Şezlong Kapma Yarışması

Mesut Kaymakçı

 

Dünyanın en büyük gemisi olan Titanik yapım aşamasında 15.000 liman işçisi bir yıl boyunca çalışmıştı. Dönemin mühendislik harikası olarak kabul edilen Titanik'in batmasına hiç bir mühendis imkân tanımıyordu. Olası bir çarpışmayı önden ve arkadan tahmin eden mühendisler bir kaza anında Titanik’e çarpan geminin zarar görebileceğini düşünüyorlardı. Fakat Buzdağı Titanik'e ne önden ne de arkadan çarpmış, adeta bir bıçak gibi yan gövdesini kesmişti. Geminin ön ve arka kısmına nazaran kuvvetsiz olan yan duvarlar çarpışmanın etkisiyle kolayca parçalanarak batmayı kolaylaştırmıştı.  Gemi, o zamana kadar yapılmış en lüks gemiydi. Gemi'de standart olarak ana güvertede yüzme havuzu, spor salonu, Türk hamamı, hem birinci sınıf hem de ikinci sınıfta kütüphane, tenis kortu sunulmaktaydı. Birinci sınıf ortak odaları çok özel ağaç işlemeciliği, pahalı mobilyalar ve diğer dekorasyonlar ile süslenmişti.

 Titanik dünyaca ünlü batmaz denilen gemi ilk yolculuğu esnasında battı. Titanik’in batması ile ilgili çok şeyler yazıldı, çizildi. Fakat bu olayın en ilginç yönü kaptan ve mürettebat geminin batacağını anlayınca hemen panik yapmadılar ve yolculara haber vermediler. Hatta onların daha da rahat davranmalarını sağladılar. Geminin batması kesinleştiği halde yolcular haberleri olmadığı için güvertede eğleniyorlardı.  Yolcular arasında bir şezlong kapma yarışması başlamıştı. Hiçbir şeyden habersiz aralarında eğlenen yolcular fotoğraf çektiriyorlar, güvertedeki karlarla oynuyorlardı. Belki de birkaç saat sonra ölüm çığlıkları çıkacak gemide herkes sevinç çığlıkları atıyorlardı. Gemidekilerin biraz sonra olacaklardan haberi yoktu. İnsandı bu, öncelikle kendi geçici keyiflerini düşünüyordu. Bu durum şu anda bizim yaşadığımız dünyaya ne kadar benziyor.

Bugün maalesef insanlar birbirlerini anlamıyorlar, anlamak istemiyorlar. Herkes kendisinin acısına yürek kesilmiş başkalarının acısını duymuyor. Herkes kendini ve kendisi gibi olanları “dünyanın merkezi”ne oturtuyor; diğerlerine ise cehennem kesiliyor.

Birbiri ile yaşamanın yollarını aramaktan ziyade birbirlerini öldürüyorlar. Birbirini öldüren bu insanlar kutsal amaçlarla, yüce amaçlarla hareket ettiklerini düşünerek kendilerinin bu dünyaya güzellikler, mutluluklar ve dostluklar getireceklerini vaat ediyorlar. Hatta ne kadar çok öldürürlerse daha çok mutluluk getireceklerini düşünüyorlar. Bu şekilde “dünya cenneti” kuracaklarını sanıyorlar. İlk insan yeryüzüne geldiğinden beri savaşlar oluyor, şimdiye kadar savaşla bir cennet kurulabildi mi dünyada?

