Türk Eğitim-Sen Genel Başkan Talip Geylan’ın, okulların yarı yıl tatiline girmesi ile ilgili yaptığı basın açıklamasıdır.
Okullar yarıyıl tatiline giriyor ancak eğitimin sorunları hem eğitimciler hem öğrenciler açısından katmerleşerek büyüyor. Bilindiği gibi Ziya Selçuk’un Milli Eğitim Bakanı olması eğitim camiasında heyecan uyandırdı. Şu ana kadar Bakan’ın eğitimci dostu yaklaşımları, eğitimin sorunlarını çözme konusundaki isteği, öğrencilere bakışı bizleri umutlandırmaktadır. Tabi ki eğitimin yıllardır süre gelen, katmerleşen sorunlarını kısa sürede çözebilmek mümkün değildir. Ancak sorunlara kalıcı neşter vurmak için bu iradeyi ortaya koyabilmek gerekir. Türk Eğitim-Sen olarak yapıcı tüm icraatlara destek verdiğimizin bilinmesini istiyoruz. Eğitim sistemimizin ezbercilikten kurtarılması, eğitimde sorgulayan, araştıran bir modele geçilmesi ve dünyaya entegre olmamız, derslik ve öğretmen açığı, okulların alt yapı ve teknolojik donanımı, okullaşma oranlarının düşüklüğü v.b. sorunların ortadan kaldırılması, eğitim çalışanlarının gerek maaşlarının gerekse özlük haklarının OECD ülkeleri düzeyine yükseltilmesi, öğretmenlerin statülerinin artırılması, eğitim çalışanlarına şiddetin son bulması, hak gaspının önlenmesi en büyük temennilerimizdendir. Bu minvalde 2018-2019 eğitim-öğretim yılının ilk yarıyılı sona ererken, sendikamızın tespit ettiği eksiklerin giderilmesi eğitimin geleceği açısından büyük önem taşımaktadır.
Yönetici atamalarında mülakatın etkisinin azaltılması olumlu bir adımdır ama yetmez! Mülakat tamamen kaldırılmalıdır.
Eğitimde başarılı olmak okulları başarılı yönetmekle mümkündür. Ne yazık ki özellikle 2014 yılından bugüne kadar yapılan uygulama nedeniyle okulların büyük kısmının başarılı yönetilmediğini üzülerek görüyoruz. Eğitim yıllardır kul hakkı yiyen yandaşların istilasına uğramaktadır. Bunlar ehil, bilgili, liyakatli, ödül üstüne ödül alan insanların yerlerine büyük bir iştah ve cüretle oturmaktadır. Mülakat uygulaması nedeniyle yandaşlar, belli gruplara mensup olanlar, iktidara siyasi, ideolojik yakınlığı olanlar ya da sendikal tercihini sarı sendikadan yana kullananlar okul yöneticiliği koltuğuna otururken, yandaşlar dışındakiler, yazılı sınavda yüksek puan almış olsa bile elenmektedir. Mülakat komisyonlarında verilen adil olmayan, komisyondan komisyona göre değişiklik gösteren puanlara tanıklık ettik. İsim listelerinin elden ele nasıl dolaştığını da biliyoruz. Türk Eğitim-Sen geçtiğimiz yıllarda tüm bu katakullileri kamuoyuna ifşa etmiş, hak gaspı yaşayıp yargı yoluna gidenlere hukuki anlamda destek olmuştu. Dolayısıyla şeffaf olmayan komisyonlara kim, nasıl güvenebilir, mülakatların adaletli bir şekilde yapıldığını nasıl düşünebilir? Bilindiği 2023 Eğitim Vizyonu Belgesi’nde okul yöneticiliğine atamada yeterliliklere dayalı yazılı sınav uygulaması ve belirlenecek diğer nesnel ölçütlerin kullanılacağı ifade edilmişti. Milli Eğitim Bakanlığı bu kapsamda MEB Yönetici Atama Yönetmeliği’nde kısmi bir değişiklik yaptı. Ancak bu değişiklik tam olarak beklentilerimizi karşılamadı. Şöyle ki; yapılan değişiklikle müdür ve müdür yardımcılığı görevlendirmelerinde