Cumhurbaşkanı Başdanışmanı Mehmet Uçum, Habertürk'te soruları yanıtladı. Uçumun konuşmalarından öne çıkan başlıklar şöyle:
Türkiye'de milletvekilleriyle ilgili ilk kez fezleke düzenlenmiyor. Milletvekili olmak demek suçtan ari olmak demek değildir. Milletvekilinin anayasadan kaynaklanan bir koruma alanı var. Milletvekiliyle ilgili soruşturma yapılması için dokunulmazlığın kaldırılması gerekiyor. Suç işleme iddiası olunca fezlekeleri bundan sonra göreceğiz. Anayasal sistemde milletvekilleriyle ilgili dokunulmaz kurumu, dokunulmazlığın ne zaman kaldırılacağına ilişkin esaslar ve teamüller vardır. Bizim anayasal sistemimizde ve siyasi partiler kanununda parti kapatmayla ilgili maddeler vardır. Kapatma davası açılabilir. Siyasi Partiler Kanunu'ndaki şartlara uymak kaydıyla tabii. Hukuki merciler nasıl harekete geçer veya geçmez onların bileceği iş. Türkiye 12 Eylül döneminden sonra bir vesayetçi sistemle yıllarca boğuştu. 55 yıla kadar boğuştu. 15 Temmuz gerici faşist kalkışma ve işgal hareketine kadar boğuştu. Hatta vesayet sisteminin tasfiyesine dair anayasa değişiklikleri yaptı. Türkiye terör vesayeti altındaki siyasete artık katlanamaz. Bu siyasetin adı demokratik siyaset olamaz. Terör örgütleriyle bir grup organizasyonu gibi siyaset yapılamaz. Türkiye buna ne kadar süre katlanacak. Asıl mesele budur. Dolayısıyla bu vesayetin tasfiye edilmesi gerekiyor. HDP hakikaten güçlü bir oy desteğine sahip, demokratik sistem içerisinde faaliyet yürütmesi gereken siyasi partidir. Eğer baskı diyorlarsa, vesayetten şikayetçilerse bunu tasfiye etmeleri gerekiyor. Yok bilinçli olarak bu sistemin içindeyse o zaman hukuk gereğini yapar.
2010 Anayasa değişikliğinde bir madde Meclis'ten geçemedi. Parti kapatılmasını imkansızlaştıran madde. O değişikliği AK Parti getirmişti. AK Parti'nin yaklaşımı belli. Sonuçta sayın Cumhurbaşkanının geçmişten itibaren siyasi yaklaşımı belli. Türkiye kapatılan parti mezarlığına dönüşmedi mi? Yöneticilerin kusurlarını, sorunlarını, hatalarını parti tüzel kişiliğine yüklemeyelim. Sonuçta böyle bir çizgi devam etti. Sistemde parti meselesi kaldı. Bir odak olma tarifi yapılarak biraz daha güçleştirildi. Türkiye'nin demokratik iklimi aslında inanılmaz biçimde hoşgörü alanı genişleterek partiyi demokrasi alanında tutmaya çalışıyor. O siyasete diyor ki, 'eğer kendini terör vesayeti altında hissediyorsan, o baskıya diren, bütün Türkiye seninle beraber olsun'. Tabii ki HDP'ye oy veren sosyal kesimden söz edilmiyor. Temsil alanında olananların tutumları sözkonusudur. Hukuk her zaman anında harekete geçebilen mekanizma mıdır? Belli koşulların, olguların oluşması gerekir. Siyasi ve toplumsal dinamiklerin belli birikim oluşturması gerekir.
Toplum, demokratik kurumlar katlanamaz noktaya gelmişse, ortaya çıkan sonuç taşınamayacak duruma gelmişse. Bu bir demokrasi meselesi değil. Terör vesayetinden kurtulmak için çaba yoksa, terör örgütleriyle grup organizasyonuyla hareket ediliyorsa. Katliamlara karşı net tavırlar alınamıyorsa. Meclis'te terör propagandası olabilecek siyaset yürütülüyorsa. Burada demokrasi, siyaset hukukunda önemli olan şey toplumsal meşruiyettir.
Sonuçta parti kapatmayı imkansızlaştıran düzenleme diğer önlemleri de içeren düzenleme. Siyasi aktörler bu meseleye kendi kavrayışları üzerinden çok farklı yoğunlukta, tonlarda yaklaşabilir. Burada mesele bir siyasi aktörün ne dediği değil, siyasi aktörün tutumu konular üzerinden konuşma tutumudur. Toplumsal ve siyasi birikim açısından gelinen nokta meselesidir bu. Bugün kapatma meselesinin tartışılması antidemokratik olur tartışması değildir. Bir partinin terör vesayetiyle ilgili tavrını net ortaya koyamamasıdır. Bu demokrasiden çıkıp hukuk meselesi haline gelir. Kapatmada yetki Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı'ndadır. Sayın Bahçeli bir açıklama yaptı, siyasi partiler kanunundaki 100. maddede bize verilen yetkiyi kullanabiliriz diye. Hukuki merciler harekete geçer, geçmez ayrı bir konu. Ama Türkiye terör vesayeti altında siyaset yapılmasına, hele ki Meclis çatısı altında yapılmasına daha fazla katlanamaz. Ha buradaki çözüm kapatma mıdır, değil midir ayrı bir konudur. Terörle mücadele açısından ortak bir anlayış var. Terör vesayetin sona erdirilmesi noktasında yüksek seviyede mutabakat var. Bu mutabakatın hayata geçirilmesi konusunda farklı değerlendirmeler yapılabilir. Türkiye'de terör vesayeti altında yapılan siyasete artık demokratik siyaset denemez.
