Koronavirüsten hayatını kaybeden Prof. Dr. Cemil Taşçıoğlu’nun oğlu Onur: Yoğun bakımdayken ‘bunun sonu yok’ dedi
Prof. Dr. Cemil Taşçıoğlu koronavirüsten kaybettiğimiz ilk sağlıkçı. Bu bile onu tek başına salgınla mücadelenin sembolü kılmaya yetiyor ama sadece bu değil. Cemil hoca, Türkiye’de Covid 19’u ilk teşhis eden kişi de aynı zamanda. Oğlu Onur Taşçıoğlu, babasının sadece iyi bir hekim değil, çok iyi bir insan olduğunu da söylüyor.
Ne olduğunu bildiği, gelişimini izlediği meslektaşları arasında konuya ilişkin ilk bilgilere sahip olduğu halde salgına kurban gitmesi hem üzücü hem de şaşırtıcı olmuştu. Disiplinli, dikkatli bir insan olarak “boşverir” bir tutuma sahip olduğu elbette söylenemez. Babasının ölümünden sonra yaptığı açıklamalarla bir kaybın nasıl olgunlukla yaşanacağı konusunda son derece hayranlık uyandıran bir örnek olan oğlu Onur Taşçıoğlu da bunu belirtiyor. “Çok ciddi bir hastalık bu. Dikkatli olmak, elleri sık yıkamak lazım derdi” diyor.
Cemil hocanın hastalıkla karşılaştığı süreci Onur Taşçıoğlu şöyle anlatıyor: “Sapanca’da kongreleri vardı ama babam gitmedi. Hafta sonu evdeyken çok halsizleşiyor. Pazartesi sabahı erkenden işine, hastaneye gidiyor. İlk iş olarak da hemen akciğer filmini çektiriyor. Virüsün yayıldığını görüyor. Zatürre olabileceği kuşkusuyla hemen teste yollanıyor bulgular. Bir gün sonra da Covid-19 olduğu ortaya çıkıyor”. Tansiyon dışında başka bir rahatsızlığı yoktu Cemil hocanın. Şanssızlığı virüsün kuluçka döneminde vücutta yayılmış olması. On gün sonra fark edilmesi geç kalmak anlamına geliyor.
HASTALARINDAN GEÇTİ
Nasıl bulaştığı merak konusu tabii. Çoğu doktor hastayı önce dinler, röntgenini, kan tahlilini ister hastasından ama Onur, babasının, kendi kuşağının bir çok doktoru gibi hastalarını mutlaka eliyle muayene ettiğini belirtiyor. Bunda o kadar ustalaşmış ki Cemil hoca, elle muayene sonucu ne tahmin ettiyse hastanın yapılan tahlillerinde de benzeri sonuç çıkarmış. Bu nedenle “hastalarından geçtiğinden eminiz” diyor. Hastalığa yakalanmadan on gün önce kontrol ettiği bir hastasında Covid 19 olabileceğinden kuşkulanmış hoca. O zaman henüz bu kadar yaygın değil virüs. Daha sonra söz konusu hastanın gerçekten de Covid-19’lu olduğu anlaşılıyor.
Süreci merak ediyoruz tabii. Çünkü tıp dünyasının içinde olan önemli bir bilim insanının vakıayla mücadele aşamaları, trajik de olsa, öğretici olabilir. Onur Taşçıoğlu’nun verdiği bilgilere göre Cemil hoca hastaneye yatırılıp BT’si çekilip, boğazından da kontrol amaçlı sıvı alındıktan bir gün sonra Çarşamba günü yoğun bakıma alınıyor. Perşembe günü durumunda gözle görülür bir düzelme görülüyor. Kahvaltı yapıyor, iç çamaşırlar istiyor oğlundan. Hatta oğluyla telefonda sohbet de ediyor. Ancalık hastalık yeniden şiddetlenince hoca entübe oluyor. Entübenin ikinci ya da üçüncü günü çekilen akciğer filmi iyi görünüyor, kan değerleri düzeliyor. Onur ve aile “kurtuluyor” diye seviniyorlar.
SİTOKİN FIRTINASI DEDİKLERİ
Onur’dan çoğumuzun bilmediği bir bilgi alıyorum. Can sıkıcı biraz. Onur “hastalığın en kötü özelliği şu; bağışıklık sistemi virüsle savaşmak için yoğun olarak devreye giriyor, savaşıyor. Tüm sistemi korumak amacıyla da bütün organlara saldırıyor”. Yani, bağışıklık sisteminin güçlü olması da soruna dönüşebilir, adı da var bu durumun Sitokin Fırtınası deniyor. Hoca biraz iyileşme belirtileri gösterdiğinde entübeden çıkacak sevincini yaşarken aile, doktorların “bugün de entübede kalsın, yarın çıkaralım” önerisiyle karşılaşıyor. Virüs yeniden yayılmış çünkü, nedeni de işte bu Sitokin Fırtınası. Son aşama artık. Virüs damar yollarını tahrip ediyor, kanda kirlilik artıyor, temiz kan veriliyor ama artık çok geç maalesef. Hocaların hocası, öğrencilerinin sevgilisi, bilim camiasının seçkin bireyi, tanımını ilk kez kendisinin yaptığı Covid-19 yüzünden aramızdan ayrılıyor.
VEDA EDER GİBİ KONUŞUYORDU
Onur’un, dediğim gibi, acıyı kabullenmekte olduğu kadar, deneyimlerini başkalarıyla paylaşma olgunluğundan da cesaret alarak sordum tabii. “Ne düşündü hastalığını öğrendiğinde Cemil hoca?” Onur “yoğun bakımdayken bunun sonu yok dedi bana. Hepimizle veda eder gibi konuşuyordu” diye yanıtladı sorumu.