yazılı sınav ağırlığı yüzde 80, mülakat ağırlığı ise yüzde 20 olarak değiştirildi. Bu noktada etkisi azaltışmış bile olsa, mülakatın varlığının devam etmesi, kul hakkı gaspının tam olarak sona ermeyeceği anlamına gelmektedir. Sendikamızın talebi yönetici atamalarında mülakatın tamamen kaldırılması, tüm yöneticilerin sadece yazılı sınav esasına göre atanmasıdır. Öte yandan yine 2023 Vizyon Belgesi’nde taahhüt edilen, okul müdürlüğünün ikinci görev olmaktan çıkarılıp kadroya alınması için de kanuni düzenleme bir an önce yapılmalıdır. Tabi kadroya geçişlerde sadece merkezi yazılı sınav sonuçları dikkate alınmalıdır. Bunun aksi yönde adaletsiz bir şekilde yönetici olarak görevlendirilenler kadroya geçirilirse, bu, kul hakkı gaspını onaylamak ve iştirakçisi olmak anlamına gelecektir. Kamusal alan birilerinin çiftliği değildir ve bir gruba mensubiyet üzerinden tanzim edilemez. Aksi takdirde bu grupların sadakat göstereceği yer tıpkı 15 Temmuz felaketinde gördüğümüz gibi devletimiz değil, biat ettikleri odaklar olacaktır. Sendikal baskıların had safhaya çıktığı bu dönemde, bu arsızların aşil tendonunu keserek, adaletsizliğe engel olmak çok önemlidir.
Şubat’ta 40 bin ilave atama, Ağustos ayında da 60 bin atama yapılmalıdır.
Milli Eğitim Bakanlığı 2018 yılında 20 bin atama yaptı. Ek 20 bin atama için yapılan mülakatların sonucu da 15 Ocak tarihinde açıklandı. Şimdi gözler Şubat ayında yapılacak atamalarda. Herkes bilmelidir ki; bu 20 bin atama, 2018 yılı atamasıdır. Hiç kimse bu ilave atamayı 2019 yılı ataması olarak lanse etmemelidir.
Türk Eğitim-Sen’in Valiliklerden gelen rakamlar doğrultusunda yaptığı araştırmaya göre sadece 64 ilde 76 bin 605 ücretli öğretmen görevlendirmesi yapılmaktadır. 55 ilde ise norm kadro açığı 101 bin 339’dur. İki yıllık ön lisans mezunu 9 bin 653 ücretli öğretmen derslere girmektedir. Bu en az 10 bine yakın kişinin pedagojik formasyonu olmadan, daha açık bir dille öğretmen vasfı olmadan derslere girdiğinin kanıtıdır. Ücretli öğretmen, açığın olduğu yerlerde ihtiyacı karşılamak için yapılan görevlendirmelerdir. Demek ki sadece ücretli öğretmen sayısı kadar atama yapılsa dahi en az 76 bin öğretmen atanması gerekir. Aynı zamanda güvencesiz bir yöntem olan ve eğitimde verimi, başarıyı düşüren ücretli öğretmenlik artık adeta asal istihdam halini almıştır. Şunu da belirtelim ki; ücretli öğretmen çalıştırıldığı halde 101 bin açık söz konusudur. Kaldı ki, 20 bin atama, ülkemizde 76 bin ücretli öğretmen çalıştırılırken, norm kadro açığı 101 bin civarındayken, 400 bin atama bekleyen öğretmen varken gerçekten çok komik rakamlardır. Üstelik 2017 yılında sınava giren öğretmenlerin ataması kontenjan yetersizliği nedeniyle 2018 yılının sonunda yapılmıştır. Dolayısıyla 2019 yılı atama sayısı planlanırken, tüm bu hususlar göze alınmalıdır. Sendikamızın talebi; Şubat ayında 40 bin ilave atama ve Ağustos ayında 60 bin olmak üzere 2019 yılı için toplam 100 bin atamadır. Ayrıca kaliteli okullar, kaliteli eğitim, başarı hedefliyorsak arazlı olan ücretli öğretmen istihdamına da ivedilikle son verilmelidir.
Sözleşmeli öğretmenlere yarı yıl tatilinde tayin hakkı verilmelidir.
