İpek Coşkun SETA Eğitim Araştırmacısı
Geçtiğimiz Pazartesi günü Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç tarafından Bakanlar Kurulu sonrasında basına yapılan açıklamada Milli Eğitim Bakanlığına bağlı okul öğrencilerinin kılık ve kıyafetlerine ilişkin yönetmelikte bir takım değişikliklere gidildiği belirtilmiştir. Bu değişikliklerde özellikle ilgili yönetmeliğin 4. maddesinin, ‘’Okul içinde baş açık, saçlar temiz ve boyasız olarak bulunur, makyaj yapamaz, bıyık ve sakal bırakamaz.’’ şeklindeki e bendinde yer alan ‘başı açık’ ifadesinin kaldırılmış olması uzun süreden beri öğrenciler ve aileleri tarafından beklenen bir düzenlemeydi. Pazartesi yapılan açıklamanın ardından Milli Eğitim Bakanı Nabi Avcı, okullarda başörtüsü serbestliğinin 5. Sınıftan itibaren uygulanabileceğini ekledi.
Esasında 2012 yılında okullara kıyafet serbestliği geldiği dönemde pek çok aile başörtüsü konusunda da bir düzenlemenin yapılacağı beklentisine girmişti ancak ilgili maddede ‘başı açık’ ifadesi yer almaya devam etti. Öğrenci ve ailelerin yanı sıra SETA gibi pek çok sivil toplum kuruluşu ve sendikalar kıyafet serbestliği gibi önemli bir reformda başörtüsünün hala yasaklı olmasını eleştirmiş ve kararı çelişkili bulmuştur. Ayrıca ilgili yönetmelikte yer alan sadece Kuran derslerinde ve İmam Hatip okullarında kız öğrencilerin başlarını kapatabileceği ifadesi eğitimde fırsat eşitliğinin açık bir şekilde ihlal edilmesi anlamına geliyordu. Fen lisesi ya da Anadolu lisesindeki bir kız öğrencinin başörtüsü takma kararı bir şekilde yok sayılıyordu. Pazartesi Bakanlar Kurulundan çıkan karar ve Bakan Avcı’nın açıklamaları geç bir karar olsa da eğitim sistemimizin daha demokratik ve çoğulcu bir yapıya kavuşması adına önemli.
Pedagojik tehlike mi?
Pazartesi verilen kararın ardından salı günü başörtülü kız öğrenciler okullarına gerçek kimlikleri ile gitmenin sevincini yaşadılar. Pek çok okulda renkli görüntüler yaşandı. Ancak azınlık travmasından kurtulamayan bir cenah verilen kararı ve çocukların okullara başörtülü gitmesini yine yeniden ‘rejim tehlikesi’ olarak yorumladı. Sözüm ona pedagojik güzellemelerin yapıldığı eleştirilerde küçük yaşta kızların başlarını örtmesinin hem ruhsal hem de fiziksel olarak olumsuz sonuçlar doğuracağına dikkat çekildi, ve hatta bu karardan sonra Türkiye’de bütün okulların kız ve erkek olarak ayrılacağı iddiaları bile ortaya atıldı. Bu eleştiriler yapılırken ailelerin kız çocukları üzerinde baskı kuracağı, zorla başlarını örtmelerini isteyeceği gibi naftalin kokulu korkular pompalanmaya çalışıldı. Türkiye’de aileleri halen ‘muasır medeniyetler’ düzeyinde görmeyen bu anlayışın, gözünü pek çok gerçeğe kapadığı bilinmektedir ama tekrar hatırlatmakta yarar var: Birleşmiş Milletler Çocuk Hakları Beyannamesinin 27. ve 28. maddesinde açıkça ifade edildiği üzere çocuğun eğitiminden anne-babası sorumludur ve devlet her çocuk için eşit eğitim imkânını parasız bir şekilde sağlamalıdır. Bu çerçevede, bir çocuğun eğitime erişiminde en belirleyici role sahip ailenin, kendi inançları konusunda çocuklarına telkinlerde bulunması, örneğin kız çocuğuna örtünmeyi telkin etmesi abesle iştigal etmez. Bilakis oldukça doğaldır. Ayrıca temel amacımız her çocuğun eğitim alabilmesi ise, ailenin ve çocukların verdikleri kararlara saygı duymak durumundayız.
