Kurumlarda bireysel vefa, kurumsal bekanın teminatıdır. Emek de, karşılığı mutlaka ödenmesi gereken bir değerdir. Bazen ne yapılırsa yapılsın, hakkı ödenmeyecek emekler vardır. Çeyrek asırlık mücadelemizde, karanlığa çalınan bir kibrit yalımı gibi başladığımız dönemlerde, bugün asla hakkını ödeyemeyeceğimiz emekler verildi, ömürler tüketildi, idealler sabırla yeşertildi. Tüm bunların hülasasını, 25. yılımızda ‘vefa’ buluşmalarıyla dünün kodları üzerinde bugünün güncelliğiyle yeniden mezcettik. Dün verilen doğru karar, bugün erişilen menzille kucaklaştı.
Hayatın her ‘an’ı geçmişin sürekliliği, günün güncelliği üzerine hep yeni başlangıçlara çağırır bizi. Bu minvalde attığımız her doğru adım, geçmişte saldığımız köke biraz daha sarınmamızı ve bugüne dair fikirlerimizle yeni ufuklara dokunmamızı sağlar. Mücadelenin başladığı ilk günkü samimiyet halkası, bugün verilen emeğin son terinin damlasıyla buluşur. İlk kıvılcımı çakan kişinin cesaretiyle bugünkü varılan menzilin cesameti birleşir. Dünün öncü kadrolarının durduğu safla aynı hizada binlerce hale ülke sathına dizilir saf saf.
Sendikacılık, bugün geldiğimiz son evrede bizim açımızdan politik bir enstrüman değil, bir davet; ayrışma ve ayrıştırma ideolojisi değil, iyiyi öneren bir ahlak; kuru bir iddia değil, madden ve manen tekamüle uzanan bir yolculuk; ülke olarak şu an çok ihtiyacımız olan toparlayıcı ve birleştirici adrestir.
Birleşme kabiliyetinden yoksun olan, kendi kendisine mahkûm olandır; kendi dışındakilere ezber fikirlerle yaklaşandır. Kendi gibi olmayanı, kendi gibi düşünmeyeni ötekileştirir, ayrışmanın fitilini çeker, gözünü yumar fitne ateşini yakar. Bu psikolojiye giriftar olan, zihninde ürettiği ötekiyle hayatı diyalektik bir düzlemde yaşamaya mecbur kalandır. Vicdanı sürekli yerleşik kanaatine çarpıp kırılgan dalgalar halinde geri dönüp kendini yutan; bir gayya kuyusunda galiz kahramanlarla yaşadığını sanandır. Bu türler ancak ürettiği hasımlar sayesinde var olmayı başarır. Başkaları hakkındaki ön yargıları aynı zamanda son yargılarıdır. Oysa birlik, iyiliğin kaynağı, rahmetin ve bereketin rahmidir. Birliğimizi kaybettiğimizde iyilik üretecek damarlarımız tıkanır, olmayan hiyerarşiler üretir, katmanlar icat eder, vicdan sadece bize ait olana, merhamet sadece bize dair olana yönelir. Ülkemizde geçmişte herkesin ödediği bedelin kütüğünde hep bu ‘hâl’ kayıtlıdır.
Neredeyse her kesimin bir dönem ‘öteki’ olarak muamele gördüğü günlerden geçtik. Artık herkesin ötekilik kamplarından çıkıp, son zamanlarda sık vurgulanan ifadeyle, ‘yerli, milli ve demokratik’ ölçülerde birbirine saygı duyması ve sahip çıkması gereken dönemlerdeyiz. Milletimizin bir oluşu, barış içinde bir arada bulunuşu bütün tuzakların yıkılışıdır. Geçmişte ödediğimiz bedellerin tekrarlanmaması, acıların hiç olmazsa bugün sağaltılması, yarınımızın geleceğe dair büyük bir kapı olarak açılması; birliğimizin kuvvetine, ayrılıklara karşı mukavemetimize bağlıdır.
Kurtuluş savaşındaki istiklal ve istikbal bilinciyle, Çanakkale’de koyun koyuna yatan şehitlerimizin miras bıraktığı ruhla ve 15 Temmuz işgal girişimine karşı koyduğumuz cesaret ve azimle; tarihimizle uyumlu, sosyolojik gerçeklerimizle örtüşen, yerel değerlerimizle bezeli, evrensel normlarda mündemiç bir anayasayı ve yepyeni bir sistemi hep birlikte inşa etmek zorundayız.
Tüm bu gerekçelerle, istikrarın bozulmaması, istikrarsızlık elinde emeğin değerinin pula dönmemesi için tarihten aldığımız dersle bu kez de gönlümüz ‘Evet’te. Çünkü bizim için Türkiye sadece bir coğrafya değil, bir devlet, sadece bir tarih değil, büyük bir medeniyettir.