Türkiye toplumu böyle bir birikim noktasına gelmiş durumda. Meclis süreçleri açısından, katliamlar, sınır ötesi durum açısından. HDP bundan doğru okumalar yapıp, radikal bir değişikliğe girerse, terörle arasına mesafe koyarsa kimse ona niye mesafe koydun diyebilir mi? Tam tersine onu destekler. Ama terör vesayeti üzerinden baskıları yapanlarla ciddi çatışmaya girer. HDP o tartışmaya girer mi, girmez mi? Anayasal koşullar oluşmuşsa elbette kapatma kararı verilebilir. Ama benim bir şey demem mümkün değil. Çünkü bu Anayasa Mahkemesi'ne bir tutum dikte etmektir. Bu doğru olur mu? Burada hukuksal mercilerin de harekete geçme yetkileri var. Sonuçta bunu değerlendirecek olan Yargıtay Başsavcılığı, kararı verecek olan Anayasa Mahkemesi'dir. Ama emin olun Anayasa Mahkemesi'nin vereceği karar herkesin kabul edeceği karardır. Şimdi bu kararı hukuken konuşmamız doğru değil. Ama teorik olarak terör örgütüyle hareket etmek demokrasi açısından kabul edilebilir bir durum mudur?
Olgusal durumu aktardığınızda çok çeşitli kurgular çıkarabilirsiniz. Hakikaten terör vesayetini toplum bu kadar net hissetmeseydi, demokratik siyaset meseleye daha başka türlü bakabilirdi. Ahmet Türk tutuklu olduğunda onun tutuksuz yargılanmasına ilişkin niyet beyanında bulunan sayın Bahçeli'ydi. Sonuçta Türkiye'nin coğrafi, siyasi birliğini koruyacaksın. Dış politikasında ortak iradeyle hareket edeceksin. Böyle bir partiye kapatma davası açın denebilir miydi? Türkiye'nin geldiği nokta bu ortak organizasyon içerisinde görüntü veren HDP'nin illa kapatılması anlamında değil. Bu bir sonuçtur. Bu ortak organizasyon bütünlüğü bu noktaya getirmeseydi bu mesele kapatma üzerinden değil başka türlü tartışılırdı. Hakikaten hukuksal meseleleri bağlamında ele almak istiyorsanız toplumsal ve siyasal süreçler üzerinden bakarak değerlendirmek lazımdır. Siyaset hukuku, demokrasi hukuku toplumsal, siyasal süreçlerin ürettiği birikim üzerinden belirlenebilecek bir durumdur.
Seçmenin seçimlerde önüne koyan seçeneklerde birisini tercih etmesi, oy vermesi demokrasinin, siyasi katılım hakkının gereğidir. Ama oy verdiği siyasi partinin bütün pratikleri bakımından sorumluluk hissetmesi. Sonuçta orada bir temsil ilişkisi var. Bugün 6 milyon seçmen üzerinden meseleyi konuştuğunuzda bu seçmen hakikaten terör vesayeti altında siyaset yapılmasını meşru mu kabul ediyor? Demokratik siyaset üzerinden kendini ifade etmek istiyor. 6 milyon seçmen terör siyasetine oy verdi denebilir mi? Tam tersine bu tartışma 6 milyon seçmenin iradesine aykırı bir tartışma. O irade hak ve özgürlük haklarını genişletmeyi emrediyor. Sen kalkıyorsun terör vesayeti ile siyaset yapıyorsun.
İletişim Başkanlığı bu devletin bir kurumudur. Yeni sistemin getirdiği bir kurumdur. Cumhuriyet tarihimiz boyunca ilk kez devlet iletişimini son derece güçlü bir kurumsal yapıya oturtmuş ve bunu demokratik iradeye bağlamıştır. Tabii ki bu kurum birtakım faaliyetler yürütür. Esası bu kurum devletin iletişimini yürütüyor. Bugün Fahrettin Bey olur yarın Ahmet Bey olur, başkası olur. Sonuçta devletin ihtiyaçları üzerinden ortaya koyduğu yaklaşıma 'hesap vereceksiniz' demek devletten hesap sormak demektir. Yaptığı faaliyetleri eleştirebilirsin. Ama ben bu devlete hesap soracağım demek... Eleştirileri oradaki sorumluluk üstlenmiş aktörler üzerinden yapabilirsiniz, gerekli duyuruları yapabilirsiniz. Ama kurumsal olarak bu yapıları karşınıza alırsanız siz devleti karşınıza almış oluyorsunuz. 'Bu İletişim Başkanlığı devletin iletişim stratejisi açısından yanlış yapıyor' denebilirsiniz. 'Ben sizden hesap soracağım' demesi ne demek? Demokrasilerde hesap hukuk mecrasında sorulur, seçimlerle sorulur. Sen nerede hesap soruyorsun? Bunların zihniyetinde kendisi kontrol edemiyorsa o aygıt onun karşıtıdır. Hayır, o devlet o halka aittir. Bugün olan aktörler yarın olmayacaktır. Biz kurumsal yapıları koruyacağız. Pratiği eleştirebiliriz ama kurumları karşıya alamayız. Oradaki aktörlerle ilgili varsa iddianız ortaya koyun. O yüzden son derece kötü, karşıtlık üreten, başka referanslar izlenimi vermeye çalışan ciddi problemli bir açıklama olarak görüyorum.