Sözleşmeli öğretmenlik sendikamızın 2005 yılından beri mücadele ettiği bir istihdam yöntemidir. Hatırlanacağı üzere sözleşmeli öğretmenlik 2011 yılında kaldırılmış, tüm sözleşmeliler kadroya geçirilmiş, 2016 yılında ise aynı Hükümet tarafından bir KHK ile geri getirilmişti. Hem de mülakat ve 6 yıl çakılı kadro ile çalışmayı da kapsamaktadır. 6 yıl çakılı kadronun 3+1 olarak esnetilmesi Vizyon Belgesi’nde yer almıştır. Ancak sendikamız sözleşmeli öğretmenliğin esnetilmesini kabul etmemektedir. Talebimiz sözleşmeli öğretmenliğin kökten kaldırılmasıdır. Kariyerlik mesleğine aykırı olan sözleşmeli öğretmenliğin iptalini içeren davamız devam etmektedir. Amaç, mahrumiyet bölgelerindeki öğretmen açığını kapatmak ise, bunun yolu Zorunlu Hizmet Tazminatı uygulaması getirerek, öğretmenlerin o bölgelerde gönüllü olarak çalışmalarını sağlamaktır.
Aksi yöndeki uygulamalar öğretmenlerin verimini düşürür. Yargının sözleşmeli öğretmenliği kaldırmasını ve tüm öğretmenlerin kadrolu olarak atanması gerektiği yönünde karar vermesini bekliyoruz. Bu yapılana kadar da tüm sözleşmelilere yarıyıl tatilinde eş durumundan tayin hakkı verilmelidir. Bilinmektedir ki; sözleşmeli öğretmenlere tayin hakkı tanınmadığı için öğretmenler eşlerinden, çocuklarından ayrı görev yapmakta ve aile bütünlükleri zedelenmektedir. Anayasamızın 41. Maddesine de aykırı olan bu uygulamaya karşı Türk Eğitim-Sen olarak 23 Ocak tarihinde Ankara’da sözleşmeli öğretmenler ile birlikte eylem yapacağız. Sözleşmeli öğretmenler ile birlikte hem bu istihdam yöntemini protesto edeceğiz hem de yarıyıl tatilinde mutlaka sözleşmeli öğretmenlere tıpkı kadrolu öğretmenler gibi tayin hakkı tanınmasını isteyeceğiz.
İl içi özür grubu mağdurlarının feryatları duyulmalıdır.
İl içi özür grubu mağdurları da tıpkı sözleşmeli öğretmenler gibi çile çekmektedir. Aynı il içinde birbirinden kilometrelerce uzakta yaşamak zorunda bırakılan bu öğretmenlere de tayin hakkı tanınmalıdır. Örneğin Antalya’nın Demre ilçesi ile Gazipaşa ilçesi arasındaki mesafe 320 kilometredir. Erzincan merkez ile Kemaliye ilçesi arasındaki mesafe 150 kilometredir. Gaziantep’in Nizip ilçesi ile Islahiye ilçesi arası 131 kilometredir. Bu örnekleri uzatmak mümkündür. Aynı il sınırında görünen ancak aralarında günü birlik gidip gelinemeyecek kadar çok mesafe olan yerlerde görev yapan öğretmenler de eşlerinden, çocuklarından ayrı yaşamaktadır. Dolayısıyla talebimiz il içi özür grubu mağdurlara da tayin hakkı verilmesidir. Bu noktada il içi özür grubu tayinlerinde 50 kilometre kriteriyle, ilçe emri hakkının geri getirilmesi çok önemlidir.
Değerler eğitimi mutlaka MEB öğretmenleri tarafından verilmelidir.
Okullarımızda değerler eğitimi verilmesini önemsiyor, bu noktada MEB’in girişimini takdir ediyoruz. Ancak değerler eğitimi MEB’in öğretmenleri tarafından verilmelidir, pedagojik formasyonu olmayan insanlar tarafından değil. Şöyle ki; MEB çeşitli vakıf, dernek, cemiyet v.b. kurumlarla protokoller imzalamıştır. Bu protokollere binaen bu vakıf, dernek, cemiyetlerden insanlar gönüllü olarak değerler eğitimini öğrencilerimize vermektedir. Bu insanların büyük kısmının pedagojik formasyonu yoktur, öğretmen değillerdir, aksine işletmeci, odyolog, tekniker, mühendis, danışman, uçak teknisyeni, mali müşavir gibi mesleklere sahiptirler. Dolayısıyla MEB’in 923 bin öğretmeni dururken, eğitim ile uzaktan yakından alakası olmayan bu kişilerin neden okullarda değerler eğitimi verdiğini anlamakta zorlanıyoruz. Bu uygulama ile MEB kendi öğretmenlerine, ‘Ey öğretmenlerim, ben size güvenmiyorum, dolayısıyla öğrencilerimize dışarıdan hizmet getiriyorum’ demektedir. Bu yaklaşımı kabul etmemiz ise mümkün değildir.
