'Susturulmuş bir akademik camia var'

'Susturulmuş bir akademik camia var'

YÖK Başkanı Prof.Dr. Gökhan Çetinsaya, Al Jazeera'ye konuştu. Çetinsaya, akademik camianın susturulduğunu belirterek "İnsanların toplumsal olaylar üzerine beyanat vermeleri, fikirlerini açıklamaları kesinlikle düşünce özgürlüğüdür" diyor.

Yükseköğretimde 5.5 milyon öğrenci, 141 bin akademisyen ve 175 üniversiteyle 2014-2015 akademik yıl başladı. Üniversitelerde, nitelikten akademik özerkliğe kadar pekçok başlık tartışma konusu.

Yükseköğretim Kurulu Başkanı (YÖK) Prof.Dr. Gökhan Çetinsaya Al Jazeera'nin sorularını yanıtladı.

Röportajın bugünkü bölümünde Çetinsaya ile yükseköğretim yasasını ve akademik özgürlükleri konuştuk.

Yükseköğretim sistemini eleştiriyor ve "çeşitliliğe izin vermediğini" söylüyorsunuz. Siz de 2012'de bir taslak yasa önerisi oluşturmuştunuz, akibeti ne oldu o taslağın?

2012'de yasa çalışmasını YÖK bünyesinde gerçekleştirdik. 2013'te Milli Eğitim Bakanlığı'na sunduk. Taslak, tüm eleştirilere rağmen kamuoyunun önünde tartışılmıştı. Adı 'Yükseköğretim Yasa Taslağı Önerisi' idi. Nihai hali için otoritenin yürütme ve yasama organı olduğunun bilinceydik. Milli Eğitim Bakanımızın da önceki gün söylediklerinden anlaşılan, yeni yasa çalışmanın ve yeniden yapılandırmanın önündeki en büyük açmaz; anayasada YÖK'ün tanımlanması. Radikal bir YÖK reformu yapabilmek açısından anayasa değişikliği bekleniyor. Bakanın açıklamaları ve hükümet programındaki ifadelere göre uzlaşma sağlanırsa anayasa gerektiren haliyle, uzlaşma sağlanamazsa da anayasa değişikliği gerektirmeyen haliyle üniversitelerin önünü kısmen de olsa açabilecek bir paketin de sinyallerinizi alıyoruz.

"YÖK kalkmalı, lağvedilmeli" diyorsunuz. Hükümetin bu sözlerinize bakış açısını nedir? YÖK yerine nasıl bir sistem gelmeli?

Sayın Milli Eğitim Bakanının da önceki günkü konuşmasına referans verirsek, kendisi de 27 üniversiteli bir yapı için kurulmuş, bürokratik mekanizmanın 180 üniversiteye yetmeyeceğini, zihniyet olarak da yakışmadığını belirtiyor. YÖK'ün bu mevcut haliyle buharlaşması gerekiyor. Yoksa mutlaka ve mutlaka yükseköğretimin planlamasını, koordinasyonunu ve kalite denetimini yapacak bir kurum, kuruluş lazım. Ya da bakanlık modeli olabilir. Yükseköğretim ve Bilim Bakanlığı'nın dünyada da örnekleri var. Türkiye için de neden olmasın?

Üniversiteye giriş sistemi değişikliği üzerinde çalışılıyor. Kamuoyuna yansıyanlardan TEOG benzeri çoklu sınavların olacağı anlaşılıyor. Çalışmalar ne aşamada, yeni sistem nasıl olacak ?

Bu konuda farklı tartışmalar var. Tartışmaların çıkış noktası öğrenciler üzerindeki sınav baskısını azaltmak. Sınav yılda birkaç defa yapılabilir mi, elektronik ortamda yapılabilir mi, puan hesaplanırken ders dışı aktiviteleri puanlamadaki etkisi artırılabilir mi? Bunların her biri opsiyon. Ancak ikinci kısımda, yerleştirme sisteminde dikkatli olmamız lazım. Türkiye'nin sosyal yapısı dikkate alındığında, beğenelim beğenmeyelim ÖSYM'nin yaptığı merkezi yerleştirmede bilgisayarın sosyal eşitlikçi tarafı var. Herkes puanına göre yerleşiyor. 'Üniversiteler kendi seçsin' dersek; iyi düşünmeliyiz. Bunun teknik olarak yapılıp yapılamayacağı da tartışılabilir. ABD'de bu sistem işliyor. Ama sosyal yapıya dikkat çekiyorum. Yeni sistemle ilgili nihai olarak verilmiş hiçbir karar yok. Kamuoyuna yansıyanlar tartışılıyor toplantılarda.

Akademik özgürlükler, kadrolarda akademik yetkinlikten çok sadakate bakıldığı eleştirileri yıllardır şikayet konusu. Akademik özgürlük neden tam olarak kurulamıyor Türkiye'de ?

Yükseköğretim sisteminin yasalarla değil ancak ortak irade ile çözülebilecek sorunları var. Bunların en önemlisi, akademik özgürlük, etik, mobbing, yıldırma. Akademik kültür ve zihniyet meselesi bunlar. Çuvaldızı kendimize de batırmamız lazım. Üzerimizde haklı olarak bir tedirginlik, çekingenlik var. Bu eleştiriliyor, 'Türkiye'nin meseleleri konusunda akademisyenler neden laf etmiyor' diye?

