Milli eğitim bürokrasisinin bugün yaptığı; ellerinde birer yangın söndürücü, o yangından bu yangına koşuşturmaktır. Bir gün TEOG, bir diğer gün öğretmen atama, bir başka gün özel okullar. Eğitimin çığ gibi büyüyen sorunlarına kalıcı çözümler üretmek yerine kriz yönetimiyle bakanlığı yöneten, değişim için gerekli riski alamayan, geleceği planlayamayan bir Milli Eğitim Bakanlığı'nın, Türkiye'yi yarına taşıması mümkün müdür?
Türkiye'de tüm kesimlerin üzerinde mutabakata vardığı hususlardan birisi Milli Eğitim Bakanlığı kurumsal yapısının; zamanın ruhunun gerisinde kaldığı, hem hantal hem de obez olduğudur. Bunun yanında, bu örgüt yapısıyla buranın yönetilemez bir hale geldiğidir ve hükümetin buraya el atmakta geç kaldığıdır.
Bu tablo üzerine; uzmanlığı "yönetim ve organizasyon", "değişim yönetimi ve örgüt geliştirme" olan ve de 2003 yılından bu yana fiilen hükümette "Kamu Yönetiminin Temel İlkeleri ve Yeniden Yapılandırılması" üzerine çalışan Dinçer ve ekibi, 2011 - 2013 yılları arasında Milli Eğitim Bakanlığını ve eğitim sistemini yeniden inşa etmekle görevlendirilmişti.
MEB'in şuan Ömer Dinçer'e ihtiyacı var. Dinçer'i, daha önce, kamuoyu algını gözetmediği, sistemi süreç içinde değil de hemen dönüştürmeye çalıştığı için yoğun olarak eleştirmiştik. Ancak, Dinçer sonrasında göreve gelenlerin Bakanlığı tam olarak yer değiştirme işlemlerinden ibaret bir Bakanlığa dönüştürdüğü de ortadadır. Hali hazırdaki yönetim, kamuoyunun tepki göstermeyeceğini düşünse, öğretmen atamalarını dahi sözlü sınavla yapacak bir bakış açısına sahiptir. Tek gündem maddesi tırnak için "kadrolaşmaktır".
Milli Eğitim örgütünün özellikle 1980 darbesinden sonra şekillenen yönetim yapısını özetlemeye kalkarsak şunları söyleyebiliriz:
Son 30 yılda en az değişime uğrayan, kendini en az değiştiren; hizmet sunduğu milyonlarca vatandaşa ve yüzbinlerce öğretmene gerektiği gibi değer vermeyen ve bir değer olarak görmemekte ısrar eden;gerontokrasinin (yaşlılar yönetimi, yaş ve kıdeme dayalı bir egemenlik ilişkisi) kısır ve çorak sarmalıyla boğuşan; eğitimin avaz avaz bağıran sorunlarına çözüm üretmek yerine, öğrenilmiş ve öğretilmiş çaresizliğin ve son kullanma tarihi geçmiş paradigmaların esiri olan; kurumsal hafızayı koruma ve mesleki dayanışma bahanesiyle köhnemiş yönetsel dogmaların müdafaasını yapan; uyuşukluğu ve ataleti kırmak için getireceği cazip alternatiflerle değişimi/dönüşümü sağlamak yerine silik ve heyecanını kaybetmiş bir statükonun bekçiliğini yapan; eğitim dünyasının teorisinde ve pratiğinde yaşanan tüm değişikliklere gözünü kapatan ve son yıllarda kaçırılabilecek tüm trenleri kaçıran bir teşkilat Milli Eğitim.
Milli Eğitim Bakanlığının bugünkü yönetim felsefesi ve pratiği idare-i maslahatçılıktır ve günü kurtarmaktır;günlük sorunlara günlük çözümler bulma telaşesi ile sağa sola koşuşturmaktır. Strateji geliştiren, eğitim politikaları üreten, bugünle birlikte yarına dokunan bir akıl ortada yoktur. Bu itibarla MEB'in bugün için "Ömer Dinçer"e ihtiyacı vardır. Ömer Dinçer'in görevde olduğu dönemde, MEB'in merkez, taşra ve yurtdışı teşkilatını yeniden yapılandırdıktan sonra ele almayı planladığı dört temel stratejik hedefini hatırlatalım:
Birincisi: Öğretmenlik mesleğinin toplumsal algısını pozitife dönüştürmek, itibarını arttırmak ve niteliğini yükseltmek, bunun için üniversiteye girişten öğretmen seçimine, özlük/mali haklara kadar uzayan bir süreci baştan ele almak ve iyileştirmek. İkincisi: Okul merkezli bir eğitim modelini hayata geçirmek.Üçüncüsü: Okul öncesi eğitimde Orta, Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgelerinde yüzde yüz okullaşmayı sağlamak. Dördüncüsü: Mesleki ve Teknik Eğitimdeki düşük okullaşma oranını yükseltmek.
Bunlar yapılamadı. Bu sorunlar olduğu gibi orta yerde durmaktadır. Gerekçe olarak birçok bahane ve neden sayılabilir ama bizce temel sebep: Siyasi patronaj (yandaşa çıkar sağlama), nepotizm ve hemşehricilik gibi politik ve toplumsal hastalıkların süreçte galip gelmesi ve Ömer Dinçer'in diskalifiye edilmesidir. Liyakat, ehliyet, adalet ve emanet ilkelerinin çiğnendiği bir yönetim tarzından başarı beklemek zaten saflık olacaktır.
Milli Eğitimin Yarını...
Ateşten bir gömlek olan Milli Eğitim, diğer bakanlıklara göre hizmet ağı ve muhatabı en geniş kurum olmasının yanında Türkiye'nin geleceğinin inşasında birinci derecede sorumludur. Eğitim stratejisini belirleyenler sabırla hareket etmeli ve süreklilik ilkesini her daim yaşatmalıdırlar. Eğitimde, kısa vadede sonuç almak ve yapılan işin çıktısını hemen görmek mümkün değildir. Bu yüzden eğitimde telaş ve acelecilik zarardan başka bir fayda sağlamaz.
Milli eğitim bürokrasisinin bugün yaptığı; ellerinde birer yangın söndürücü, o yangından bu yangına koşturmaktır. Bir gün TEOG, bir diğer gün öğretmen atama, bir başka gün özel okullar. Eğitimin çığ gibi büyüyen sorunlarına kalıcı çözümler üretmek yerine kriz yönetimi ile Bakanlığı yöneten, değişim için gerekli riski alamayan, geleceği planlayamayan bir Milli Eğitim Bakanlığı, Türkiye'yi yarına taşıyabilir mi?
Bu yazı sonrasında, Ömer Dinçer'in bir çok eleştirilebilir sözü hatırlatılacaktır. Katılıyoruz. Zaten o dönemde de eleştirmiştik. Ancak, kamunun yarar; günlük siyasi kaygılarla savrulan bir Nabi Avcı veya Yusuf Tekin yerine, bir sistem kurma idealine sahip Dinçer'in tercih edilmesini gerektirmektedir.