Türkiye'de sivil toplum kuruluşlarının, birtakım oluşumların kendi mecralarında eğitime yönelik projeler geliştirmeleri, faaliyetlerde bulunmaları önemlidir ama bu faaliyetlerin yapılacağı yerler okullar değildir. Çünkü okullarımızda sadece öğretmenlerimiz marifetiyle eğitim verilmelidir. Nitekim 15 Temmuz’u hep birlikte tecrübe ettik. Türkiye’yi o sürece götüren en önemli neden kamusal alanın belli yapılara açık hale getirilmesiydi. Dolayısıyla yaşananlardan ders çıkarmalı, eğitim eğitimciye, dolayısıyla MEB öğretmenlerine bırakılmalıdır. Türk Eğitim-Sen olarak MEB’i bu protokolleri iptal etmeye çağırıyoruz.
Öğretmenlik Meslek Kanunu çıkarılırken 657 Sayılı DMK ve MEB mevzuatındaki hakları korunmalıdır.
Milli Eğitim Bakanlığı Öğretmenlik Meslek Kanunu ile ilgili hazırlık çalışmaları yapmaktadır. Sendikamız da bu kanun ile ilgili görüşlerini hem yazılı olarak hem de Cumhurbaşkanlığı bünyesinde yapılan bir toplantıda kapsamlı bir şekilde ifade etmiştir. Kariyer mesleği olan öğretmenliğin statüsünün artırılması, öğretmenlere kaybettikleri itibarlarının verilmesi çok önemlidir. Bu noktada kanun çıkarılırken 657 Sayılı DMK ve MEB mevzuatındaki hakları korunmalıdır. Öte yandan öğretmenlerin kariyer basamaklarında yükselebilmesi için düzenleme yapılmalı; 10 yılını dolduran öğretmenlere uzman, 20 yılını dolduran öğretmenlere başöğretmen unvanı verilmelidir.
Öğretmenlere şiddeti önlemek için yasal cezai düzenleme yapılmalıdır.
Eğitim çalışanlarına yönelik şiddet haberlerinin ardı arkası kesilmiyor. Caydırıcı cezalar verilmeden bu olayların son bulmayacağını yıllardır dile getiriyoruz. Bu noktada Türk Eğitim-Sen eğitim çalışanlarına yönelik şiddet ile ilgili bir kanun teklifi hazırlamıştır. Milletvekilleri aracılığıyla TBMM gündemine gelecek olan bu teklife tüm siyasi partilerin destek vermesini istiyoruz. Şiddetin önlenmesi için mutlaka yasal cezai düzenleme yapılmalı, şikâyete bağlı kalmaksızın fail hakkında kamu davası açılarak konu takip edilmelidir. Mobbing de cezai yaptırım gerektiren bir suç kabul edilmeli, illerde ve eğitim kurumlarında Mobbing İzleme Kurulları oluşturulmalı, bu kurullarda sendika temsilcilerine de yer verilmelidir.
Öte yandan;
MEB’in 2019 yılının sonuna kadar tüm okulların tekli eğitime geçeceğine yönelik taahhüdü vardır. Bununla ilgili çalışmalar sürdürülmekle birlikte, alt yapı eksikliklerinin ikinci yarıyılda tamamlanmasını ve MEB’in sorunsuz bir şekilde okulları tekli eğitime geçirmesini istiyoruz.
Eğitim çalışanlarının tamamına Eğitim-Öğretime Hazırlık Ödeneği verilmeli, yardımcı hizmetler sınıfının görev tanımı yapılmalı, bu çalışanlar angarya işlerden kurtarılmalıdır.
Kamuoyuna saygıyla duyurulur.