Öğrenme, istendik yönde davranış değiştirme olarak tanımlanabilir. Öğrenen bireyin, öğrendiği konuda eylemde bulunması gerekir. Öğrendiği şekilde davranışta bulunmayan bireyin öğrenmediği kabul edilir. Örneğin, “Sigara sağlığa zararlıdır.” İfadesini öğrenen fakat sigara içen bireyin, öğrenmediği ileri sürülür. Öğrenmiş olsa, sigara içmemesi gerekir. Öğrenme bir öğretici bir ya da birden çok öğrenci olsa da, öğrenme eylemi toplu yapılsa da, aslında her öğrenme bireysel bir eylemdir. Başka bir anlatımla, öğrenciler iş birliğine dayalı öğretime maruz kalsa da, her öğrenci kendi zihinsel melekeleri ile farklı şekilde öğrenir. Bu sebeple öğrenme parmak izi kadar özel ve özgün bir durumdur. Öğrenci hayatı boyunca öğrendiği bilgilerin %20’sini okulda %80’ini ise okul dışı ortamlarda öğrenir. Her şeyi okulda öğretmeye kalkışmak hem gereksiz hem zahmetli hem de masraflı bir iştir. Öğrenci henüz öğrenmeye başlamadan önce, öğrenmeyi öğrenmesi ve nasıl öğrenileceğini keşfetmesi gerekir. Okul dışı öğrenmeler bu açıdan son derece önemli öğrenme ortamlarıdır. Öğrenme ortamlarında birincil öge öğrenci ikincil öge öğrencinin ailesi ve sosyokültürel çevresidir.
Okul dışı öğrenmeler, müfredatı kapsar ancak müfredat dışı öğrenmeler geniş yer kaplar. Okul dışı öğrenmelerin özünde yaşantı ve sorun vardır. Birey genellikle sorun yaşadığında daha fazla öğrenmeye açık hâle gelir. Örneğin, üşüdüğünde sobayı ya da kombiyi yakması gerekir. Daha önce ebeveyn tarafından yakıldığı için çok fazla dikkat etmemiş olabilir. Yalnız kaldığında ve hava soğuk olduğunda kombiyi ya da sobayı yakması için çevresinde sürekli bu işi yapan kişiyi araması ya da deneme-yanılma yoluyla yapması gerekir. En uzun süren ve en pahalı öğrenme deneme-yanılma yolu ile öğrenme olabilir. Günümüzün gençleri bu sorunu aşmak için internete bağlı cep telefonu ya da bilgisayar ile tarama yapmakta ve sorunu çözmenin yolunu video izleyerek ya da talimatları takip ederek gerçekleştirmektedirler. Aynı işi bir kaç defa yaptıklarında uzmanlaşmakta ve başkalarına muhtaç olmadan sorunlarını çözmektedirler. Bundan birkaç yıl önce bir tanıdığım kurban bayramında aldığı kurbanı kesmek için bir kasapla anlaşmış. Kasap gelmeyince videoları birkaç kez izleyip kurbanı kendisi kesmiş. Kurban kesme işi biraz zaman almış ancak sonuçta başarmış. Kazandığı beceriyi komşularının kurbanını keserek uygulamış ve kurban kesme becerisini geliştirmiş. Biz de fayans döşeme işini video izleyerek öğrenmiş ve uygulamıştık.
İlkokul ve ortaokulu kapsayan sekiz yıllık eğitim sürecinin müfredatında bulunan konuların tamamı okul dışı ortamlarda kazanılabilir. Temel okuma-yazma becerisi, sayılar ve temel bilimsel kavramları öğrenen öğrenci öğrendiklerini okul dışı ortamlarda geliştirilebilir. Üç esas öğrenme alanı vardır. Anadil okuryazarlığı, fen okuryazarlığı ve matematik okuryazarlığı olarak ifade edilebilir. Öğrencinin öncelikli olarak anadilini iyi bilmesi, anadilini iyi konuşması, anlaması ve yazarak ifade etmesi gerekir. Bu becerinin ilk etabı okulda verilir. Okul öncesi ve erken çocukluk eğitimi bu bağlamda gerekli bir eğitim özelliği taşır. Anadilini kullanma becerisini geliştirmek için sınıf seviyesine uygun yapılan okumalar, kavram öğretimi, atasözü, deyim ve terimler önemli bir etkiye sahip olur. Öğrenciler okumaları genellikle okul dışı zamanlarda yapar. Öğrenciye kitap okuma becerisini kazandırmak ilk hızı verip makinayı çalıştırmaya benzer. Ancak kitap okumak ile anlamlı kitap okumak arasında fark vardır. Öğrenci anlamadan, irdelemeden, eleştirmeden, kahramanları, içeriği, ana fikri ele almadan kitap okuyorsa okuma hızı gelişir ancak anadil okuryazarı olmaz. Kelime dağarcığı gelişmediğinde anlama becerisini üst düzeye çıkaramaz.