Dünyanın her tarafında savaşlar, kavgalar ve cinayetler var. İnsanlar birkaç müreffeh yıl geçireyim diye diğer insanları tehlikeye atıyor, onların kaynaklarını tüketiyor, kullanıyor veya satıyor. Dünyadaki birkaç bin mutlu azınlığın hırsları yüzünden dünyanın çoğu açlık, sefalet ve hastalık içinde perişan halde yaşamaktadır. Hâlbuki düşündüğümüzde zaten bir gün öleceğiz ve bütün her şey burada kalacak. Dünyada kalacak topraklar için eşyalar için bu hırs, bu tamah, bu aç gözlülük neden?  Ülkeler arası savaşların haricinde bireyler arasında da pek hak hukuk gözetilmiyor. İnsanlar boş şeylerden dolayı birbirlerinin kalbini kırıyor, üzüyor. Başkasının malını, alın terini çalanlar.. Birbirlerini bir hiç uğruna öldürenler… Kişisel çıkarlar için insanlara eziyet edenler..  Yıllarca kendisine candaşlık, yoldaşlık yapan eşini dövenler, öldürenler.. Çalıştırdığı insanların emeğini ödemeyenler….Çeşitli yalanlarla insanların aralarını bozanlar, fitne çıkaranlar…Bu liste uzar gider.. Bunların hangisi bizim gibi etten kemikten yaratılmış bir insanı üzmeye değer?

 Bunların hangisi üzerine güvercinin yavrularına titrediği gibi kendi yavrularına titreyen anaların-babalarını ve incitmeye değer?

Belki birkaç saat sonra, birkaç hafta sonra ya da birkaç yıl sonra öleceğimizi bile bile birbirimizin kalbini kırıyoruz. Sadece biz ve bizim gibilerin çocukları yaşasın istiyoruz.  “Ötekiler” ve onların çocuklarını önemsemiyoruz. “ Ötekilerin çocukları” lanetli birer isim bulup ölmelerine göz yumuyoruz.  Sürekli ekranlarda görmeye alıştığımız ölümlerden biz mesul değil miyiz? Hepimiz futbol taraftarı gibi kendi tuttuğumuz tarafın daha çok öldürmesini istiyoruz. Onlar bir insana tetiği çekerken birileri de yüreğinden destekliyor, ekran başındakiler destekliyor. İnsanları yüreklerimizle yüreğimizde öldürüyoruz. Yürekten desteklediklerimiz tetiği bizim için çekiyor. Hâlbuki bugün uğruna nice kalpler kırdığımız bütün her şey burada kalacak.  Gerek var mı bu kadar kalbimizi karartmaya. Bizler bu anlamda Titanik’te  şezlonglar için yarışan insanlara benziyoruz. Şezlong kapmaya çalışan insanlar belli bir süre rahat bir şekilde şezlongda güneşlenecekler.  Peki ya sonra? Bir süre sonra gemi batacak ve her şey suya gömülecek.  Dünyada neyi paylaşamıyoruz? Nedir bizi birbirimize düşüren? Bu dünyadaki şezlonglar ya da bizim kısa süreli keyfimiz “can taşıyan bedenlerden” daha mı önemli?  Halbuki bizler, birbirimizin acısını yüreğimizde hissettiğimiz ölçüde daha mutlu ve huzurlu bir toplum olacağız..

Bu konuda daha önce yazdığım bir şiiri de sizlerle paylaşmak istiyorum..

Dostum

Kimisi aç kimi şehvet tutkulu

Kimi tanrı yapmış parayı pulu

Kendi gibi eşit gören her kulu

Komşusu açken tok yatmaz dostum

 

Sevmezse gönülden kardeş kardeşi

Üstümüze doğmaz barış güneşi

Kimseyi güldürmez nefret ateşi

Hakkı bilen insan kin gütmez dostum

 

Sevgi ekmedikçe gül bahçemize

Dünya küçük gelir, dost, hepimize

Beş tane bile olsa yetmezdi bize

Yangın olan yerde ot bitmez dostum

 

Bu hayat Allahtan bize hediye

İnsanlar kardeşçe yaşasın diye

Peki, bu kavga bu savaşlar niye?

Koca dünya bir can etmez dostum.

 

 

Saygılarımla

            Mesut Kaymakçı

              Eğitimci -Yazar

İlk yorum yazan siz olun
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.