Üstün Zekâlılar “Seçme Sınavı!”
22 Mart 2015 Pazar günü üstün zekâlı ve yetenekli öğrencileri belirlemek için Türkiye çapında bir sınav yapıldı. Bu sınava 2. 3. ve 4. sınıftan öğrenciler katıldılar. Sınava katılacak öğrencileri eğitim gördükleri okullarınca, daha doğrusu öğretmenleri belirledi. Yine öğretmenlerince sınav başvurusu E- okul üzerinden yapıldı. Bu sınav için kimi öğretmenler sınıfının en çalışkan öğrencilerini yönlendirdi, kimisi de en “aykırı” ve en “yaramaz” olanlarını…
Öncelikle Bakanlığı merkezi sınav gerçekleştirerek daha çok öğrenciye ulaşılabilmenin önünü açtığı için kutlamak gerekir. Köy, kasaba, ilçe vb.gibi ulaşım açısından daha uzak yerleşim birimindeki öğrenciler de bu sınava başvuru yapabildiler. Yaklaşık 228 bin öğrencinin bu sınava katıldığı ifade edilmektedir. Bunun yanında sınırlı kadrosu ile BİLSEM yöneticilerinin üzerindeki sınav organize etme yükü de kalkmış oldu. Bu bile yıllardır küçükte olsa ilk kez önemli bir adım atıldığını göstermektedir. Ama daha büyük adımların atılması gerektiğinin zamanının geldiğini vurgulamak gerekir.
Bu adımların neler olabileceği konusuna, tekrar dönmek üzere bir yana bırakarak, sınavı ve sınav gününü irdelemek istiyorum. O gün biraz gözlem yapma şansım oldu. Sınava giren öğrencileri ve ailelerini gözlemledim. Üzülerek belirtmek isterim ki tablo hiçte iç açıcı değildi. Velilerin üst düzey beklentilerini gördüm ve çocukların üzerindeki bu beklenti yükünün ağırlığını fark ettim. İlkokul 2. ve 3. sınıf düzeyindeki çocuklardan mükemmeliyetçilik düzeyinde beklentiler, onlara biçilen misyon, ve bu çocuklara hissettirilen diğer çocuklardan üstün olma duygusu, çocukların üzerinde bir kambur gibi duruyordu. Elbette bu beklentiler sonucunda çocuğun zihninde oluşan “bu görevini yerine getirmek ve beklentileri boşa çıkarmamak için gereğini yapabilmek duygusuydu. Çevresinin gözündeki üstün konumunu korumalıydı. Gelgelelim çoğunluğu bu sonuca maalesef ulaşamadı. Sonra ağlayan çocukların yaşadıkları ise, özgüven zedelenmesi, kaygı durumu, kırılganlıklar, çekimserlik, yapamayacağım duygusu ve çevresinin üstün beklentilerine cevap verememe korkusuydu. Bir de bu sınavın, farklı bir algısı da vardı elbette. “Üstün zekâlı” çocuklar belirlenecekti. Ama ya o soruları yapamaz ise, “başarılı” olamaz ise... Çevresindekilerin onunla ilgili hayallerini yıkılacak mıydı? Üstün beklentilerine cevap verememiş mi olacaktı? Yoksa “Üstün zekâlı” değil miydi? Maalesef çocukların yaşadıkları bu duygusal süreç psikolojik bir zorlanmaydı. Ancak bazı ailelerin bu süreci iyi yönettiklerini de görmek mutluluk vericiydi.
