YÖK Reformu (!)

Basına yansıyan haberler, YÖK Başkanı Sayın Yusuf Ziya Özcan'ın açıklaması yükseköğretim sistemimizde önümüzdeki sene kapsamlı bir değişiklğin yapılacağına işaret ediyor.

Önümüzdeki sene diyorum zira Sayın Yusuf Ziya Özcan'ın açıklamasından anladığımız öncelikle bir anayasa değişikliğinin gerçekleşeceği, Anayasa'nın ünlü 130 ve 131. maddelerinde yapılacak değişiklik çerçevesinde de YÖK bünyesinde alternatif modeller oluşturulacağı.

Sayın Özcan muhtemelen YÖK'ün isminin ve logosunun da değiştirileceğini ifade ediyor.

Bu sembolik değişiklik bile çok olumlu zira YÖK, bir simge, bir sembol olarak anayasal, yasal sistemimize girdiği günden beri olumsuz çağrışımlar yapan bir kurum.

Ancak, aşağıda da belirtmeye gayret edeceğim gibi, YÖK'e izafe edilen olumsuzluklarda bir ölçüde, kısmen haksızlık da yapıldığı kanısındayım zira yükseköğretim sistemimizin içerdiği olumsuzlukların çok önemli bir bölümünün köklerinin başka yerlerde olduğu kanısını taşıyorum.

YÖK'ün adı da, logosu da, kurumları ve işleyişi de değişse, hatta tümüyle ortadan da kalksa değindiğim olumsuzlukların daha uzun bir süre devam edeceğini düşünüyorum.

Anayasa'nın 130 ve 131. maddelerinde nasıl bir değişikliğe gidilecek, ya da yeni Anayasa'da benzer maddeler olacak mı, olmayacak mı bunları bilemiyorum.

Yükseköğretim sisteminin işleyişi nasıl değişecek, bunu da bilemiyorum ama YÖK'ün ismi ve logosu dışında anlayabildiğim kadarıyla rektörlerin, dekanların tayin usulleri değişecek, muhtemelen akademik yükseltme yöntemleri daha adem-i merkeziyetçi (!) hale gelecek, üniversitelerarası kurul gibi üst organların görev ve yetkileri yeniden formüle edilecek, vs.

Bu değişikliklere özel olarak bir itirazımız olmayabilir.

Ancak, bendeniz, yükseköğretim sisteminin temel sorunlarının buralardan kaynaklandığı kanısında değilim.

Türkiye yükseköğretim sisteminin kanımca iki temel problemi öğretim üyesi yetiştirme ve müfredat anlayışı.

İsterseniz ikincisinden başlayalım.

Türkiye üniversitelerinin yöneticilerinin büyük çoğunluğu, bunlara YÖK üyeleri de dahil, temel problemin, 2011 senesine girerken, mevcut müfredat anlayışının çağın gerekleri ile uyumsuzluğu olduğu meselesini tam farkedemiyorlar; farkedenler de meselenin üzerine gitmiyorlar.

Mevcut lise çıkış bilgi ve anlayış düzeyi, son iki senenin üniversite sınavı odaklı geçtiği gerçeği veri iken, üniversitelerde daha birinci sınıftan başlayarak mesleğe yönelik öğretim anlayışının saçmalığı, verimsizliği, kaynak israf edici yönü nasıl görülmüyor, ben bunu anlayamıyorum.

21. yüzyılda insanların aktif yaşamları boyunca dört-beş meslek değiştireceği gerçeği de işin cabası; ama biz buna rağmen daha birinci sınıfta çocuklara mühendislik, hukuk, iktisat okutmaya başlıyoruz ve daha da vahimi bu alanlarda üniversite döneminde adeta uzmanlaşmaya yönelebiliyoruz. Ne büyük bir hata.

Kulaklara hoş gelmeyebilir ama üniversite eğitimi/öğretimi büyük ölçüde bir genel eğitim çerçevesine sokulmalı, branş derslerinde sadece temel bilgiler verilmeli, meslek edinmeye yönelik öğretim MUTLAKA AMA MUTLAKA lisansüstü aşamalara bırakılmalıdır.

Öğretim üyesi profili konusu ise, bu birinci meseleye bağlı olarak yeniden ele alınmalıdır; benim önerim her sene ABD ya da İngiltere'ye beş bin dolayında doktora öğrencisinin devlet burslusu olarak gönderilmesidir. Bu sürecin vergi mükellefine maliyeti, çarpıp bölerseniz, sanıldığından çok daha azdır.

Üniversitelerimizin temel sorunu kimin, nasıl rektör ya da dekan olacağı değildir.

Mevcut müfredat yapısı ve anlayışı, mevcut öğretim üyesi profili değişmedikçe kimin rektör ya da dekan olduğu tali bir konudur.



Eser KARAKAŞ-Stargazete

İlk yorum yazan siz olun
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.

EĞİTİM Haberleri