Taraftarlar ve Liderler

Mesut Kaymakçı

Çocukluk dönemimde futbol ile çok yakından ilgiliydim. Sıkı bir Fenerbahçe taraftarı idim. Arkadaşlarla aramızda sürekli futbol tartışmaları yapardık. Ben işi o kadar ciddiye alırdım Kİ bu konuda sürekli bir şeyler okurdum ve o zamanların Tercüman Gazetesi’nden fasikül biriktirerek oluşturduğum “Spor Ansiklopedisi’nden sürekli işime gelen yerleri alır, tartışmalarda kullanırdım. Bu ansiklopedide gerek futbol gerekse diğer spor dalları hakkında çok güzel bilgiler vardı. Futbol kulüplerinin kurulduğu günden beri yapılan bütün spor etkinlikleri ile detaylı bilgiler yer almaktaydı. Ben en çok maç sonuçları ile ilgilenirdim.

Futbol adına yaptığımız tartışmalarda bir taraftan keyif alırken bazen de kırıcı tartışmalarımız OLURDU. Samimi arkadaşlarla kavga ettiğimiz bile olmuştur futbol yüzünden. Tabi bu arada teknik destek almak adına televizyonlarda bizim takımı tutan futbol yorumcularını da ihmal etmezdim. Benim fanatikliğim daha çok bilgi üzerine idi. Fakat bazı arkadaşlarım bayrak alır, stada gider orada tezahüratları ile takımları desteklerdi. Daha sonra bir şey fark ettim. Baktım ki kulüp yöneticileri ve futbol yorumcuları televizyonlarda kıyasıya tartışıyorlar ama hiç kavga etmiyorlar hatta beraber belli etkinliklere, belli programlara beraber gidiyorlar. Biz taraftarlar birbirimizi yerken bu üst düzey yöneticiler aralarında daha güzel bir diyalog kurabilmişlerdi. Mesela: Kazanınca ne çıkıp sokaklarda bağırıp çağırıyorlar ne de kaybedince diğer takımın taraftarlarına saldırıyorlar hatta tepkilerini sözleri ve mimikleri ile veriyorlar. Benim gibi sıradan taraftarların takımlarına yaklaşım tarzı daha bir fedâkarane idi. Taraftarlar sabah erken kalkarak maça ancak itiş kakış ile girebiliyorken protokol kesim ayrı bir kapıdan içeri alınıyordu. Liderler ile taraftarların farkı sadece maça girişte belli olmuyor.

Yöneticiler ile taraftarlar arasındaki gerek bilgi ve gerekse konum itibariyle “duyarlılık” noktasında farklılıklar oluşmuştu. Spor etkinliklerinde görülen bu durum aslında siyasi, dini ve sivil toplum kuruluşlarında da aynen yaşanmaktadır. Birbiri ile rakip durumda olan siyasi parti liderleri kendi aralarında güzel güzel konuşup tartışırken aynı partilerin taraftarları şiddete varan tartışmalara girebiliyorlar hatta bazı tartışmalar ölümle sonuçlanabiliyor. Futbol tartışmalarında rastladığımız “duyarlılık farkı” burada da gözümüze çarpmaktadır.

Siyasi parti fanatikleri de yine futbol taraftarları gibi daha çok fedakarlık yapan kesim durumunda. Siyasi taraftarlar afiş yapıştırmadan tutun, maddi yardıma kadar birçok konuda fedakarlık gösteriyorlar. Kendi aralarında liderlerinden öğrendikleri ezberleri ile siyasi tartışmalar yaparak karşı tarafı kendilerine çekmeye çalışıyorlar. Çünkü taraftarlar bilir ki kendileri gibi ne kadar çok karşı taraftan yeni taraftar getirirlerse o kadar yükseleceklerdir. Yine, İslami cemaatlere de bakınca aynı durumu görebilmekteyiz. Cemaatler genellikle bir İslam bilginin yorumları etrafında toplanarak İslam’a hizmet amacıyla ortaya çıkmıştır. Siyasi ve spor camialarında görülen hiyerarşik yapıdaki tavır farklılıkları dini cemaatlerde de göze çarpmaktadır. Demek oluyor ki, insanların olaylara verdiği “tepki şekli” onların seviyesini de belirleyebiliyor.

Mesela: Siz hiç büyük takımların kulüp başkanlarını saç-baş kavga ederken gördünüz mü?

Ya da iki parti liderinin birbirleri ile tekme-tokat kavga ettiğini gördünüz mü?

Ya da iki devlet başkanının anlaşmazlıkları dövüşerek çözdüğünü gördünüz mü?

Bilgisi olan bilgisi ile bilgisi olmayan bedeni ile mücadele ediyor. Bilgisiz insan doğal olarak daha çabuk gaza gelebiliyor. Çünkü biliyor ki elinde mücadele aracı olarak “bedeni”nden başka bir şey yok. Zaten, liderler de onun bedeni ile mücadele etmesini isterler. Çünkü liderler bu işin teorisyeni oldukları için taraftarların fikirlerine, düşüncelerine pek ihtiyaç hissetmezler. Liderler için önemli olan kendilerine bağlı olan “kelle sayısı”nın rakiplerden fazla olmasıdır.

Şimdi bu noktada şu soru sorulabilir. Acaba, taraftarlar ve liderler aynı felsefeye, aynı düşünceye, aynı davaya inandıkları halde neden olaylara farklı tepkiler veriyorlar? Mücadele edenlerden bir taraflardan biri şiddete başvururken diğeri müzakere ve konuşmayı tercih edebiliyor. Bunun sebebi aslında açık, aynı davada lider olabilmiş kişi bu işin hem teori hem pratik yönüne hakimdir. Yani, lider olana kadar hem okuyarak hem yaşayarak müntesibi olduğu düşüncenin ruhunu kavramış ve ona göre hareket etmeyi öğrenmiştir. Dolayısıyla, o hem kendisini hem kendi çıkarlarını nasıl koruyacağını da öğrenmiştir. Bir nevi o direksiyondaki insandır ve kaza anında kendisine zarar gelmeyecek – ya da daha az gelecek - şekilde çarpmasını da bilen insandır. Taraftarlar ise kendi düşüncelerinin kendi takımlarının sevgisi ile kuşanmış insanlardır. Yani, taraftar sevgisi bilgisinden üstün olan insandır. Onlar, nasıl hareket edeceklerini başkalarından öğrendikleri için yürüdükleri yolda sıkıntı yaşayabilmektedirler. Hani bir atasözümüz var: Sokma akıl ile yedi adım gidilir. Bilgi ve tecrübeleri az olduğu için bazen hem kendilerinin hem de başkalarının canını yakabiliyorlar. Hatta bazen kendilerine iyilik yapan, uyandıran veya farkındalık yaratmaya çalışan insanların canlarını da yakabiliyorlar. Aynen, boğulmakta olan bir insanın kendisini kurtarmaya gelenleri de can havliyle boğması gibi bir durum oluşuyor. Tabii ki insanların sevgiyle bağlandıkları kişilerden, fikirlerden ve alışkanlıklardan ayrılması zordur. Yazımızı bu konuyla ilgili olarak Şair İsmet Özel’in bir şiirinden alıntı yaparak bitirelim..

"Başkalarının aşkıyla başlıyor hayatımız

ve devam ediyor başkalarının hınçlarıyla

düşmanı gösteriyorlar, ona saldırıyoruz

siz gidin artık

düşman dağıldı dedikleri bir anda

anlaşılıyor

baştan beri bütün yenik düşenlerle

aynı kışlaktaymışız "

İlk yorum yazan siz olun
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.