Bizim bir şeyin ayırdında olmamız gerekiyor. Kurumlarda görev alanlar, seçilmiş pozisyonlarda, yargıda görev alanlar o pozisyonun prosedürüne göre pratik yürütürler. Burada şöyle yaklaşım içerisinde olamayız. Şu günkü yaklaşım kurumsal görüştür, şu günkü yaklaşım bireysel görüşümdür diyemeyiz. Yapılan eleştiri bireysel olarak kişiye yönelik değil. Kişinin yaptığı faaliyetlerle ilgili doğrudan kurumu eleştirmek. İnsanlar görevlerini yaparken, hizmetleri yerine getirirken objektif, adil, tarafsız olmak zorunda. Sonuçta insanlar sosyal pratik, duygu pratikleri içerisinde kendilerini ifade etme hakkına sahiptir. Bir yere birisini getirince mahkum etmiyorsunuz. Bazen roller karıştı diyelim, orada eleştirirsin. Kurumsal açıdan uygun olmadı diyebilirsin. Ama kalkıp orada bir steril aktör, steril pratik bekleyemezsin. Aynı şey yargı için söylenebilir. Yargıçlar işlerini yerine getirirken bağımsız ve tarafsızdırlar. Onun dışında bizden uzak bir ortamda yaşamıyor ki. İşini yaparken bağımsız ve tarafsız olmasını beklerim. Sapmalar olunca eleştirilerimi yaparım. Kalkıp İletişim Başkanı diye refere ederek, kurumu da göstererek hesap vereceksin demenin izah edecek bir tarafı yok.
Yeni Anayasa ihtiyacı hiçbir zaman ortadan kalkmadı. 82 Anayasası yürürlüğe girdi, 87'den itibaren sivil, demokratik anayasa talebi toplumda yükselmeye başladı. En son 16 Nisan 2017'de yapıldı, toplam 19 değişiklik. Tam 93 maddede değişiklik yapılmış. Anayasa 154 madde şu anda. 23 madde kaldırılmış. 93 madde değiştirilmiş. Geriye kalan 61 madde var. Bunun önemli bölümü belki eskimiş, anlamını yitirmiş maddeler. Koopatifçiliğin desteklenmesi diye bir Anayasa maddesi var. Mesela tüketicinin korunması, bağımsız anayasa maddesi. Tabii ki sosyal devlet korur. İşçilerin de korunması gerekir. Buna koruma hukuku deriz. Engellilerin, çocukların korunması. Sosyal devlet olmak sosyal korumayı oluşturmaktır. Bir sürü anayasal kurum var. YÖK duruyor, RTÜK duruyor, Ekonomik Sosyal Konsey duruyor, MGK duruyor, DDK duruyor. Bunlar anayasal sistemde, bu seviyede kalmalı mı, kalacaksa nasıl kalacak? Hepsi tartışılabilir. Tabii ki sen yüksek öğretimde koordinasyona ihtiyaç duyabilirsin. Farklı perspektiflerle ilkesel yaklaşımlar koyabilirsin. Bu anayasa hakikaten 12 Eylül darbesinden sonra yapılan anayasa değil mi? 82 Anayasa üçte ikisi değişmiş olmasına rağmen halen yürürlükte değil mi? Peki biz niye sivil anayasa talep ediyoruz? 2017'de Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi'ne geçtik. Şimdi anayasanın kurgusu parlamenter sistem üzerine olduğu için iç tutarsızlık ortaya çıktı, kavramsal bütünlük de bozuldu. Baktığınızda o anayasa metni yetkin bir metin değil.
Hak ve özgürlükler anlayışı bu anayasada klasik hak ve özgürlükler üzerine kuruldu. Hak ve özgürlüklere ilişkin kategorik sınıflandırma bakış açısı. 21. yüzyılda hiyerarşik ve kategorik sınırlamalar yapabilir misin? 21. yüzyıl hak ve özgürlük zenginliği olan bir yüzyıl. Elbette çatışma olduğu zaman hangisi üstünse o kullanılır ama hukuk sistematiği açısından üstün tutma yaklaşımı geliştiremeyeceğin bir yüzyıl. İnternet toplumu, küreselleşmenin en yüksek seviyeye çıktığı toplum, akıllı toplum diyoruz. Mobilizasyonun en yüksek seviyede olduğu bir toplum diyoruz. Bu toplumda, internet ortamında elektronik demokrasi diye bir kavram var. Dünyada bunun esaslarını oluşturmuş bir ülke var mı? Yok. Elektronik demokrasi yasama süreçlerine, yürütme süreçlerine, yargı süreçlerine yurttaş iradesini katabilecek mekanizmalar oluşturmak demek. 21. yüzyılı ve bundan sonraki yüzyıla uzanabilecek bir anayasal bakış açısına ihtiyacımız yok mu? Bu ihtiyaç kaçınılmaz, olağan bir ihtiyaçtır. Zaman zaman gündeme gelsin diye bir tartışma olduğunu kabul etmiyorum. Süreçlere göre tali plana itilmiş olabilir ama hiçbir zaman gündemden kalkmamış bir tartışmadır.
Temel felsefede uzlaşılırsa... Temel felsefe nedir? Bir hukuk düzeni, anayasal sistemi, anayasayı değiştirmekte hangi ilkeye göre hareket edersin? Değişim ilkesi nedir? Değişim ilkesinde uzlaşılırsa anayasa konusunda uzlaşılabilir. Demokratik sistemde hukuk reformu yaparken, hangi değişim ilkesine göre hareket edeceksiniz. Demokrasi hukukundan söz ediyorsanız, değişim ilkesi birikim ilkesidir. Birikim demokratik birikim, kazanımdır, ulusal birikimdir, ülkesel birikimdir. Yeni anayasa tartışması bir tabula rasa tartışması mıdır, yani boş sayfa tartışması mı yoksa birikim üzerine konulan bir tartışma mıdır? Demokratik birikimleri, halkın kazanımları, ulusal kazanımların üzerine konuşuyorsak birikim üzerinden tartışacağız. Devletin şeklinin Cumhuriyet olduğu birikimdir, asla vazgeçmeyiz. Devletin laik, sosyal, demokratik, hukuk devleti olması birikimdir, vazgeçer miyiz? vazgeçmeyiz. Çok partili sistemden vazgeçmeyiz. Eskiden halk Meclisi seçerdi, içinden hükümet çıkardı. Şimdi iki oy var. Cumhurbaşkanını seçiyor, yürütme görevini veriyor, Meclis'i seçiyor. Bu bir demokratik birikimdir. Bu birikimlere hep beraber sahip çıkılırsa yeni anayasayı hep beraber kurabiliriz.
