Anayasa Mahkemesinin 6528 Sayılı Kanunun yürütmesinin durdurmaması ile MEB hızla yönetici görevlendirme sürecine başlamıştır. Yönetici görevlendirme kılavuzunun hazırlandığı bugün yarın yayınlanacağı duyumları alınmaktadır. Anayasa Mahkemesinin yeterli koşulların oluşmadığı gerekçesiyle yürütmesini durdurmama kararına esas gerekçe ise Milli Eğitim Bakanlığının Yönetici Görevlendirme Yönetmeliğini hazırlamış olmasıdır diye düşünmekteyim. Yani; 13 Haziran gibi yöneticileri görevden almak için belirlenmiş tarih olduğundan konunun aciliyetini tespit etmiş, ancak, hukuka aykırılığı görmemiş ve yeterli koşulların oluşmadığı kanaatine varmıştır. Belki de hazırlanan Yönetmelikle hukuka uyarlılığın sağlanacağını düşünmüş de olabilir.
Şimdi hukukçu olmayan kimliğimizle görebildiğimiz hukuka aykırılıkları ve yöneticilerin dava açmaya hazırlandıkları bazı hususlara bir göz atalım.
Her şeyden önce kamu kurumlarının sürekli görevlendirme personel ile yönetilmesinin kamu yönetimine ve verimliliğe yararı olmayacağı açıktır.
Sözlü sınavlar idarenin müzmin isteği mahkemelerin ise işlemi bozma gerekçesi olmuştur. Ama bundan idare nedense hiç vazgeçmemiş, mahkemede işlemi bozmaktan vazgeçmemiştir. Bu garip paradoks sürgit devam etmiştir. Sözlü sınav idareye sınırsız yetki vermektedir. İdareye sınırsız yetki veren her düzenleme de mahkemelerden dönmektedir. Dolayısıyla ilgili Yönetmelikle öngörülen tüm sözlü değerlendirmeler mahkemenin önüne gelecek dava dilekçeleri olacaktır.
İlgili Yönetmelikte görev süresi uzatılacak hâlihazırdaki okul ve kurum müdürlerinin değerlendirilmesi Ek-1 değerlendirme kriterleri üzerinden yapılır denilmektedir. Ek- 1 de yer alan değerlendirme yöntemine baktığımızda; 40 puanı en kıdemli ve en kıdemsiz öğretmen, öğretmenler kurulunda seçilen iki öğretmen, öğrenci temsilcisi, okul aile birliği başkan ve başkan yardımcısı tarafından verileceği; geriye kalan 60 puanın ise ilçe milli eğitim müdürlüğünde görevli şube müdürleri ve ilçe milli eğitim müdürü tarafından vereceği ifade edilmektedir. Yönetici olarak görevlendirmesinin uzatılmasını isteyen yönetici, öncelikle yöneticiliğini yaptığı kurumundaki değerlendiricilerden herhangi birinden düşük puan aldığında bu puanı neye göre tespit ettiğini; ilçe milli eğitim müdürlüğünün verdiği puanın düşük olması halinde de yine bu kanaatlerini hangi objektif verilere göre puana dönüştürdüklerini sorgulayacaktır. Sonuçlarını da elbette mahkemeye taşıyacaktır. Çünkü idareye 60 puan taktiri ile açıkça sınırsız bir yetki verilmekte ve değerlendirmeler objektif, ölçülebilir kriter içermemektedir.
İdarece okul ve kurum müdürü olarak görevlendirileceklerin kendi müdür yardımcılarının inhasını yapacak olmaları da kendi içinde ayrı bir dava konusudur. Müdür yine hangi ölçülebilir kriterlere göre müdür başyardımcısını ve müdür yardımcılarını seçecek ve görevlendirilmesi için üst makama sunacaktır. Bu uygulama ise, idarenin sınırsız yetkisinin yanında, kararlarının da kurumlarda tartışmasız ve sınırsız hüküm süreceği gerçeğiyle karşı karşıya kalınacağını akla getirmektedir. Bu da okul ve kurum içinde kamplaşmaya neden olan ve iş barışını bozabilecek husus olacak, mahkemelerin de önüne dava konuları olarak gelecektir.
Şimdi başka bir konudan belki de bir ihmal den bahsetmek gerekiyor. Malum Yönetici Görevlendirme Yönetmeliğinin 15. Maddesi 2. Fıkrasında, Ek-1'de yer alan form üzerinden yapılacak değerlendirme, müdürlük görev süresinin sona ereceği ders yılının son gününe göre, üç ay öncesinden itibaren yapılır denilmektedir. Bu görevi yerine getirecekleri de aynı maddenin 3. Fıkrasında şöyle işaret etmektedir; Ek-1'de yer alan formun değerlendirilme sürecine ilişkin iş ve işlemler, il milli eğitim müdürlüklerinin koordinesinde eğitim kurumunun bağlı olduğu ilçe milli eğitim müdürlüklerince yürütülür denilmektedir. Bu işlem yönetmelikte ifade edilen süre içinde yapılmamıştır. O halde, bundan sonra yapılacak iş ve işlemler de Yönetmeliğe aykırı olacaktır. Bu da bir dava konusu olarak mahkemelerin karşısına çıkacaktır.
Eğitim Sendikalarının açacağı dava, ilgili Yönetmeliğin tümden ya da bazı maddelerinin iptaline yönelik olacaktır. Bunun yanında yukarıda ifade edilen konularda açılabilecek bireysel davalar da gündemi meşgul edecektir.
6528 Sayılı Kanun halen Anayasa Mahkemesince esastan görüşüleceğine göre, telafisi olmayan mağduriyetlerin önünü almak, kamu yararının olmadığı konuları tespit etmek, işlemin tesisinden yani mağduriyetlerin ortaya çıkmasından önce önlem almak hukuksal öngörüdür diye düşünmekteyim. Öyle ya; sadece mahkemeleri bile bu kadar dava süreçleriyle uğraştırmanın, kamuya yararının olmadığı açıktır.