Çocuklar sınav öncesi böyle bir duygu durum içindeydiler. Sınav sırasında ise çocukların tedirginliklerini gözlerinden okumak mümkündü. Sosyal medyada sınav gözlemini yazan bir görevli öğretmenin paylaşımını aynen aktarmak istiyorum. “Veli önce çocuğun oturduğu yeri kontrole geldi. Sıraya baktı, ardından ikinci defa su getirdi. Çocuğun iki şişe suyu olmuştu. Çocuk öyle tedirgindi ki, bu hal ve hareketinden anlaşılıyordu. Sınavın başlamasından 30 dakika sonra çocuk ağlamaya başladı. “Ben çıkmak istiyorum. Bu soruları anlamıyorum ama sıfır almak da istemiyorum. Hepsini yapmalıyım…” diyordu. Başka bir öğrenci de sürenin dolmasını beklerken sabırsızlandı, “çıksam olmaz mı?” diye sordu. Ben de kitapçık senin istediğin gibi karala dedim. Öyle mutlu oldu ki, resimler, şekiller bir sürü şey çizdi. Her halde onun sınavdan daha çok resim yapmak ilgisini çekiyordu.” Bu gözlemler gibi diğer sınıflarda neler yaşandığını araştırmak gerekir. Ancak bu gözlem bile, Bakanlığın İlkokul 1. 2. ve 3. sınıflarda müfredattan sınav uygulamasını kaldırmasının ne kadar doğru bir karar olduğunu bize göstermektedir. BİLSEM sınavında 2. ve 3 sınıfların sınava tabi tutulmasını bu karar doğrultusunda yeniden değerlendirilmesi gerektiğini de ifade etmek gerekmektedir.
Ailelerin çocuklar üzerindeki mükemmeliyetçilik düzeyindeki beklentilerinin çocuklar üzerindeki olumsuz etkilerinin yanında, sınav soruları da çocukları etkilemiştir. Testin “zor soruları üstün zekâlı çocuklar cevaplayabilir” mantığıyla hazırlanmış, çoktan seçmeli sorulardan oluşan başarı testi olduğunu görmekteyiz. Sınavın seçme, dolayısıyla da eleme amaçlı olduğu, üstün zekâlı ve yetenekli öğrencilerin seçimine yönelik özellikle hazırlanmış bir test olmadığını söylemek mümkündür. Psikolojik bir ölçüm aracı olmadığını da ifade etmek isterim. Yani velilere belirtmek isterim ki, bu sınavla çocukların zekâ düzeyleri belirlenmemiştir ve buradan çocuğun zekası ile ilgili bir sonuç çıkarılmaması gerekmektedir. Bunun yanında soruların sınıf seviyesinin üstünde bir zorlukta hazırlanmış olduğunu görmekteyiz. Sınav sorularının zor ya da kolay olması üstün zekâlı çocukların tespitinde gerçekçi bir yaklaşım değildir. Zira örneğin lise düzeyinde sorular sorulmuş olsaydı, sınav sonucunda hiç üstün zekâlı ve yetenekli çocuk olmadığı anlamına mı gelecekti? Elbette hayır.
Bu sınavın seçme ve eleme amaçlı bir sınav olduğu gerçeğinden yola çıkarsak, ne kadar öğrencinin sınavı kazanmış olacağının belirleyicisi ne olacaktır? Öğrenciler çevresindeki BİLSEM’lerin kontenjanlarına göre mi bireysel incelemeye çağırılacaktır? Yoksa bir baraj puanı belirleyip, okulların destek odalarına da bu öğrenciler yönlendirilecek midir? Sınavı kazanıp kazanmama BİLSEM’in kontenjanına bağlı ise, büyük şehirde bir BİLSEM in kontenjanı 50 öğrenci olduğu düşünülürse, 50 öğrenci kalana kadar elemelere devam mı edilecektir? Peki, seçme sınavı sonucuna göre elenen veya bahsedilen bu kontenjana giremeyen öğrencilerin içinde üstün zekâlı ve yetenekli öğrencilerin olmadığından, bilimsel olarak gerçekten emin miyiz?
Bu sorular üstün zekâlı ve yetenekli bireylere ulaşma adına üzerinde gerçekten çalışılması gereken sorular ve sorunlardır. Şimdi yukarıda büyükçe bir parantez açarak yarım bıraktığımız konuya dönelim ve “atılması gereken daha büyük adımlar neler olmalıdır” bunları biraz irdeleyelim.