CUMHURBAŞKANIMIZ KENDİ KENDİNE CUMHURBAŞKANI OLMADI
Bu ülkede sanılıyor ki, Cumhurbaşkanımız sanki 'Cumhurbaşkanını halk seçsin' diye yazdı. Kendi kendine Cumhurbaşkanı oldu sanki. Sayın Cumhurbaşkanı ile sayın Bahçeli kendi kendine dedi ki, 'Biz başkanlık sistemine geçelim'. Arkadaşlar böyle mi oldu? Kurtuluş Savaşı, kuruluş süreci halkımızın birikimi değil midir? Cumhuriyet, laik, sosyal, demokratik hukuk devleti halkımızın birikimi. Üniter yapı halkımızın birikimi. 2007'de siyasal sistem krizi çıktı mı Cumhurbaşkanı seçilmesi üzerine. Seçim yapıldı, MHP'nin de desteğiyle bir anayasa değişikliği yapıldı. Halk Cumhurbaşkanı seçsine yüzde 70 oy verdi mi, verdi. 16 Nisan 2017'de yarı başkanlık sistemi halkın önüne kondu mu, kondu. Biz bunlara birikim demeyeceğiz de, neye diyeceğiz? Eğer demokrat isek halkın iradesini ön şart olarak kabul etmeliyiz. Bir değişiklik yapmayı savunabilirsin. Parlamenter sisteme dönüş siyasi gericiliktir çok değerli bir siyasetçiye göre. Sen bu gericiliği savunabilirsin, halkın önüne çıkıp çok net bir şekilde söyleyeceksin.
DEMİREL BU ÜLKEDE, MİLLETVEİLİ DAHİ OLMAYAN YALIM ERZE'E HÜKÜMETİ KURMA GÖREVİ VERDİ.
Bu ülkede Yalım Erez'di galiba. Siyasi partisi yok, milletvekili yok. Bu ülkede Yalım Erez'e sayın Demirel Cumhurbaşkanı iken hükümeti kurma görevi verdi. Bunun bir meşruiyeti var mıdır? Diyeceksin ki ben böyle parlamenter sisteme dönüyorum, senin elindeki iki oyu bire indireceğim diyeceksin halka. Bu bana göre siyasi gericilik, halk iradesini tanımamaktır ama bunu açıklıkla savunsunlar. Ama savunmuyorlarsa o zaman bu birikime teslim olmuş demektirler.
Mevcut anayasaya uymuyorsunuz diyenler kendi içinde çelişki yaşıyorlar. Şu anda yürütme anayasadan kaynaklanan yetkilerini kullanıyor diye burada bir sorun var deniliyor. Ne yazmış anayasa? Yürütme görevi ve yetkisi Cumhurbaşkanına ait demiş. Cumhurbaşkanı halk tarafından seçilerek işbaşına gelir. Cumhurbaşkanı anayasadaki yürütme yetkisini kullanıyor, siz bu yetkiyi niye bu kadar çok kullanıyorsunuz diye eleştiriliyor. Cumhurbaşkanı görev ve yetkisini kullanıyor, kararlarını alıyor, dış politikada aktif hareket ediyor, Türk Parasını Koruma Kanunu ile ilgili verdiği karar. O kararı çıkarmasa yabancılık unsuru taşımayan ilişkilerde döviz süreçlerinde yaşadığımız alüst oluşlar yüzünden birçok çevre zarar görecekti. Ulusal Pandemi Raporu 2018'da yürürlüğe konulmasaydı biz bu kadar başarılı olamayacaktık. Bu görev ve yetki aktif bir biçimde kullanılıyor. Anayasa uyulduğu için eleştirilen bir ortamda siz bu anayasaya uymuyorsunuz demek inandırıcı olmaz. Bana bir örnek gösterin ki, eskiden Bakanlar Kurulu'nda olmayan şu anda yürütmede olan bir yetki olsun. Hepsi eski sistemde olan yetkilerin Cumhurbaşkanı'na verilmesidir. Eskiden yürütme bakanlarını atıyordu. Şimdi ne farkı var? Yine aynısını yapıyor. Eskiden parlamenter sistemin hükümet etme biçimi, yürütmenin dağıtılması. Bu sistemle kuvvetli icra ihtiyacına cevap vermişsin. Bu yetkiler anayasaya dayalı olarak kullanılıyor.
