Biz farkında değiliz. Sürekli olarak sürücü değiştiririz. Fakat hep başka araç sürmekte ehliyeti olanları getirip direksiyona oturturuz. Tabiri caizse; otobüsümüzü en iyi kepçe operatörlerine emanet ederiz.
Hani direksiyondaki kişi gaz pedalına yüklenir fakat motor yakabileceği kadarını yakar, gerisini egzostan duman olarak atar. Araç sürücüsü bunun farkına varırsa ayağını gaz pedalından çekerek motorun yakabildiğinden fazla yakıtı motora göndermeyi keser. Böylece sürücü, hem motoru rahatlatır ve hem de yakıt sarfiyatını azaltır. Fakat yıllardır MEB’i yönetenler bunun farkına varmak için kendilerine bakmazlar. Motora bakmazlar. Egzosa bakmazlar. Motorun boğulmak üzere olduğunu hissetmezler. Çünkü; bu aracı idare eden sürücüler bu aracın sürücü ehliyetine haiz değiller.
Milli Eğitimin en önemli sorunu müfredattaki uygunsuzluklardır. Ne Türkiye gerçekleriyle uyum sağlıyor ne de derslerin işleyişine…
Bir matematik dersi var ki; okullarda öğrencilere yıllarca işkence aracı olarak kullanılıyor. İlköğretimden Üniversite eğitimine kadar yabancı dil dersi vardır. Ne hikmetse bunca saat ders görüp yabancı dil eğitimi alan(!) hiç kimse çat-pat bile olsa İngilizce konuşamamaktadırlar.
Normal Eğitim Normal mi?
Eğitimden anlayanlar ve anlamayanların ortak bir söylemleri var. Hedefimiz normal eğitime geçmektir. Aslolan normal eğitimdir. Aaah ah. Bir normal eğitime geçsek.
Peki Normal Eğitim Nedir?
Okullarda sabahtan öğleye kadar ve öğleden sonra akşama kadar eğitim görülmesine normal eğitim deniliyor. Bir de sabahçı öğleci durumu var. Sabahtan öğleye kadar süren müfredat eğitimine sabahçı; öğleden sonra başlayıp akşam bitene kadar ise öğleci deniyor. Bunların dışında başka örgün eğitim alternatifi yoktur. Akşam liseleri literatürde kaldı. Uygulamadan çıkarıldılar. Akşam sanat okulları ismi ise bazı kurumların sadece norm kadro sorununu çözmek için ismen var. Yaygın eğitim kurumu olarak ise açık öğretim başka bir alternatif eğitim imkânı olarak öğrencilerin hizmetine sunulmaktadır.
Normal eğitimin zararları
Vaktiyle bir bakanımız şöyle demişti: “Ana sınıfları çocuk bırakma yerleri değildir”. Evet hiçbir okul çocuk bırakma yeri değil; hayatta lazım olan eğitimin verileceği kurumlar olmalı. İnsanı donatan ve değerli kılan eğitimler verilmeli. Çocuklar, hayattan koparılmadan eğitilmeli. Eğitim sürekli olarak kapalı bir ortamda oturarak yapılmamalı. Kafaları doldururken bedenler zayıf kalmamalı. Bedenin özellikle de iç organların sağlıklı olmasına gereken önem verilmelidir.
Örgün eğitim çocuklarımızı gerçek hayattan koparmamalı. Okula giden çocuklar çocukluklarını yaşamanın yanında ayrıca günlük hayatta ebeveynlerinin yaptıkları işleri tanımalı, onlara yardım etmeli. Yani çocuklar sadece ana-babanın ihtiyaçlarını karşılamak zorunda bırakıldığı varlıklar olarak görülmemeli. Günlük hayatla irtibatlarının kesilmesi yerine iletişim kurulmalı, hatta güçlendirilmeli.
Obezite Olayı Normal Eğitimin Sonucudur
Öğrencilerimiz, normal eğitimin kısa öğle arasını ya aç kalarak geçirmekte ya da hazır yiyecek türü bir şeylerle geçiştirmektedirler. Böylece dengesiz veya yetersiz beslenme ortaya çıkmaktadır. Çabuk hazırlanan ve yağlı olan yiyecekler tüketilerek kapalı ortamda hareketsizlikle geçen bir günün ardından sindirme sorunları ve obeziteye davetiye çıkartılmaktadır. Ve diyabet sorunları ile mücadele…
Normal eğitimin getirdiği bina ve personel maliyetleri de unutulmamalıdır. Çifte tedrisatta bina maliyeti yarı yarıya azalmaktadır.
Gerçek hayattan koparılan gençlerimiz normal eğitimin bağımlısı olmakta ve böylece bağımsız iş kurabilme kabiliyetleri körelmekte; kendisini kurulu düzenin bir parçası olmak zorunda hissetmektedirler. Sonuçta atanamamış meslek mensupları bu sistemin ürünü olarak karşımıza bir Devlet istihdam sorunu olarak çıkmaktadır.
Demem o ki; milli eğitimde bir yapısal değişim yaşanacaksa buna öncelikle müfredattan başlanmalı.
Ali COŞKUNER
Eğitim yöneticisi