Bakanlık takdir edilecek şekilde üstün zekâlıların ve yeteneklilerin tanılanması adına Türkiye çapında ilk defa merkezi bir sınav gerçekleştirmiştir. Bu sayede daha çok öğrenci bu sınavlara katılma şansı elde etmiştir. “Sınav” uygulaması şeklinde de olsa bu süreç tanılama sürecinin birinci basamağı olarak değerlendirilmelidir. Seçme sınavını aşan öğrenciler için şimdi tanılama sürecinin ikinci aşaması olan “bireysel inceleme” yapılacaktır. Bu aşamada genel yetenek alanından başvurmuş öğrenciler zekâ testi uygulamasına ve resim ve müzik yetenek alanından başvurmuş öğrenciler ise yetenek sınavına tabi tutulacaktır. Bu zorlu süreçte çocukların bir kısmı elenecek bir kısmı tanılanmış olacaktır. Ya sonra… Tanılama sürecin sonunda tanılanan öğrencilerin eğitimlerini yavaş gelişen bir sürece bırakmak elbette çocuklara yarardan çok zarar verecektir. En az sınav süreci kadar etkili ve hızlı bir eğitim planlaması yapılması gerekmektedir. Yetenek sınavından başvuran öğrencilerin eğitim planlaması alanlarına göre, genel yetenek alanından sınava giren öğrencilerin eğitim planlaması yetenek alanlarına göre ve bireysel farklılıkları da göz önüne alınarak ayrı ayrı yapılmalıdır. Kaldı ki, üstün zekâlı ve yetenekli de olsalar hepsinin farklı yetenek özellikleri olacağı kesindir. O nedenle öğrencileri yetenek özelliklerine göre gruplandırmak ve grup içinde bireysel özelliklerin de gözetileceği bir planlama yapılması gerekmektedir. Bunun için de hızlıca, zekâ ve yetenek seviyesinin özelliklerine göre hazırlanmış, kazanımı ve hedefleri olan bireysel farklılıkları gözeten, ölçme ve değerlendirme basamaklarını da içeren bir çerçeve müfredat programı hazırlanmalıdır. Eğitim süreci ve işleyişi değerlendirilmeli ve takip edilmelidir.
Bu ifadeler bana göre atılması gereken diğer adımlardır. Ancak üstün zekâlı ve yetenekli eğitimlerin yaygınlaşmasını, daha geniş kitlelere ulaşmasını sağlayacak en büyük adım ise, yönetmeliğe destek odası olarak girmiş olan, okullarda bireysel destek eğitim ortamlarını geliştirilmesi, işler hale getirilmesi ve okul destek eğitim programlarının hazırlanması olacaktır. Tanılama, her okulun kendi görev tanımında yer almalı ve süreç değerlendirmesi şeklinde gerçekleştirilmelidir. Bu sayede “sınav” uygulamasının yukarıda belirtilen olumsuz etkileri de bertaraf edilmiş olacaktır. Üst düzey beklentilerin, ayrıştırmanın ve etiketlemenin öğrenciler üzerlerinde baskı oluşturacağı bir gerçektir. Bu durum iyi yönetilemezse gelecek yaşamlarında; hem akademik, hem de sosyal alanda büyük rahatsızlıklara ve uyumsuzluklara neden olabileceği göz ardı edilmemelidir.
Şu da unutulmamalı ve atlanmamalıdır. Her çocuk özeldir ve mutlaka geliştirilmeyi bekleyen yeteneği/yetenekleri mevcuttur. Her öğrenci ilgi ve yeteneği doğrultusunda destek eğitim alama hakkına sahiptir. Kimisi desteklenmeye, kimisinin ise daha fazla desteklenmeye ihtiyacı olabilir. Bu öğrencilere aynı ortamda, ayrı ayrı bireysel destek eğitimleri verilmesi gerekmektedir. Öğrenciler kendi sosyal ortamlarından ayrılmadan, kendi okullarında ama etiketlenmeden ve ayrıştırmadan yetenekleri doğrultusunda desteklenmelerinin yöntemi bulunmalıdır. Okullardaki destek eğitim uygulamalarının geliştirilmesi ve ete kemiğe büründürülmesi bunun için iyi bir fırsattır. Belki o zaman üstün zekâlı ve yetenekli çocukların tanılama sürecinde Merkezi Öğrenci Seçme Sınavına, bunun yanında ayrı binalara ve ayrı bir maliyetlere gerek olmayacaktır. Belki o zaman eğitim, olması gereken yere, -iyi bir program ve yetişmiş öğretmen ön koşulu ile- okullara dönecektir.