Türkler ve herkes için Şili dersleri

Türkler ve herkes için Şili dersleri

İnsanlık tarihinin tartışmasız en heyecan verici olaylarından biri yaşandı Şili'de ve göçük altında kalan 33 madenci, 69 gün sonra yerin yaklaşık 700 metre altından sapasağlam çıkarıldılar.
Dünyanın her köşesinde, on milyonlarca insan, dünyanın en ücra bir köşesinde okyanusa ve sarp Ant Dağları'na paralel, ince bir şerit halinde uzanan Şili adındaki ülkede insanoğlunun doğaya karşı büyük zaferini, çağdaş teknolojinin sağladığı imkânlarla, kurtarma işlemini, canlı yayın halinde izlediler.
Bu muazzam olayda büyük hissesi olan 30 yaşında genç bir bayan, bir topograf. Macarena Valdes. 5 Ağustos'ta göçük altında kalan madencilerin bulunduğu yere ulaşmak için 12 santimetre çapında, toprağa ve kayalara delik açtırtan o. Yaptığı iş için, "700 metre mesafeden tabancayla bir sivrisineği vurmak gibi bir şeydi" diyor. Ve alçakgönüllülükle ekliyor: "İmkânsız değildi ama çok zordu."
Bayan Valdes, önsezisiyle, sondaj delikleri açma işleminde jeologlar nereyi gösteriyorsa, bir derece aşağısını seçmiş. Makinenin titreşiminin yol açacağı kayma payını hesaplamış. Bir derecelik bir açı, açılan sondaj deliğinin aşağıda ulaşacağı noktada birkaç metrelik bir fark yaratacak ölçüdeymiş ki, bu da ölüm-hayat arasında saatlerini, günlerini, haftalarını hatta aylarını geçiren 33 madenci için ölümle hayat arasındaki kadar bir fark yaratabiliyormuş!
30 denemeden sonra sondaj makinesinin ucunun göçük altında kalan madencilere ulaşması mümkün olmuş. 17 Ağustos'ta. Göçükten tam 12 gün sonra.
Bundan sonrası, bilim ve teknolojinin akıl almaz biçimde ve eşgüdüm halinde devreye sokulmasının hikâyesi.
Macarena Valdes, büyük hisse sahibi olduğu insanoğlunun büyük zaferini, "Yüzde 75 mühendislik ve yüzde 25 mucize" diye açıkladı.

Bir süredir büyük ve ünlü fizik âlimi Stephen Hawking'in Leonard Mlodinow ile birlikte kaleme aldığı son kitabı 'The Grand Design'a takıldım. Adından anlaşılabileceği gibi, 'varoluş' ve 'yaradılış'ın nasıl meydana geldiğinin ve bununla birlikte gelen bir dizi sorunun cevaplarını veriyor. Ya da 'bilim' üzerinden açıklıyor.
'Varlığın Gizemi', 'Gerçek Nedir?', 'Doğa Yasası', 'Her Şeyin Teorisi' ve bunların yol açtığı 'Biz Kimiz?', 'Bütün Her Şey Nereden, Nasıl Çıktı?' vs gibi sorularla didişiyor.
Stephen Hawking-Leonard Mlodinow ikilisinin 'yasa' diye sundukları tezleri 'mucize' kavramını reddediyor. 'Mucize' ile birlikte Tanrı'nın aktif rolünü de. Bilimsel determinizmi bir 'postüla' olarak ilk ortaya koyan Laplace (1749-1827) modern bilimin de temelini oluşturdu. Buna göre, bir bilimsel yasa, doğaüstü bir varlık müdahale etmediği takdirde gerçekleşebiliyor ise o takdirde, bilimsel yasa değildir.
Bu mantık üzerine Napolyon, Laplace'a "Tanrı bu resmin neresinde yer alıyor?" diye sormuş. Laplace, "Haşmetmeap, bu hipoteze ihtiyacım olmadı" diye cevap vermiş.
Laplace-Hawking hattının, mutlaka, Macarena Valdes'in "700 metre mesafeden tabancayla bir sivrisineği vurma"ya benzettiği sondaj delikleri açarak, toprağın ve kayaların 700 metre altında mahsur kalan 33 madenciye ulaşılabilmesine ilişkin açıklamaları vardır. Ama Valdes'in kendisi yüzde 25'lik 'mucize' payına dikkat çekmiş olduğu için, Şili'de olan-bitenin bilim ve teknoloji kadar Allah, kader, alınyazısı gibi kavramlara da insanoğlunun zihnini celbettiği kesin.
İnsanoğlu, doğa ile savaşında Şili'deki muazzam başarıyı 'bilim-mucize' işbirliğiyle kazandığı, göçük altında 69 gün kalan 33 madencinin 'makus kaderi'ni bile değiştirebildiğine göre -belki her birinin alınyazısı tam da buymuş- insanların kendi elleriyle yarattığı, yarattıktan sonra rehin kaldıkları 'insan yapımı' sorunların çözümü için bilimin yapacağı bir şeyin kalmamasına ve 'mucize'lere bel bağlanmasına ne demeli?

