Mili Eğitim Bakanlığı uhdesinde çalışan öğretmenlerin yaşam şartlarının ağır olduğu yerleşim yerlerinde istihdam edilememe problemi Bakanlığı bu konuda radikal kararlar almaya itiyor.
Toplumun tüm kesimlerince idealize edilen “şehirli” olma arzusu tüm nüfusu büyükşehirlere taşıdı. Taşrada yeterli nüfusun olmayışı ülke sosyolojisi açısından büyük bir probleme doğru çığ gibi büyüyor fakat biz bu yazımızda bu problemlerden ziyade bu sıkıntının ortaya çıkardığı anne veya babasından uzakta büyüyen öğretmen çocuklarına projektörü tutmak istiyoruz.
Öğretmen istihdamında özendirici tedbirler almak hem maliyetli hem de uzun soluklu bir gayret gerektiriyor. Zira bu lojman demek, ilave ücret demek, ekstra sosyal imkânlar üretecek tesisler demek, eğitime ilave kaynaklar sunmak dezavantajlı çocuklara yatırım yapmak demek…
Kimsenin bu kadar uzun bir meyveyi bekleyecek durumu yok. Çünkü problem ani ve derhal çözümler bekliyor. Bu da kaçınılmaz olarak öğretmenin buralarda çalışmaya zorlanması demek.
Öğretmen olmak için okumuş, bu gaye ile hayaller kurmuş birine “ne yapalım canım gitmesin mi “ diyeceğiz. Bu insaftan çok uzak bir cümle olur. O halde ne yapar öğretmen önüne konulan şarta razı olur ve oralarda çalışır. Asker, polis de çalışıyor buralarda diyenlere de şunu baştan söyleriz ki bu meslek erbabına hürmetimiz büyük fakat sosyal tesis vb. haklar bakımından sunulanlar da göz ardı edilmesin.
Ezcümle Bakanlık ne yaptı bir kez daha sözleşmeli öğretmenlik uygulamasıyla bu problemleri çözme yoluna koyuldu. Tamam, bu da kaçınılmaz bir durumdu diyelim zira işin neticesinde öğretmen bekleyen öğrenciler var ve onlar için her gayret. Tazimle boyun eğer, devletimiz bin yaşasın deriz. Gaye insanlığa faydalı olmak ve bu uğurda verilmiş emekler var, bir de aile ve iaşe meselesi tabi. Hal böyle iken öğretmenler kendi çocuklarından uzakta bir çalışma ortamına boyun büktü, çalıştılar. Mazeret tayini yok, çakılı kadro. Süreç içerisinde sağlık özrüne dayalı atamaya izin verildi. Elbette mazereti olana söz söylemek ar olur fakat bu gözler maalesef “gemisini yürüten kaptan” diyerek nelere tanık oldu demeyelim onu, sabilerin hakkı mahşere kalsın.
Yönetmelikteki değişikliğe rağmen yaz tatili mazeret tayini süre yetişmedi umutlar Şubata kaldı. Artık “Öğretmen” olmayı başarmış çocuklarından uzak bu öğretmenlerimizin Şubat döneminde de mazeret tayin hakkından faydalanamayacakları dilleniyor şu aralar. "EK MADDE 4- ( (3) Bu madde uyarınca atanan sözleşmeli öğretmenler dört yıl süreyle başka bir yere atanamaz. Aile birliği mazeretine bağlı yer değiştirmelerde bu madde uyarınca istihdam edilen öğretmenin eşi bu öğretmene tabidir. Sözleşmeli öğretmenler, aday öğretmenler için öngörülen adaylık sürecine tabi tutulur. Sözleşmeli öğretmenlerden sözleşme gereği dört yıllık çalışma süresini tamamlayanlar talepleri halinde bulundukları yerde öğretmen kadrolarına atanır. Öğretmen kadrolarına atananlar, aynı yerde en az iki yıl daha görev yapar, bunlar hakkında adaylık hükümleri uygulanmaz."
Madde hükmü 3+1 diye değiştirildi. Stajyer öğretmen olma hususiyetleri de yok. Mantık olarak zaten en başından haklılardı şimdi mevzuat açısından da sıkıntı görünmüyor. Şubat döneminde kırk gün değil 1444 günlük çilelerini tamamlayan öğretmenlere bu kadar kafi diyelim.
Anne veya babasından uzakta büyüyen çocuklarımıza açtığımız yara bu derinlikle kalsın. Tedaviye imkân olsun. Eylül 2016’da başlayan sıkıntılı günler onlar için de bitsin.
Öğretmensiz kalan çocuklarımıza da teşvik yoluyla çareler bulalım.
Yoksa her geçen gün geç, zaman aleyhte işliyor.
Sahi, ne olacak bu anne veya babasından uzakta büyüyen öğretmen çocuklarının halipürmelali.
İbrahim Hakkı Celis
memurpostasi.com