Ama laf edince de soruşturmalar açılıyor. Hatta kimilerine cezalar veriliyor...?

Bu, sadece bugünün sorunu değil. Türk üniversite tarihine bakmamız lazım. Her dönemde akademi tasviyelerle yıldırmalarla karşılaşmış. 70'ler iç savaş ortamı. Hocaların sokaklarda öldürüldüğü bir ortam. 12 Eylül sonrası, 28 Şubat sonrası tasviye ve yıldırma ortamı. Böyle bir süreci yaşamış kişilere neden susuyorsunuz derken bu gerçekleri görmemiz lazım. Susturulmuş bir akademik camia var. 21. yüzyıl Türkiye'sinde akademisyenlerin de doğru bildiklerini kamuoyuyla paylaşmaları gerekiyor. Çözüm sürecinde ve Gezi sürecinde 'akademik özgürlük nedir, ne değildir' bunu çok vurguladım. İnsanların toplumsal olaylar üzerine beyanat vermeleri, fikirlerini açıklamaları kesinlikle düşünce özgürlüğüdür. Ancak öyle örnekler de gördük ki, belgeleri de var. Herkes sürece katılsın diye "benden 10 puan deyip" öğrencileri şiddete teşvik eden hocalar da biliyoruz.

Eleştirilerini kaleme aldığı ya da fikrini sözlü açıkladığı için soruşturmaya uğrayan hocalar da oldu ama...

YÖK olarak itiraz makamıyız. Genellikle cezalardan sonra üst itiraz makamı olarak bize geliyor. Oradaki örneklerden de gördüğüm, maalesef işin yarısı yasa ise yarısı da zihniyet. Önümüze gelen örneklerden gördüğüm disiplin yönetmelikleri mobbing unsuru olarak kullanılıyor. Son dönemde yasanın niyetini aşan, irrasyonel gördüğüm birçok suçlamayı bozduk.

Siyasal baskı da var mı?

Son 40 yılın mirasının bugünkü öğretim üyelerini etkilememesi mümkün değil. Akademik camia içinde yaşadığımız zihniyet, akademik kültür, etik sorunlarından da kaynaklı. Son birkaç yıldır önüme gelen dosyalarda yöneticilerin zihniyetini görüyorum. Ancak bunu aşmamız lazım. Akademik özgürlüktür nedir, ne değildir diye özgürlükler bildirgesi açıkladım. Onun da arkasındayım. Şimdi bir adım daha ileri gidip etik ve mobbing sorunlarına dair 'akademik etik ilkeleri' belgesi oluşturuyoruz. Başbakanlık Etik Kurulu ve YÖK'ün görevlendirdiği uzmanlar birlikte çalıştılar. Bu belgeyi Üniversitelerarası Kurul'a sevk ettim. Referans belgesi olması için tüm tüm üniversitelerimize dağıtacağız.

Bahsettiğiniz özgürlükler bildirgesinin hemen ardındanda çok eleştirilen bir öğrenci disiplin yönetmeliği çıktı. Öğrencinin ceza alması beklenmeden soruşturma süresince üniversitelere girişinin yasaklanmasının da önü açıldı. 2000-2012 yılları arasında 48 bin öğrenciye soruşturma açıldı, 12 bini uzaklaştırıldı. Bu çok yüksek bir rakam değil mi?

2012'de 30 yıllık yönetmeliğini değiştirdik. Mevcut yasa çerçevesinde en özgürlükçü bir disiplin yönetmeliği ortaya kondu. Ama ilginçtir. Ona hem sağ, hem sol basından enteresan tepkiler aldık. Muhafazakar ve sol bir gazete aynı başlığı attı: "Tecavüzcü gençlik". Disiplin yönetmeliğinde tecavüz suçu görmemişler. Halbuki yönetmelikte "Kişilerin vücudu üzerinde cinsel davranışlarda bulunmak suretiyle cinsel dokunulmazlıklarını ihlal etmek" ifadesi vardı. Çok daha ağır bir ifadedir bu, sadece fiili saldırıyı içermiyor.

Bunlar cezası olması gereken şeyler zaten. Bunun yanı sıra cezalar kesinleşmeden öğrenciye yönelik önleyici uzaklaştırma cezası da tartışılmıştı?

2013 yılında üniversite olaylarında çoğalma oldu. Neredeyse bu öğrenci olayları sizin maddenizden dolayı çıkıyora geldi iş. Bizimde yapacak başka bir şeyimiz kalmadı. Açık söylemek gerekirse mevcut 2547 saylı yasanın çerçevesinde daha başka bir şey mümkün değil. Yasa bunu da çok ayrıntılı düzenlemiş. Her şey geliyor yasa da düğümleniyor.

Rakamlar 2012'ye kadar. Bu tarihten disiplin soruşturması geçirenlerin rakamları nedir?

Son rakamları bilmiyorum.

Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan, paralel yapı ile her alanda mücadelenin devam edeceğini sık sık dile getiriyor. Mücadele edilecek alanlar içinde üniversiteler de var mı?

Uygarlıklar tarihine bakarsanız üniversiteler her zaman çok önemli roller oynamış. Dünyada savaşlar da olsa, barışlar da olsa akademi kendi işini yapmış. O bakımdan akademi kendi kuralları, gelenekleri içinde kendi yolunda yürüyecektir diye düşünüyorum.

Al Jazeera

HABERE YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
1 Yorum