “Her çocuk yüzmeyi öğrenmeli” diye verdiğimiz yüzme dersi farklıdır sonuçta.
Sınava almadığınız öğrenciler ne yapacak?
Mahalle mektebine gidecek ama iyi eğitim alacaklar. Ben zaten okullar arasındaki farkı azaltmış olacağım, öğretmeni, bilgisayarı vereceğim. Bu sistem Avustralya’da ve pek çok ülkede uygulanıyor. Bunlar yeni şeyler değil ve Türkiye bunu kaldırabilecek güce sahip.
Üniversiteye giriş nasıl olacak?
Üniversiteler kendi sınavlarını bireysel olarak ya da gruplar halinde lokal olarak yapacak. Bu sınavlar yılda birkaç kere olacak. Böylece dershaneyi besleyen sınav yapısı başka normlarla değişecek.
Hangi normlarla değişecek?
ABD yüksek öğretimin kralı. Orada SAT diye merkezi sınav var, ama üniversiteye girişte etkisi yüzde 12’yi geçmez. Üniversiteler “Benim bir talebede beklediğim başka özellikler var” diyor. Öğrenciye “Mezun olduğun okulun başarısı ne? Herhangi bir toplum hizmetinde bulundun mu? Enstrüman çalıyor musun?” diye soruyor. Biz de ÖSS’nin ağırlığını önce yüzde 50-60 yaparız. Sonra yavaş yavaş üniversiteler daha çok inisiyatif sahibi olur. Örneğin bir sporcuyu sınava girmediği halde doğrudan alabilir. ABD’de 1859’da kurulmuş 12 bin öğrencili bir üniversite var. Öğrencilerinin tamamı işitme engelli. O kadar özelleşmiş. Bizim tüm üniversitelerimiz ise tek tip. Hiçbir bölgesel özelliği olan üniversitemiz yok. Üniversiteleri yaşamla sahici bir iletişime girebilecek tarzda dönüştürmek lazım.
TUĞBA TEKEREK - Taraf Gazetesi
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.