AYM'NİN VERDİĞİ İPTAL KARARLARINA DİKKAT EDİLİYOR, O YÜZDEN DAHA AZ İPTAL KARARI ÇIKIYOR
Anayasa Mahkemesi'nin verdiği iptaller o kadar az ki. Eskiden çıkan kanunlarda birtakım iptaller oluyordu, şimdi de oluyor. İptal ettiğinde ne oldu? Demek ki o iptale uygun davranıldı. Anayasa Mahkemesi kararları iptal kararları açısından bağlayıcıdır. Bireysel başvurularda aynı sistem yok. Anayasa Mahkemesi kendi kanunu dahi bir ihlalin muhatabı mahkeme ise yeniden yargılama yapılır. O mahkemenin vereceği karar konusunda bir söz söyleyebilir misiniz? İki ayrı konu tek cümlede kullanılınca anlaşılmıyor. Anayasa Mahkemesi'nin denetimi niteliği ile kararlarının bağlayıcı olması ayrı konulardır. AİHM'in denetim niteliği ile kararların bağlayıcı olması ayrı konulardır. Yargıtay bir kararı bozduğunda ilk derece mahkemesi ona direnebilir. Ne zaman bağlayıcı hale gelir, hukuk genel kurulu, ceza genel kurulu o kararı verdiğinde. Hiyerarşik denetimde bağlayıcılık başka bir şeydir. Anayasa Mahkemesi temyiz mahkemesi mi? AİHM temyiz mahkemesi mi? Değil. Demek ki denetimleri bir hiyerarşik değil. Yön veren bir denetimdir. Yönlendirici denetimin niteliği buradan çıkmaktadır. Bağlayıcılık meselesi son derece net. Gerek AİHM gerekse AYM'nin kararlarının muhatabı mahkeme ise, mahkemenin zorunluluğu o ihlal dosyasını yeniden ele alma zorunluluğudur.
Yeniden ele aldığında ne yapar? Zorunluluk yeniden ele alma zorunluluğudur. Bu konu diyelim ki ceza hukuk konusudur. Bir mahkemenin kararı ihlal olarak tespit edildi diyelim. AİHM'den geldi karar. Yeniden yargılayan mahkeme önceki hükmü onaylar veya hükmün iptaliyle dava hakkında yeniden hüküm verir. Bu ayrımı yapamayanlar bağlayıcılık meselesini anlayamayanlardır. AİHM iptal kararı verdi hemen mahkeme uysun demek aslında hukuk alanında tartışmamak demektir. Tartışabilirsin ama sen buna uymak zorundasın diyemezsin. Demek ki Ceza Muhakemesi Kanunu'nda mahkemeye verilmiş yetki var. Aynı şey Hukuk Muhakemesi Kanunu'nda da var. Anayasa Mahkemesi de yeniden yargılama yapılır diyor. Diyelim ki AİHM ihlal kararı ile önüne gelen dosya var. İhlal kararını uygun görmeyebilir veya uygun görür tamamen ayrı karar verebilir veya kısmen değiştirebilir.İki şeyi ayırt ediyoruz denetim yönlendiricidir, yeniden ele almak zorunludur ama verilecek kararın ne olacağı ilgili mahkemenin kararıdır. Enis Berberoğlu konusunda mahkemenin vereceği kararları tartışabilirsiniz. Ama hukuka aykırı bir süreç yaşandı mı? Hayır. Sonuçta mahkemenin kendi kararını vermesi, kendi kararını değiştirerek verme yetkisi var mı, yok mu? Meselesi bu.
Ceza Muhakemesi Kanunu'nda, Hukuk Muhakemesi Kanunu'nda önceki hüküm onaylanır veya yeni bir hüküm kurulur hükmünü değiştirsinler o zaman. Yeniden yargılama kavramı hukukta ilgili mahkemenin yetkisinde olan bir konudur. Zorunluluk ilgili mahkeme yeniden yargılamayı reddedemez, zorunluluk budur. Ama esastan bağlayıcılık meselesinde yeni duruma göre değerlendirmesini yapar. İlla eski kararını onaylamak zorunda değil. Değiştirebilir, kısmen değiştirebilir, yepyeni karar verebilir ya da eski kararını onaylar. Mahkeme eski kararını verdi diyelim? Yargı yolları devam ediyor. Bölge mahkemesine başvurabilirsin, Yargıtay'a gidebilirsin. Şunu diyebilirsiniz, mahkeme bu dosyayı yeniden ele almak zorundadır. Aksi takdirde CMK ve HMK'nın o hükümlerini değiştirmek durumundasınız. Öcalan'la ilgili AİHM'de iki ihlal, bir red kararı çıktı. İlk ihlal kararı adil yargılama kararının ihlaliydi. Mahkeme yeniden dosyayı ele aldı. Değerlendirmesini yaptı eski kararını verdi. Bu konuda karara uyulmadı diye bir şey mi çıktı? Türkiye'nin Kıbrıs Barış Harekatı sırasında Güney Kıbrıs Rum yönetimi Türkiye aleyhine AİHM'e başvurdu. AİHM Türkiye'ye 90 milyon Avro para yaptırımı uyguladı. Biz bu yaptırıma uyduk mu? Uymadık. Çünkü bizim haklı, ilkesel birçok gerekçemiz vardı. Bazı konular milli yargı çerçevesinde çözülebilecek konulardır. Çok katmanlı meselede olayı indirgemeci biçimde ele almak. Bugün hem mahkemelerin bağımsız olmasını savunup, yeniden yargılama yetkisini gözardı etmek en temel çelişkidir. AYM ve AİHM bir kararı bozamaz, ortadan kaldıramaz, ancak yön verir.
Anayasa Mahkemesi bazı durumlarda yeniden yargılamada hukuki yarar bulunmadığı tespitini de yapabilir. O zaman doğrudan yürütmeyi ele alan tazminata karar verebilir. Mahkemenin ilk seferinde direnme hakkı var. Hukuk genel kurula, Danıştay'a uymak zorunda. Mahkeme değerlendirmeyi yaptı. Bölge mahkemesine götürme imkanı var. Ne Anayasa Mahkemesi ne AİHM hiyerarşik silsilede bizim mahkemelerin üstünde değil. Yaptıkları denetim yönlendiricidir.