Bir bilim insanı olarak tutumu tabii ki şaşırtıcı gelmiyor Cemil hocanın ama “hastalığın tedavisi için gerekli tüm ilaçları bende deneyebilirsiniz” diyerek gönüllü denek oluşu yine de son derece cesur bir karar. Hastalığı ilk tanımlayan biri olarak, bedenini bu virüsle savaşta tıbbın hizmetine sunmayı ihmal etmiyor. “Henüz bilinmeyen bir hastalık olduğu için Çapa Tıp’ta dahiliyeden kalbe hangi alanın uzmanı varsa onlardan bir bilim kurulu oluşturuldu. Haftanın üç günü toplanıp, o sırada hangi ilaçlara devam edilmesi gerektiğine karar veriyorlar. Babamın isteği üzerine her türlü ilacı kullanıyorlar” diye anlatıyor Onur.
BU ÇOCUK DÜZELİR
Onur’un deyimiyle “dört koldan” kurtarılmaya çalışılıyor Cemil hoca. Çin’den gelen bir ilaç var, ona ihtiyaç duyuluyor. Sınırlar kapalı. Cumhurbaşkanı, Sağlık Bakanı, İstanbul Valisi devreye girerek getirtiliyor ilaç. Hem Cemil hoca için hem de Türkiye’nin çeşitli yerlerine gönderilmek amacıyla. “Zamanında geldi ilaç” diyor Onur. Yoğun bakımda işe yarıyormuş, şu an hastaların çoğunun kullandığı, iyileştirmede etkili olan bu ilaç da belki de hocanın saye sinde Türkiye’ye erken getirtilebildi.
Cemil hocanın ne kadar sevildiğini, yakınları bilirdi ama biz kaybından sonra öğrendik. “İnsanlar kimi yeteneklerle doğarlar. Babam da, inanıyorum ki doktor yeteneğiyle doğmuş bir insandı” diyor Onur. Devam ediyor: “Dahiliye, hastalığın ne olduğunu anlatan bir daldır. Ne olduğu anlaşılamayan bir hastalık olduğunda babama sorardı meslektaşları. Son derece isabetli çıkardı koyduğu teşhis. Bir çalışanımın çocuğu hastaydı, babama yolladım. Kötü bir teşhis konmuştu çocuğa. Babam, ‘oğlum, bu nasıl teşhis? İlaç tedavisiyle düzelir bu çocuk’ dedi. Dediği gibi de oldu. Bu tek örnek değil elbette...”
Araştırmada, incelemede çok dikkatli olan Cemil hocanın ameliyatsız iyileştirdiği çok sayıda hastası var. Teşhis konamayan ya da yanlış tanı konan hastaları iyileştirdiği biliniyor. Sadece kitaba bakarak teşhis koyan bir doktor da değildi. Hastalarıyla empati kuran, tedavi sürecinde onları anlamaya çalışan, anlayan bir doktordu. Hastalarının hobilerini, hangi rengi sevdiklerini bile öğrenen, onların güvenini kazanan, bunu tedavinin bir parçası olarak gören biri oluşu anlatılıyor hala. Hiç susmayan telefonunu yanıtsız bıraktığı görülmemişti.
O nedenle “herkes iyi doktor, iyi insan olabilir. Bambaşka yetenekleri olabilir. Amam babamda iyi doktorluk da iyi insanlık da yetenek sahibi olmak da aynı anda mevcuttu” demekte haklı Onur Taşçıoğlu.
SARILMAYI UNUTTURAN SALGIN HATIRLANMAYI HAK EDİYOR
Ölümüyle hem tıp çevrelerinde hem de tüm Türkiye’de büyük üzüntü yaratan bu muhteşem bilim adamı için ülkedeki tüm hastanelerde saygı duruşu yapıldı öldüğü gün olan 1 Nisan’da. Oğlu Onur Taşçıoğlu bunun sürdürülmesini, her yıl yapılmasını istiyor. Bu amaçla Türk Tabipler Birliği ile görüşme halinde. “Ama sadece babam için değil. Kaybettiğimiz tüm sağlık emekçilerini andığımız, saygımızı sunduğumuz bir gün olsun istiyorum. Çünkü, bu salgını atlatsak bile yıllar sonra 2020’de Covid-19 diye bir şey vardı densin istiyorum. Kucaklaşmayı, sarılmayı bize unutturan bir salgın olarak hatırlanmayı hak ediyor çünkü. Neleri, hangi alışkanlıklarımızı kaybettiğimiz ileride de bugün aracılığıyla hatırlansın istiyorum” diyor.
Bu büyük tıp adamının adı tanısını yaptığı, mücadelesini verdiği ama yenik düştüğü hastalıkla ilgili olarak büyük farkındalık yarattı. Bu nedenle çoktan kalbimizde yer etmiş o soylu adı bir hastaneye verildi. “Sağlık Bakanlığı Prof. Dr. Cemil Taşçıoğlu Şehir Hastanesi” tabelasını gören herkes bu saygın bilim adamının tıbba kazandırdıklarını da , öyküsünü de mutlaka merak edecek.
Bu günler geçecek. Ama Cemil hoca ile beraber kaybettiğimiz tüm sağlık emekçileri, diğer sektör mensupları, bütün kayıplarımız “geçip gitmeyecek” elbette. Hem kalplerimizde hem toplumsal hafızamızda yerlerini koruyacaklar.
Kaynak : Cumhuriyet