Lisede öğrenci iken en sevdiğim günler Cumartesi ve Pazar günleriydi.
Nedeni malum; bu günlerde okula gitmemenin tadını çıkarıyordum.
Bir türlü sevememiştim okulu.
Belki elverişsiz şartlardan dolayı tatil olur diye Mayıs ayında kar duasına çıkmayı bile çok düşünmüşümdür. Bir kitabı okulda okuyunca sıkıcı, okul dışında okuyunca son derece keyifliydi.
Çünkü okulda istememiz isteniyordu, okul dışında sadece biz, kendimiz istiyorduk.
İstememizi isteyenlerin isteklerini yerine getirmek başkasının değirmenine su taşımaktan farksızdı. Üstelik bu su ile öğütülen unda bizim hamalı hiçbir payımız yoktu.
Şimdi okul önlerinden geçerken dışarıya taşmış öğrenci manzaralarını görünce o günler aklıma geliyor.
Sınıfta derslerden sıkıldığım zamanlarda pencere camına hohlayıp tırnağımla karikatürler çizerek geçirdiğim vakitleri hatırlıyorum. Dünden bugüne değişen fazla bir şey yok.
Yine öğrenciler derse geç kalıyor, yine müdür yardımcıları geç kağıdı yazmak için hummalı çalışıyorlar ve yine öğretmenler derslere on dakika geç giriyorlar.
İstisnalar her zaman sözümüzün dışındadır elbet.
Değişmeyen o kadar şey arasında değişen ve yok alan şeyleri de dikkatten kaçırmış olmayalım.
Mesela dünkü okullardaki sınıf bilinci, hatıra birikimi ve aidiyet hissi bugünkü ile mukayese edilemeyecek derecede idi.
Bugün sürekli değişiklik gösterdiği için mezun oluncaya kadar aynı sınıfı paylaşan öğrencilerin sayısı düne göre çok azdır.
Öğrenci ile öğretmen arasındaki müşterek zaman ve mekanı paylaşma duygusunun getirdiği kolektif ünsiyet ve ailevi bağ neredeyse yok seviyesindedir.
Veli öğretmene saygı duyup sahip çıkan olmaktan ziyade denetleyen, sürekli memnuniyet cetvelini boynunda taşıyan, sıklıkla öğretmeni siygaya çeken bir müşteridir artık.
“Eti senin kemiği benim” dönemlerinden “zayıfı senin pekiyisi benim” zamanlarına geldik. Kolay kolay eskiye dönmemiz zor.
Yeniyi ortaya koyabilmek için statüko ile diş dişe mücadeleyi göze almak gerekiyor.
Şu halde tek bir çare kalıyor okul-öğretmen ve öğrenci sacayağının sağlıklı olarak oturabilmesi için, radikal değişimler! Gözünü kırpmadan, karanlıktan korkmadan yapılması lazım bu sarsıcı değişikliğin.
İşe önce okul müdürleriyle başlamak gerekiyor.
Koltuksuz ve koltuk değneksiz müdürler dönemi başlamalı.
Siz buna terleyen müdür de diyebilirsiniz.
Oturduğu yerde güneşe karşı terleyen değil elbet; koşarken yağmura yağışa karşı, zamana ve imkansıza karşı terleyen müdürler gerekiyor okullarımıza.
Entelektüel, yabancı dil bilen, sanat-edebiyat ve estetik becerisi ya da duyarlığı olan bir müdürün neleri başarabileceğini hayal edin lütfen.
Değer üretemeyen, üretilen değeri taktir etmekten aciz müdürleri –hangi puanla o makama gelmiş olurlarsa olsunlar- geldikleri yere geri göndermek lazımdır.
Öğretmenler için radikal tedbir geç kalmış bir tedbirdir.
Eğitim ile öğretimi bir arada düşünmeyen, gençlerin içine doğdukları zamanı idrak edemeyen, branşından ders anlatım metoduna, okumalarından yaptığı esprilere kadar kendini güncellemeyen öğretmenler öğrencilerden evvel bir şekilde mezun edilmelidir.
Okullardaki fen ve matematik alanlarının sosyal alanlara süregelen gizli üstünlüğü –velev ki vehim olsun- derhal ortadan kaldırılmalıdır.
Şair, yazar ve edebiyatçı öğretmenlerin bir arada çalışabilecekleri ilgilisinin öğrencisi olabileceği şiir liseleri kurulmalıdır.
Okumak istemeyen öğrencilerin Ortaokuldan sonra okumaları için zorlamamak, hayatlarının bundan sonrasını isteyerek yürüyebilmeleri için alternatif yollar gösterilmelidir.
Okumanın değerini bazen okuldan daha çok okulsuzluk anlatır. Hem de öğrenci bunu hayattan uygulamalı olarak öğrenir.
Okullarda öğrencilerin ve öğretmenlerin kırtasiye işleriyle idareciler değil öğrenci ve öğretmen işleri sekretaryası ilgilenmelidir.
Eğittim öğretim barışını bozan öğretmenlere uyumsuzluk raporu verilerek malulen emekli olmaları sağlanmalıdır.
Öğretmenevlerinden öğretmen ibaresi kaldırılmalı ya da bu evler sadece öğretmenlere tahsis edilmelidir.
Haydi hayırlısı…
Kaynak:HÜSEYİN AKIN/ milli gazete