Şimdi AİHM umut hakkından bahsediyor. Meclis isterse bunu değerlendirebilir ve yasal düzenleme yapabilir. İstemezse yapamaz.İleride AİHM, FETÖ'cü çeteyle ilgili olağanüstü ve anlamsız seviyede tazminat yaptırımları uyguladı. Türkiye bunları değerlendirmeden 'aman ben buna uyayım' mı diyecek? Tıpkı Kıbrıs meselesinde olduğu gibi. Bu tartışma daha çok terörle mücadele, güvenlikle ilgili süreçlerden doğuyor. Burada bir egemen ülke olarak terörle ilgili olarak değerlendirme hakkım yok mu, teslim mi olacağım? Siyasi proje olan kararlarla ilgili egemen devletin o kararı uygun bulması, ona uygun davranması beklenemez.
Şu anda da AİHM kararlarının ihlal olarak tespit ettiği, ilgili mahkeme tarafından uygun bulunan, ya da yürütme bakımından tazminatı ödenen uygulamalar çok daha yaygındır. Ama bazı kararların hukuk alanının dışına çıkıp siyasi bir mühendislik şeklinde verilmesi durumudur. Bakanlar Komitesi'ne kadar gitse bir süreç, ama siz egemenlik hakları çerçevesinde o kararı uygun bulmazsanız uyacak mısınız? Onun yaptırımı Avrupa Konseyi ile ilişkiler ve üyelik meselesi tartışılabilir.
Bizim AB ile hukukumuzda da eski hukuksal sistematik üzerinden ilerlememiz mümkün değil. Zaten hayatın gerçeğine baktığınızda eski hukuksal sistematik yeni ilişkiler bakımından geride kalıyor.
AİHM'den çıkmak gibi bir tercihi yok Türkiye'nin. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi çerçevesinde verilen AİHM kararları bir siyasi mühendisliğe dönüştüğü sürece Türkiye'nin karar alması egemenlik hakkıdır. Çeşitli değerlendirmeler yapılabilir. Konu Bakanlar Komitesi'ne gidinceye kadar Türkiye kendini savunacaktır. 2014 İnsan Hakları Eylem Planı vardır. Türkiye ne yapmıştır? İhlal kararlarını yönlendirme olarak kabul etmiş ve birçok adım da atmıştır. AİHM ihlal kararları üzerinden kurulmamıştır. Türkiye'nin AİHM'le çatıştığı, kavga ettiği bir ortam yok. Türkiye haklarını koruyor. AİHM 'bazı tutuklamalar siyasi saiklerle yapılmıştır' diyor. Bir yüksek mahkeme herhangi bir hukuku kararı 'siyasi saiklerle' derken nasıl hareket eder? Siyasi bakarak hareket eder. Senin siyasi bakış açın ne? Avrupa'daki siyasi bakış açısı nedir Türkiye ile ilgili? Biz tüm toplulukların Türk milletinin asli unsuru olduğunu söylerken Avrupa'nın bakışı ne? Burada sanki Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olmayan bir etnik grup varmış gibi hareket ediyor.
AİHM tarafı olmak AİHM'in bireysel başvuru yetkisini kabul etmek milli egemenlik yetkisini devretmek değil. Uluslararası sözleşmede objektif, adil uygulamaları beklersin. Bu BM medeni haklar sözleşmesi bakımından da geçerli. Aykırı kararlarla karşılaştığında itiraz edersin, gerekirse niye uymadığını açıklarsın. Kıbrıs çıkarmasıyla ilgili 90 milyon Avro kararına niye uymuyoruz? Egemenlik haklarımızdır. Siz siyasi projeyle gelirseniz ona uymama kararı vardır.
Bu güç savaşları sonuçta Avrupa'nın Türkiye'ye yönelik AİHM meselesi tali mecralardan biri. Siyasi, ekonomik, kültürel olarak bakış açısı var. Avrupa'nın kendi içinde güç savaşları var. Sonuçta dünyanın farklı ortamları içerisinde Türkiye-AB ilişkileri 60 yıl önceki sistematikle anlaşılması mümkün olabilir mi? Seçilmelere katılma oranı inanılmaz düşmüş, yabancı, İslam düşmanlığı var. Şimdi bütün bu Avrupa'nın demokratik toplumunda aşınma ortaya çıkmasına rağmen Türkiye'nin demokrasi süreçlerine olan üstencilikte önce 'aynaya bak' derler. Terörle mücadele kanunlarına baktığımızda, dışarıdan gelen tehditlere karşı aldıkları reflekslere baktığımızda. Siz bu meselenin hukuki bir mesele olduğunu söyleyebilir misiniz? Tabii ki Türkiye ortak hukuk geliştirme konusunda iradesi halen çok güçlüdür. Türkiye hiçbir zaman kendini kapatacak şekilde dış ilişkiler yürütmez. Ama Türkiye bugün eski Türkiye değil. Objektif, eşit, adil ilişkiler istiyoruz. Hukukun enstrümanlaştığı süreçlerden Türkiye kendisini koruyacak. Bizim mahkemeler AİHM'den kararları toptan reddediyor diye bir şey yok ki.
Anayasa Mahkemesi bireysel başvuru imkanıyla son derece güzide bir kurumumuzdur. Görev ve yetkilerinde değişiklik olur mu? Yeni anayasa tartışmasında elbette gündeme gelecektir. Eski yapı mı korunur, yeni bir yapı mı geliştirilir? Birçok tartışma elbette gündeme gelecektir. Bunu siyasi aktörler de istiyor. Mesela sayın Bahçeli de bu yönde bir açıklama yaptı. Tartışılmayacak hiçbir şey yoktur.
