Türk-Eğitim-Sen'den Sorumlu Sendikacılık Cevabı
Türk Eğitim-Sen'den Sert Açıklama: SENDİKACILIĞI İĞDİŞ EDENLER, SORUMLU SENDİKACILIK NASİHATI VEREMEZLER! Türk Eğitim-sen sendikası internet sitesi üzerinden bir açıklamada bulundu
Türk Eğitim-Sen'den Sert Açıklama: SENDİKACILIĞI İĞDİŞ EDENLER, SORUMLU SENDİKACILIK NASİHATI VEREMEZLER! Türk Eğitim-sen sendikası internet sitesi üzerinden bir açıklamada bulundu
İŞTE O AÇIKLAMA:
Aç Tavuk Kendini Darı Ambarında Sanırmış!
Bir yanda adı sendika olmakla beraber, sendikacılık adına her türlü zilletin adresi olmanın çirkinliği, diğer yanda siyasal iktidarın ve bürokrasinin her türlü imkanını fütursuzca kullanıyor ve hormonla patlayacak hale gelmiş olunmasına rağmen itibardan zerre-i miktar nasiplenememiş olmanın ezikliği..
Bir yanda tüm plan, strateji ve performansını biat ettikleri ağa babalarının emir ve müsaadeleriyle oluşturuyor olmanın ayıbı, diğer yanda “aç tavuk kendini darı ambarında sanırmış” misali gülünç sendikacılık oyunu…
Kıvırma kapasitesi maksimum olanlar için bile zor bir durum!
İçine düştükleri zillet ve ayıp çukurunda çırpındıkça batıyorlar.
Gücünü sadece üyelerinden alan ve sadece üyelerinin hak ve kazanımları için mücadele eden ahlaklı sendikalara saldırdıkça eğitim çalışanları nezdinde zaten olmayan itibarlarını hayallerinde bile kaybediyorlar..
Sendika görünümlü paralel örgütün, yargı hakkını kullanan sendikaları sorumsuzlukla itham eden ve haddini aşan açıklaması bazı haber sitelerinde yer almıştır.
Gören de iş yapıyorlar sanır.
Eğitimle uzaktan yakından alakası olmayan, şu son yıllarda MEB’de yaşananlardan bihaber olan herhangi bir vatandaşımızın dahi okuduğunda “Yuh olsun” diyeceği fuzuli lakırdılarla dolu bir açıklama. Öncelikle şunu görmek gerekir ki, bu sözde sendika açıklamasında, çalışanların haklarının korunabilmesi adına verilen bir hukuki mücadele ve ortaya çıkan yargı kararını, adeta işveren vekili pozisyonundaymış gibi değerlendirmekte. Oysa ki, böylesi bir durumda, asgari sendikal ahlaka sahip bir kuruluşun ilk göstereceği refleks; eksik düzenlemeyi yapan ve çalışanların fırsat eşitliğini elinden alan keyfi uygulamaları hayata geçiren idarenin inisiyatifini eleştirmek olmalıdır. Bu nasıl bir sendikal anlayıştır ki; MEB’in eksik ve hatalarından kaynaklanan hukuki bir durumdan dolayı idareye eleştirel tek bir çift kelam etmeden konuyu değerlendirmektedir.
Eğitim çalışanlarının haklarına sahip çıkılması, atama ve görevlendirilmelerde liyakat ve fırsat eşitliğinin korunması amacıyla yargı hakkının kullanılmasını SORUMSUZLUK olarak nitelendiren, hukuku ve millet olmanın ruhunu teşkil eden temel ilkeleri ideolojik hezeyanlar diye nitelendirerek tahkir eden seviyesiz ve bir o kadar da utanılacak bir açıklama.
Zaman gösterecektir ki; sarı sendikacılığı “kör göze sokar” gibi alenen ve cüretkarca sergileyen bu sendikamsı paralel örgütü tarih hak ettiği şekilde yazacaktır.