Haydi tüm kızlar okula
Türkiye’de hala özellikle ortaöğretim düzeyinde kız çocuklarının okullaşmasının yüzde 50’nin altında kaldığı Muş, Van, Ağrı ve Bitlis gibi illerde, benim de katılmış olduğum saha çalışmaları göstermiştir ki, pek çok ailenin kız çocuklarını okula göndermeme nedenlerinden biri okullarda uygulanan başörtüsü yasaklarıdır. Bu açıdan verilen kararı eğitim sistemimizin iyileşmesi adına bir fırsat olarak değerlendirmek gerekir. Pedagojik olarak öğrencilerin dini ve etnik olarak daha karma bir ortamda eğitim görmesi sorunlu değil bilakis çocuğun ilerleyen yaşlarda daha toleranslı bir birey olmasına yardımcı olabilecektir. Bilakis, okullarında tek tip arkadaşlarla ve öğretmenlerle eğitim hayatını sürdüren çocuklar zaman zaman annelerinin başörtüsünden utanmakta, sonraki yaşantılarında farklı din ve inançlara mensup kişilere daha tahammülsüz yaklaşmaktadırlar. Ayrıca sözde küçücük kızların başının kapatılmasının pedagojiye aykırı olduğundan dem vuranların, okullarda başörtülü öğrencilerin resimlerini çekip çarşaf çarşaf gazetelerinde yayınlaması ne pedagojiye ne de ahlaka uygundur. Bununla birlikte, okullarda başörtüsünün pedagojiye uygun olmadığını ifade eden sözüm ona koca koca profesörler ve aydınlarımız, yasaklar nedeniyle okul kapısında her gün başını açan öğrencilerin yaşadığı travmayı hangi pedagojik teori ile açıklarlar merak ediyorum doğrusu. 28 Şubat ve öncesinden pek çoğunu tanıdığımız bu şahsiyetlerden hiçbiri günlerce okul bahçesinde tutulan ve okullara alınmayan öğrencilerin yaşadığı ayrımcılığın onların psikolojilerinde ne gibi izler bırakabileceğini düşünmediler ya da düşünmek istemediler. Türkiye sosyolojisinden bihaber pek çok akademisyen ve aydının öğrencilerin başörtülü olarak okula girme isteğini cinsellik üzerinden tartışmaya kalkışmaları ise üzerinde durulmayacak boyutta bir ciddiyetsizlik örneğidir.
İngiltere İran oldu mu?
1980’lerden bu yana Türkiye’de yaşanan başörtüsü yasaklarından hatırımızda kalan en popüler cümlelerden biri “Türkiye İran olacak!” cümlesidir. İran Devriminden bu yana 30 yılı aşkın süre geçti ve Türkiye İran olmadı. Başörtüsü yasakları üniversitelerde, kamu kuruluşlarında ve son olarak ortaokul ve lisede kaldırıldı. Hala İran olamadık. Korkuya mahal yok, İngiltere, Danimarka, Yunanistan, İtalya, İspanya, Hollanda, Belçika ve Amerika da İran olmadı. Saydığım bu ülkelerin pek çoğunda ilkokuldan itibaren öğrencilerin okula başörtülü gelme özgürlüğü var. Bu ülkelerde başörtüsü takan çocuklar ayrıştırılmıyor, aileler de ‘cehalet’le yaftalanmıyor. Bilakis pek çok ülke örneğinde, ailelerle işbirliği yapılarak bu öğrencilerin okullarda herhangi bir ayrımcılığa uğramaması için okul idarecileri ve öğretmenler çalışmalar yapıyor. İngiltere’de en büyük eğitim sendikası olan Ulusal Öğretmenler Birliği’nin (NUT) hazırlamış olduğu ‘Müslüman İnancı ve Okullarda Üniforma: Başörtüsü ve Diğer İslami Kıyafetler’ isimli raporda, okullarda Müslüman öğrenciler de dâhil olmak üzere farklı din ve inanca sahip öğrencilerin kıyafetlerine ve inançlarına saygı duyulması gerektiğinin altı çiziliyor. Bu noktada en büyük rolün ise öğretmenlere ait olduğu vurgusu yapılıyor. Öğretmenlerin bu öğrencilere karşı tutumu diğer öğrencilerin arkadaşlarına yaklaşımlarını da etkileyeceği için, bu çerçevede öğretmenliğin mesleki etiğine uygun davranmasının önemi anlatılmaktadır. İlgili raporda okulların kılık kıyafet belirlemede daha çok, öğrenciler için kıyafetlerin rahat olup olmadığı, üniformaların belirlenmesinde aile ve öğretmenlerle istişare yapılaması gerektiği ve İngiltere’de yaşanan iyi tecrübeler örnek gösteriliyor.
Öğretmenlere düşen rol
Son bir haftadır yapılan bütün ciddiyetsiz tartışmalara ve algı oluşturma çabalarına rağmen, Türkiye’nin farklı birçok bölgesinde görevlerini sürdüren öğretmenlerimizin bu süreçte meslek etiğine uygun bir şekilde davranacaklarından şüphem yok. Öğretmenliğin temel etiği, sınıf içinde ve okulda din, dil, ırk ayrımı yapmaksızın her öğrenciye eşit eğitimi sunmak ve eşit tutum sergilemektir. Hiçbir öğretmen öğrencisi başörtülü olduğu için ona pozitif ya da negatif bir ayrımcılık yapmamalıdır. Bu durum Alevi öğrenciler için de diğer inanç gruplarından olan öğrenciler için de aynı şekildedir. Sınıfta öğretmenlerin tavır ve davranışları, diğer öğrencilerin arkadaşları için geliştireceği tutumları da doğrudan etkileyeceğinden öğretmenlerin daha hassas davranmaları gerekmektedir. Ayrıca ailelerle işbirliği halinde olmak ve onlarla istişarelerde bulunmak bu süreçte muhtemel sorunların önlenmesini sağlayacaktır. Hiçbir öğretmen ve aile, bu kararın eğitim sistemimizi zenginleştirici bir adım olduğundan şüphe duymamalıdır. Herkese hayırlı olsun.