Yeni sistemde TBMM'nin rolü Cumhuriyet tarihinin en güçlü dönemidir. Yeni sistemde yasa yapma tekeli Meclis'tedir. Eskiden kanun tasarısı olarak gelir, milletvekilleri de çoğu nüfuz edemeden geçerdi. Bugün bütün teklifler milletvekilleri tarafından veriliyor. Bugün gidin milletvekillerine bir sorun. 'İlk kez kendimizi milletvekili hissediyoruz' diyorlar. Demeyen de olabilir ama sonuçta komisyon başkanları var, teklif hazırlama sürecinde olanlar var. İlk kez milletvekilleri yasa yapma konusunda büyük bir güce kavuştular. Bu Meclis, parlamenter sisteme göre daha güçlüdür. Sayın Meclis başkanı yeni iç tüzük çalışmanı yapacaklarını açıkladı. Milletvekillerin gücü de artacak. Aslında milletvekillerinin gücü olmadığını söylemek son derece jenerik eleştiriler.
Geçmişte milletvekilleri ile hükümet arasındaki ilişkiler aktüele ilişkindi. Bugün her bakanlıkla milletvekilleri arasında iletişim sistemi kurabilecek mekanizmalar vardır. Sonuçta bakan yardımcılığı sistemi var. Bu uygulama sorunlarıyla sisteme ilişkin sonuç çıkaramazsınız. Daha 2,5 yıllık pratiğimiz var. Bence Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi rüştünü ispat etmiştir. İkinci dönemde bunun teamülü daha da gelişecektir. Bakın uyum yasalarını tam olarak çıkarabilmiş değiliz. 2,5 yıl oldu bu iş olmadı, ya da birtakım problemler var o yüzden geriye dönüş yapalım, devlet süreçlerinde, siyasi süreçlerde böyle olmaz. Sistemsel olarak bir imkan verdiğinizde o imkanın farkına varılması, nüfuz edilmesi bir zaman meselesidir. TBMM zaten kanun yapmayla ilgili büyük bir güç elde etmiştir. Zaman içerisinde bunun giderek daha fazla olduğunu hep beraber göreceğiz.
Güçlendirmiş parlamenter sistem kendi içinde sorunlu bir söz. Demek ki bir zaafı varmış ki güçlendirmekten bahsediyorsunuz. Teknik olarak mümkün değil. Yeni bir parlamenter sistem tarifine uygun değil. Parlamenter sistemin özelliği Meclis'te hükümetin kurulmasıdır. Teorik olarak mümkün mü, mümkün. Halka gitmek açısından bakalım. Dönebilmek için 'halka diyecekler ki, bizden Cumhurbaşkanını seçin'. Hatta protokol yapacaklarmış. 'Ama bunu seçerken Anayasa'daki görevi verin, Meclis'te en az 360 milletvekili verin. Cumhurbaşkanı ile protokol yapacağız' diyecekler. Demokratik rutin içerisinde halk hiçbir kazanımdan vazgeçmemiştir. Vazgeçmesi veya vazgeçirtilebilmesi için ya darbe, ya iç savaş ya da olağanüstü bir durum olacak. Dolayısıyla sosyolojik açıdan bunun karşılğı yok. Diyelim ki kazandılar, halkın önüne çıkmayacaklar mı? 360-400 arasında zorunlu referandum. Peki halk neye oy verecek? İki oy hakkını 1'e indirmeye karar verecek! Halk bu kazanımdan vazgeçmez. Daha sistemin ilk seçiminde sayın Erdoğan'ı ilk turda seçti mi Cumhurbaşkanlığı'na, seçti. Peki Meclis'te çoğunluk verdi mi? Vermedi, Cumhur İttifakı üzerinden verdi.
Belediye seçimleri. Belediye başkanını İYİ Parti'den seçip, meclisi başka partiden oluşturma gibi bir kabiliyeti vardır. Meseleyi halkın toplumsal, siyasi davranış eğilimleri üzerinden, kendisini sistem üzerinden etki kavrayışı üzerinden ele alalım. Demokratik rutin üzerinden böyle bir geriye dönüş örneği verilemez, hep ileriye adım atılır. Net bir biçimde söyleyeyim; Millet İttifakı Cumhurbaşkanı seçmeyi başarırsa, ki ben öngörmüyorum, emin olum bu sistemi işleteceklerdir. Fransa'da 22 sene boyunca sosyalistler sürekli parlamenter sisteme döneceğiz dediler. Mitterand seçildikten sonra bu tartışma bitti. Şu anda Fransa acaba Başbakanlığı kaldırsak mı tartışma noktasına geldi. Ayne söylüyorum halkın iradesi üzerinden geriye dönüşü ben mümkün görmüyorum.
Siyasi partilerin iddiası hükümet olma, Meclis'te çoğunluk sağlamadır. Bir Cumhurbaşkanının siyasi olmasından doğal ne olabilir. Sayın Cumhurbaşkanı güçlü bir lider olduğu için, kapsayıcılık kapasitesi yüksek olduğu için genel başkanlık seviyesinde tercih etmiştir, bir başkası üyelik seviyesinde tercih edebilir. Başka bir Cumhurbaşkanı hakikaten parti üyesi olarak gelebilir. Bir başka hiçbir partinin temsilcisi olmadan da gelebilir. Demokrasiden söz ediyorsak, seçilmiş pozisyondaki insanların siyasi katılım hakkını kısıtlamak demokrasiyle bağdaşan bir durum mudur? Partili Cumhurbaşkanı sistemin bir zorunluluğumuz gibi tartışmak aldatmadır. Sayın Cumhurbaşkanı sistemin ilk cumhurbaşkanı. 24 Haziran'da MHP'den ve başka partilerden de oy aldı. Demek ki orada partililik ilişkisi seçim sürecinde tam da belirleyici bir ilişki değil, tabii ki etkileyicidir. Partililik meselesi bir zorlayacılı değil bir siyasi imkandır.
