Türk edebiyatının önemli isimlerinden biri olan Ömer Seyfettin, aynı zamanda da edebiyatımızın en çok okunan yazarlarındandır. Ve sadece 36 sene yaşamış olmasına rağmen, Türk Edebiyatı’na birçok eser kazandırmıştır. Ancak bu ünlü yazarımızın hayat hikayes
111
Türk edebiyatının önemli isimlerinden biri olan Ömer Seyfettin, aynı zamanda da edebiyatımızın en çok okunan yazarlarındandır. Ve sadece 36 sene yaşamış olmasına rağmen, Türk Edebiyatı’na birçok eser kazandırmıştır. Ancak bu ünlü yazarımızın hayat hikayesi, ne yazık ki çok hazin bir sonla bitmiştir…
211
Ömer Seyfettin 23 Şubat 1920’de şeker hastalığından dolayı, Haydarpaşa Hastanesi’ne kaldırılmış ve yaklaşık iki hafta sonra da bu hastanede son nefesini vermişti.
311
Kadıköy dolaylarındaki kiralık evinde yalnız yaşayan Ömer Seyfettin’in yakalandığı şeker hastalığından ne kendisinin ne de doktorların haberi vardı. Çünkü o zamanlar ne diyabet ne de insülin biliniyordu. Seyfettin yemek yiyemiyor, günden güne zayıflıyordu. Onunla ilgilenen isimse en yakın arkadaşı Ali Canip olmuştu. Ali Canip, Seyfettin’in yanına sık sık uğruyor, yemesi için de kendi evinden yemek getiriyordu. Ömer Seyfettin, şeker hastalığı yüzünden sık sık ateşleniyor ve eklem ağrıları çekiyordu. Her hastaneye gittiğinde de kendisine romatizma tedavisi uygulanıyordu. Ve de bol bol şekerli meyveler yemesi. Hal böyle olunca da Seyfettin’in durumu giderek ağırlaştı.
411
Ölümünün ardından onun bedenini kadavra olarak kullanmak istediler; çünkü ünlü yazarı hastanede kimse tanımıyordu; bu yüzden de sahipsiz bir ölü olduğunu düşündüler. Bu fotoğrafta ünlü yazarın cesedini görüyorsunuz. Etrafında tıp öğrencileri bulunuyor ve fotoğraf çekildikten biraz sonra da bir hastane hademesi onun cesedinin başını kesiyor. Fotoğraf gazetelerde yayımlandıktan sonra, Seyfettin’i tanıyanlar hastaneye koşup başı olmayan cesedi kurtarmaya çalıştılar ama artık her şey için çok geçti…
511
Şeker hastası olmuştu ve daha kötüsü bu maraz hızla ilerliyordu. Fakat bundan ne kendisinin ne de o devir doktorlarının haberi vardı.
611
Olamazdı da zira o zamanlar diyabet ve insülin dünyada bile bilinmiyordu. Her doktora gittiğinde şekerin yaptığı eklem ağrıları için romatizma tedavisi uyguluyorlar ve çıkarken sıkı sıkı tembihliyorlardı: 'Aman azizim bol bol portakal, madalina ye, üzüm hoşafı iç' diye.
711
Böyle diye diye 23 Şubat 1920'de yazarı bir daha kalkmamak üzere yatağa düşürdüler. Ve Ömer Seyfettin 6 Mart'ta Haydarpaşa Hastanesi'nde 'Ah Selanik!' diye inleye inleye son nefesini verdi. Nümayiş gibi kalabalık ve öfkeli bir cemaatin huzurunda cenaze namazı kılındıktan sonra Kuşdili'nde Mahmud Baba haziresinde toprağa verildi. Cenazesinden bugüne iki hatıra kaldı.
811
Birincisi, Mahmud Baba haziresinin üzerinden yol geçeceği veya araba garajı yapılacağı gerekçesiyle mezarı kaldırılacak ve 23 Ağustos 1939'da Zincirlikuyu Mezarlığı'na nakledilecekti. Vefatından 19 yıl sonra kemikleri Asya'dan Avrupa'ya nakledildi.
911
İkinci ve en acısı, vefatından sonra cenazesi kimsesizlerin cenazeleri gibi Haydarpaşa Numune Hastanesi'ne kaldırılmış ve orada görevli Sivaslı bir hademe tarafından karnı yarılarak otopsisi yapılmıştı. Kadavrasının fotoğrafını ise kütüphane memuru çekmiş, etrafında toplananlar ilgisiz nazarlarla fotoğrafçıya bakmışlardı. Halbuki önlerinde yatan edebiyatımızın usta kalemlerinden birinin cenazesiydi
1011
Arkadaşlarının, ölümünden sonradan haberdar olduğu Seyfettin’in cenazesi, Kuşdili’nde Mahmud Baba haziresinde toprağa verildi. Ama ünlü yazarın cesedinin başına gelenler bu kadarla da sınırlı kalmadı: Onun kemikleri ölümünden 19 yıl sonra Asya’dan Avrupa’ya taşındı. Gerekçe ise, Mahmud Baba haziresinin üzerinden yol geçecek olmasıydı! Bu yüzden Seyfettin’in mezarı, 23 Ağustos 1939’da Zincirlikuyu Mezarlığı’na nakledildi.