Düşünebiliyor musunuz; Milli Eğitim Bakanlığı bir yönetmelik çıkarıyor. Yönetmelikle, -eğitim çalışanlarının çok iyi bildiği üzere Türk Eğitim-Sen’in yoğun gayretleri neticesinde- okul müdür başyardımcılığı ve müdür yardımcılığı atamalarını yazılı sınav puanlarına göre yapılacağı hükmü getiriyor. Fakat daha sonra yayınlanan kılavuzla, yönetmeliği yok hükmünde sayacak şekilde, okul müdürlerine bir inisiyatif veriyor. Böylece “Dört yıllık görev süresini dolduran müdür başyardımcıları ve müdür yardımcılarının görev sürelerinin, eğitim kurumu müdürünün inhası, il milli eğitim müdürünün teklifi ve valinin onayı ile dört yıl süreyle uzatılabileceği” kuralını getiriyor. Yani müdür yardımcısı olmak için sınava giren on binlerce adayı daha işin başında mağdur ediyor. Müdürün inhasıyla müdür yardımcılarının görev süresini bir dört yılda uzatmanın Türkçesi; “Kardeşim ben yandaşlarımı dilediğim kadar makamda tutarım. Yazılı sınav beni bağlamaz, siz gidin sınavda çelik çomak oynayın. Bu dükkan benim, istediğim gibi at koştururum, herkes işine baksın” demektir.
Şimdi, yönetmeliği yok sayan, yazılı sınavı işlevsiz ve gereksiz hale getiren, atamalarda liyakat yerine keyfiyete imkan sağlayan bu düzenlemeye ahlaktan ve onurdan zerre-i miktar nasibini almış bir sendika nasıl sessiz kalabilirdi?
Ben sendikayım, çalışanların hak ve kazanımları için varım, diyen ilkeli bir teşkilat bu ahlaksızlığı nasıl görmezden gelebilirdi?
Tabii ki sessiz kalamazdık, görmezden gelemezdik.
Çünkü biz çalışanlara söz verdik!
Adam gibi sendikacılık yapacağımıza; her koşul ve durumda eğitim çalışanlarının yanında saf tutacağımıza; çalışanların hak ve kazanımları sözkonusu olduğunda hiçbir denge hesabı gütmeyeceğimize; ahlaktan, şereften ve doğrudan asla taviz vermeyeceğimize SÖZ VERDİK!
Sessiz kalmadık, görmezden gelmedik. 22 Mart 2016 tarihinde yayınlanan ve yukarıda bahsedilen düzenlemeyi getiren 2016 Yılı Milli Eğitim Bakanlığına Bağlı Eğitim Kurumlarına Yönetici Görevlendirme Kılavuzu’nun 2.12 maddesine 24 Mart 2016 tarihinde dava açtık. Nitekim yargı talebimiz doğrultusunda yürütmeyi durdurma kararı verdi.
Eğitim çalışanlarının hakkının hırsızlanmasına, yazılı sınavla objektif bir atama usulü getiren yönetmeliğin ilgili hükmünün ahlaksızlar tarafından iğfal edilmesine hukuk eliyle DUR dedik.
Peki bu yanlışa sessiz kalanlar, görmezden gelenler olmadı mı?
Tabii ki oldu.
Hatta kul hakkıyla kirlenmiş ellerini ağızlarını yaya yaya oğuşturanlar, “Ehliyet, liyakat önemli değil, bize biat eden tosuncuklarımızı biraz daha semirteceğimiz bir mevzi daha kazandık” diyerek tatmin olmaz iştahını kabartanlar olmadı mı?
Tabii ki oldu!
Şaşırdık mı?
Tabii ki hayır!
Bu sendika görünümlü paralel yandaş çetenin, yıllardır MEB başta olmak üzere kamu kurumlarını nasıl istila ettiğini tüm kamuoyu çok iyi takip etmiyor mu?
Ellerinde kukla yaptıkları sözde bürokratlar vasıtasıyla, koskoca MEB teşkilatında yönetici atama işini içinden çıkılamaz hale getirdiklerini, yine bu haysiyet fukarası bürokratların eline tutuşturulan listelerle sözde mülakat komisyonlarında ne haltların yenildiğini herkes bilmiyor mu?
Allah’tan korkmaz kuldan utanmaz bu güruhun, mesleğine ve memleketine aşık liyakatli yöneticileri tırpanlarken; diğer yandan beceriksiz, ehliyetsiz, tecrübesiz ve onursuz sözde yöneticiler ile kurumlarımızın içine ettiğine tarih şahit değil mi?