Cumhurbaşkanı seçilen kişinin sonuçta birden çok kimliği oluşuyor. Anayasadan kaynaklanan görevlerini yerine getiren, yürütme yetkisini kullanan, siyasi mecrayla ilişkisini koruyan bir pozisyonu oluşuyor. Üç farklı kimlik ortaya çıkıyor. Siyasi kimlik, hükümet etme kimliği bir de devleti temsil kimliği ortaya çıkıyor. Bunlar aynı pratiklerde varolan pratikler. Özel ayrıştırmalar yapamazsın. Siz devletin kurumlarını o manada hakarete, aşağılamaya karşı korumak zorundasınız. Demokratik siyasi rekabet açısından seçilmiş pozisyonda olan kişi seçilmiş olmasının sağladığı avantajlar üzerinden de bir dil kurabilir.
Burada tabii ki eleştiri en geniş şekilde yargı içtihatlarımızda kabul ediliyor. Açık hakaretler soruşturuluyor. Adalet Bakanlığı'nın bu konuda soruşturma izni kararları da var. Bizim sistemde demokratik irade ile seçilmiş irade ile devlet süreçlerinin yönetiminde çok güçlü bir meşruiyet oluştu. Şimdiki süreçte kurumsal egemenlik olmadığı için seçilmişlerin devleti yönetmesi kabullenilemiyor. Milli egemenliğin doğrudan halk iradesiyle kullanılması rahatsız ediyor bazı çevreleri. Mutlaka kurumsal iradenin olmasını tercih ediyorlar. Yeni vesayetçi yapılar oluşturmaya çalışıyorlar.
Başkanlık hükümet sistemleri parti esaslı sistemlerdir. Başkanlık sistemi olduğu sürece parti ilişkisini ortadan kaldıramazsın. Ama parti ilişkisinin hangi seviyede kurulacağı Cumhurbaşkanına aittir. Türkiye'de kurucu liderimiz Atatürk partiliydi. İnönü, Bayar partili miydi? Partiliydi. Mevcut sistemde Cumhurbaşkanı partisiz olsun demek sistemin esasına aykırı. Partiyle ilişkisini yasaklayacağız demek siyasi gericilik gibi bir şeydir.
Reform gündeminin birkaç sebebi var. Türkiye'nin olağan gündemidir artık. Hakikaten ekonomik süreçlerin, sosyal süreçlerin, siyasi süreçlerin ortaya çıkardığı ihtiyaçlar oluyor. Hukukin statiği ile hayatın dinamiği arasında çelişkiler ortaya çıkıyor. Niye düzenlemelere ihtiyaç duyarız? Yeni ihtiyaçlar ortaya çıktığı için. Hep beraber yaşadığımız dönüşümlere bakın. 2012'den sonra biz ne yaşadık? Devlete çöreklenmiş bu çetenin, FETÖ'nün operasyonlarıyla karşılaşmadık mı? Gezi kalkışması, hendek savaşları, darbe girişimiyle karşılaştık. Tüm bu süreçlerde Türkiye'yi korumaya çalışıyorsunuz, dolayısıyla o sürecin aktüalitesi farklı ihtiyaçları ortaya çıkarıyor. Bu reformdan vazgeçildiği anlamına gelmiyor.
Türkiye'nin anayasal birikimi açısından baktığınızda 1808'den başlayın, Senedi İttifak, Tanzimat Fermanı, 1924 Anayasası, 1961 Anayasası müthiş bir anayasal külliyatımız ve birikimimiz var. Tarihten gelen tamamlanması gereken sürecimiz var. 21. yüzyılın kendi dinamikleri var. İnternet toplumunun, ağ toplumunun hak ve özgürlükleriyle ilgili ihtiyacımız yok mu bizim? Yepyeni şeyler göreceğimizi ben düşünüyorum, öngörüyorum. Bu tartışmanın çok yönlü, sayın Cumhurbaşkanının dediği gibi kapsayıcı yapılması lazım. Demokratik birikimde 50+1 meselesi demokratik siyasal sistemi açısından temel güvencedir. Bundan geri dönülmesi mümkün değil.
Yürütmenin bütün coğrafyayı kapsayacak seçilmenin bir güvencesidir. 50+1'de vazgeçilemez. Hakikaten çoğulcu bir yürütme tercihi bakımından son derece önemlidir. Tarafsızlık seçilmiş pozisyonların, atanmış pozisyonların hizmetleri yerine getirirken objektif, adil olmasıyla ilgilidir. Siyasi tarafsızlıkla ilgili değildir. Tarafsızlık görevle ilgili, hizmetlerin verilmesiyle ilgilidir. Adayken taraf olabilir. Siyasi rekabette de bulunabilir. Görevini yerine getirirken tarafsız olur.
Cumhur İttifakı siyaset tarihinde alıştığımız şekilde parti ittifakı değil. Şu anda Meclis seçimlerinde parti ittifakını yasal hale getirmedik. Cumhur İttifak bu manada parti ittifakı değil. Parti ittifakı belli konularda uzlaşma, taviz üzerinde mutabakat sağlamaya çalışan ittifaklardır. Cumhur İttifakı ülke ittifakıdır. Sokakta kurulmuş bir ittifaktır, 15 Temmuz'da sosyal tabanını oluşturmuş ittifaktır. Ülkenin temel yönelimleri açısından, korunması gereken değer ve ilkeleri açısından oluşturulduğu için farklı bir ittifak. Yapıcı bir ittifak. 15 Temmuz sürecinde benim adlandırmamla milli demokratik halk devrimiyle Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi'nin kuruculuğunu yaptı. Yerel yönetimler, demokratik katılımın atılması açısından bir ittifak. Bir bağımsızlık ittifakı. Son olarak medeniyet ittifaktır. Benim gözümde kurucu ve milli bir ittifaktır. Bir çerçeve, Türkiye fikri üzerinden her çevreye açık ittifaktır. Aynı zamanda genişleme imkanlarının da olduğunu söylüyorum. (Haber Türk)