Torpille atama yapmak kıyamet belirtisidir
Profesör Hayrettin Karaman'dan önemli tespitler...
Hayrettin Karaman'ın yazısı
Bugünlerde milletvekilliği için adaylık başvuruları ve aday adayları arasından aday seçimi için çeşitli aşamalarda çalışmalar var. Aday olmak isteyenler hayat hikayelerini ve ehliyet vasıflarını beyan ederek başvurmakla yetinmiyor, hemen her kapıyı çalarak aracı (torpil) arıyorlar.
Başka zamanlarda da bir göreve atanmak, bir iş bulmak isteyenler yine tercih sebebi olacak vasıflarını zikrederek başvurmakla yetinmiyor, araya adam koymaya çalışıyorlar.
Her iki gruba da "siz ehil ve layık iseniz, başkalarına tervcih edilecek nitelikleriniz varsa zaten sizi alırlar, aracıya ne gerek var" dendiğinde şu cevabı veriyorlar: "İşler sizin sandığınız gibi olmuyor, dayısı olmayana ne görev var ne de iş, ehliyete değil dayıya (aracıya, torpile) bakılıyor..."
Bu tespitler doğru ise başımıza kıyametin kopması (işlerin çığırından çıkması, bozulması, halkın zarar görmesi, ülkenin huzur, adalet ve güç kaybetmesi) kaçınılmaz demektir. Nitekim Efendimiz (s.a.), "İşler ve görevler ehil (layık, hak eden) kimselere verilmediğinde kıyameti bekle" buyurmuştur.
İnsan olanda ahlak ve/veya din olması gerekir. Ahlakı ve imanı veya yalnızca ahlakı olan insanların ehil olmadıkları, hak etmedikleri işleri ve görevleri talep etmemeleri gerekir; çünkü bu talep zulümdür, haksızlıktır, başkalarının haklarını gasbetmektir, kul hakkına girmektir, düzenin bozulmasına sebep olmaktır... ki bütün bunlar dine ve ahlaka aykırıdır.
Eğer toplum yapısı ve örgütlenmesi müsait, devlet de adalet ve hakkaniyet devleti olsaydı, her bir ferdin liyakat ve ehliyet durumu bilinecek, kimse iş ve görev talep etmeyecek, her işe ve göreve en layık olan getirilecekti. İslam da bunu istemektedir. Mesela İmam (devlet başkanı) mı seçilecek vücutça ve ruhça en sağlıklı, en güzel ahlaklı, en bilgili ve tecrübeye göre devlet yönetmeye en muktedir kişi aranır, bulununca görev ona verilir, ehliyetini kaybedince de görev ondan alınır. Bir yerde cemaatle namaz kılınacaksa topluluk içindeki en alim, güzel Kur'an okuyan, güzel ahlak sahibi, sesi müsait kişi seçilir ve imam olur...
Ama böyle bir yapı ve örgütlenmenin bulunmadığı zaman ve mekanlarda kendini ehil gören insanların vasıflarını doğru olarak açıklamak şartıyla göreve talip olmaları zarureten caizdir görülmüştür. Bu talep de şu hususu içermelidir: Eğer ehliyet bakımından benden daha uygun olanı varsa ben talebimden vazgeçiyorum.
Aracılara gelelim:
Aracı ancak sağlam bilgiye dayalı olarak bir göreve ehil olduğunu düşündüğü kimseyi tayin makamlarına bildirir. Bunu mutlaka yapın, hatırım için yapın, yapmazsanız bozulurum veya üzülürüm demez, diyemez; "bundan daha ehil olanı varsa elbette o tercih edilmelidir" der, demek mecburiyetindedir.
Bir göreve daha ehil olan birisi var iken mutlak veya göreceli olarak ehil olmayana aracılık eden kimse, hem ehil olan kulun hakkını yemiş, hem de hizmet alan topluluğa kötülük etmiş, zulmetmiş olur. Daha ehil olanın varlığını bilmiyorsa bu ihtimali düşünerek hareket etmesi gerekir; yani mutlaka bu olsun demez, "daha ehliyetlisi yoksa olsun" der.
Tayin eden ve seçen makamlar ve şahıslar da din ve ahlakın emri olarak bu ölçülere göre hareket etmekle yükümlüdürler.
Öyle anlaşılıyor ki, işler böyle yürümüyor, bazı parti teşkilatlarında çöreklenmiş kimseler "sen, ben, bizim oğlan" çerçevesinde alış veriş yapıyorlar.
Devlet memuru seçen ve atayan bazı kişiler ve makamlar yakınlık, aidiyet, menfaat ilişkisi, torpil gücü gibi kıstasları kullanarak iş görüyorlar. Başımıza gelenlerin çoğu da bu yüzden geliyor.
Çare topyekün bir ahlak ve dindarlaşma seferberliğidir. Toplumda adaletsiz ve ahlaksız olanlara karşı topyekün olumsuz tavır alınmalıdır. Bu tavır onları temel insan haklarından mahrum bırakmak değildir, itibar bakımından herkesi hak ettiği yerde tutmaktır. Aksine davranış zulümdür, kötülüğe prim vermektir, kıyamettir.
Yenişafak
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.