Kendilerine biat etmeyen ve teslim olmayanlara ellerinden gelse bir yudum suyu bile çok görecek olan bu vicdanı kurumuşları Türkiye ibretle çok iyi görmüyor mu?
Tabii ki görüyor, tabii ki takip ediyor ve tabii ki tarih bu zilleti ibret olsun diye yazacak.
Sinirden kudursanız ve suçüstü yakalanmış olmanın hırsıyla duvarlara tırmansanız da biz hep buradayız!
Kul hakkı yemenizi, günahlarınızı, suçlarınızı, ayıplarınızı tek tek bulacak, ortaya çıkaracak ve hukuk eliyle hesabını sormaya devam edeceğiz!
“Bu yolda hiçbir kınayıcının kınamasından da korkmadan” dosdoğru durmaya, doğrunun yanında saf tutmaya devam edeceğiz!
Öte yandan bilindiği üzere, Yönetmeliğin “Yazılı Sınav Konuları ve Ağırlıkları” başlıklı maddesine de Atatürk İlkeleri ve İnkılap Tarihi dersi konularının sınavın konu başlıkları arasında yer almamış olması nedeniyle dava açmış bulunuyoruz. Burada şu hususun özellikle bilinmesi elzemdir: Yıllardır yönetici atamalarının objektif yazılı sınavlarla yapılmasını isteyen ve verdiği mücadeleyle müdür başyardımcılığı/müdür yardımcılığı atamaları için bunu sağlamış olan Türk Eğitim Sen sınavın iptali için dava açmamıştır. Başından beri yazılı sınava karşı olan ve yandaşlarının atanabilmesi için sadece mülakat marifetiyle torpilli atama sistemini savunmuş olanların iftiraları bu duvarda tutmayacaktır. Yönetmelik 6 Ekim 2015 tarihinde yayınlanmış ve sendikamız 9 Kasım 2015 tarihinde, Atatürk İlkeleri ve İnkılap Tarihi dersinin sınav konuları arasında bulunmamasından dolayı, yönetmeliğin eksik düzenlendiği gerekçesiyle yargıya başvurmuştur. Yani 20 Mart 2016 tarihinde yapılan sınavdan yaklaşık altı ay önce yargı süreci başlatılmıştır.
Yargı henüz bu davayla ilgili bir karar vermemiştir.
Ancak bir başka sendikanın aynı düzenlemeyi içeren kılavuza açmış olduğu davada yürütmeyi durdurma kararı verilmiş, MEB ise buna itiraz etmiş ve şu an itiraz sonucu beklenmektedir.
Sendika görünümlü paralel yapılanma sözkonusu açıklamasında bu kararı da “Sorumsuz bir sendikanın, kamu görevlilerinin yararına olup olmayacağını düşünmeksizin salt ideolojik hezeyanlarla açmış olduğu bu davada verilen karar” diye değerlendirmektedir.
Herkesin hezeyanı kendine..
Ancak bu asıl hezeyan, bu sözde sendikanın karakterindedir.
Sadece hezeyan mı? Takıntı, saplantı, çift kişilik de bunların vasıflarından desek mübalağa olmaz.
Örtemiyorlar, gizleyemiyorlar, ne yapsalar engel olamıyorlar.
Atatürk ve temsil ettiği değerler bunlarda obsesif tutumlara neden olmuş.
Atatürk İlkeleri ve İnkılap Tarihi dersinin içeriği, hem Anayasamızda anlamını bulan temel değerleri hem de 1739 sayılı Milli Eğitim Temel Kanunu’nun amaçlarını ihtiva eden bir hüviyet taşımaktadır. Bu dersten rahatsız olmak demek sözkonusu amaç ve değerlerden rahatsız olmak demektir.
Asıl SALT İDEOLOJİK HEZEYANLAR, birilerinin Atatürk takıntıları/saplantıları nedeniyle dile getirdikleri söylem ve tutumlarıdır.
Zaten bu hezeyanlara itibar eden, bunu hazmeden ve buna tahammül edenlerle de bizim işimiz olmaz!
Ahlaklı, ilkeli, mücadeleci ve gücünü sadece çalışanlardan alan gerçek sendikacılığın daim olduğu bir çalışma hayatı temennisiyle…
Türk Eğitim-Sen Genel Merkezi
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.