Şili'de insanın doğaya karşı kazandığı görkemli zaferle eşzamanlı olarak İsrailli edebiyat ve düşünce adamı Amos Oz'un, bir ödül törenindeki konuşmasını okuduğum vakit, yukarıda dile getirdiklerimi düşündüm.
Kudüs'te bir Alman Yahudi göçmen ailesinin çocuğu olarak doğan Amos Oz, "Küçükken, annem ve babam, bana, bizim değil ama senin yaşam süren içinde Kudüs'ümüz gerçek bir şehir haline gelecek derlerdi. Kudüs hayatımdaki tek gerçek şehir olduğu için, ne dediklerini anlamazdım. Ama bugün anne ve babamın 'gerçek şehir' ile ne demek istediklerini biliyorum. Ortasından nehir geçen ve köprüleri olan şehri kastediyorlardı- bir Avrupa şehri. Ve Kudüs'te 1930'lar ve 1940'larda bunu başarmaya yaklaşmışlardı. Kırmızı kiremitlerle kaplı damları olan evleriyle ve her öğleden sonra iki ile dört arasında istirahat zamanını yerleştirerek. Anne ve babamın Avrupa'ya aşklarının karşılıksız bir aşk olduğunu biliyorum. Ve bu, insanın doğduğu toprak tarafından karşılıksız bırakılan aşkının İslam ülkelerinden -Irak'tan, Fas'tan ve Mısır'dan- kaçan ya da sürülen milyonlarca İsrailli Yahudi tarafından hissedildiğini de biliyorum. Yahudi İsrail bir mülteci kampıdır. Filistin de aynı şekilde bir mülteci kampıdır.
Filistin-İsrail ihtifalı Avrupa'nın iki kurbanı arasında trajik bir mücadeledir -Araplar, emperyalizmin, sömürgeciliğin, zulmün ve aşağılanmanın kurbanlarıydı. Yahudiler ayrımcılığın, baskının ve en sonunda, tarihte eşi olmayan bir soykırımın. Aslında, iki kurbanın, özellikle aynı zalimin iki kurbanının birbirlerine kardeş olmaları gerekirdi. Ama gerçek o ki, iş bireylere gelince, iş ülkelere gelince, aynı zalimin iki kuranı arasında en kötü çatışmalardan biri patlak verir. Kötü bir babanın iki oğlu birbirlerinin yüzünde zalim babalarının suretini görürler. Yahudiler ile Araplar arasında olan budur- her birimiz diğerinde daha önceki zalimin görüntüsünü görüyoruz. Araplar, Yahudi İsrail'e bakıyorlar ve onu gerçekte olduğu gibi -yani bir yarı isterik mülteci kampı- görmüyorlar. Onu Avrupa sömürgeciliğinin uzun, zalim ve sömürgeci kolu olarak görüyorlar. Biz Yahudiler Araplara bakıyor ve onları bizim gibi çile çekmiş olanlar gibi görmüyoruz. Onlarda geçmişimizin zalimlerini görüyoruz, Rus Kazaklarını, antisemitleri ve hâlâ bizi katletmeye hevesli, bıyık bırakmış ve esmerleşmiş Nazileri görüyoruz" diyor.
Biz Türkler, birbirimize ve Kürtlerimize baktığımızda ne görüyoruz acaba?
Şili'de 69 gün sonra yerin 700 metre altından 33 madenciyi canlı çıkarabilmek için gösterilen çabayı alkışlar ve heyecan duyarken, ülkemizde insanların canını kurtarmak için yeterli ve gerekli çaba gösterilip gösterilmediğini kendimize soruyor muyuz acaba?
referans

İlk yorum yazan siz olun
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.

EĞİTİM Haberleri