Anadil okuryazarı olmak daha çok okul dışı ortamlarda gelişir. Yaygın bilinen tabiri ile Safranbolu evleri, çocukluğumun geçtiği ev türüdür. Evde sert adımlarla yürüdüğüm bir gün, rahmetli annem: “Necati pazvant gibi yürüyorsun.” Demişti. Hemen sözlüğü açıp pazvantın anlamını araştırmıştım. Pazvant, Osmanlı devleti döneminde Balkanlarda görev yapan gece bekçilerine verilen isim olduğunu öğrendim. Genellikle ellerinde tokmağa benzeyen bir alet olur, yürürken sert adımlarla yere basar ve tokmağı yere vururlarmış. Lisede öğrenci olduğum günlerde dersler 14.10’da biterdi. Bu yüzden öğle yemeği yemezdik. Saat 15.00 gibi eve gelirdik. Kan şekerim düşerdi, hâlsiz kalırdım. Annem bu halimi görünce: “Nerden geliyorsun? Murzuk kalesinden. Neden sallanıyorsun açlık belasından.” der, gülerdi. Ben yine merakla Murzuk kalesini araştırırdım. Libya’da, Tablusgarp ile Sirenekay arasında bulunan bir yerleşkedeki kalenin adı olduğunu, kalenin biraz fakir, oradan gelenlerin açlık çektiğini, annemin de bana bu şekilde ifade ettiğini anlamıştım. Bu aşamada bölgeye Fizan denildiğini, Osmanlı devleti döneminde birçok aydının, bürokratın Fizan’a sürgün edildiğini öğrenmiştim. Ailede, çevrede pek çok atasözü, deyim ve terim günlük hayatta kalıcı olarak öğrenilebilir. Önemli olan çevrenin bu konudaki bilgi düzeyi ve çocuğu bu tür öğrenmelere sevk edebilme kapasitesidir.
Fen okuryazarı olmak, temel bilgi ve becerinin okulda öğrenilmesi ile başlar. Bazı bilgilerin ezbere bilinmesinde bir sakınca yoktur. Eğitimde ezber vardır ancak ezbere eğitim yoktur. Kar yağdığı bir gün anne iş yerine giderken geniş tabanlı ayakkabı giyer. Kar yağmadığı günlerde ince topuk giyen anne çocuğuna bu durumu sorduğunda, fen okuryazarı olan çocuk, sivri tabanın zemine batacağını ve yürümeyi zorlaştıracağını, kayacağını, güvenlik sorunu yaratacağını, geniş tabanlı ve tırtıklı ayakkabıların zemine batmayacağını ve kaymayacağını, annesinin de bu sebeple ayakkabı tercihinde bulunduğunu anlaması ve yorumlaması gerekir. Kırsal kesimde gökyüzünde yıldızların çok net görünmesine rağmen şehir merkezlerinde neden görülmediğini, Karadeniz bölgesinde yamaçlara neden daha fazla yağmur yağdığını, kış mevsiminde şehirlere daha az şehir dışına daha fazla kar yağmasının nedenlerini, Akdeniz bölgesinde neden çay bitkisinin yetişmediğini de bu bağlamda akıl yürüterek bulması, fen okuryazarlığı olarak değerlendirilebilir.
Matematik okuryazarlığı, sayılar arasındaki ilişkiler öğrencilerin matematik başarısı açısından önemlidir. Çarpım tablosunu ezberlemek, zihinden işlem yapabilmek matematik problemlerini çözerken zaman kazandırır ancak matematik öğretmez. Matematik sayılarla düşünmek ve sayılar arasındaki ilişkiyi anlayabilmek, sayıları kullanarak problem çözebilmektir. Bir satıcının kilosunu 5 TL’ye aldığı 10 ton elmanın 2 tonu çürük çıktığı için çöpe atmak zorunda kaldığını, yüzde kaçının çürük çıktığını, satıcının bu alışverişten kâr etmesi için 5 TL’ye aldığı elmanın kilosunu kaç TL’ye satması gerektiğini, 120 dönüm arazi dededen miras kaldığında 6 kardeş arasında eşit olarak paylaştırıldığında, babasına kaç dönüm arazi kalacağını, 1 dönümünü 12 000 TL’ye satması halinde babasının kaç TL kazanacağını düşünüp çözmesi ve doğru sonuca ulaşması, matematik okuryazarlığının üst düzeye çıkmış hâlidir. Büyük-küçük, yakında-uzakta, uzun-kısa gibi temel kavramlar matematik okuryazarlığının giriş aşamasındadır. Öğrenciler bu becerileri önce ailede, sonra okulda kazandığında, okul dışında da pekiştirme yaptıklarında akademik becerilerinde artış görülür.
Sonuç olarak öğrencilere her şeyi okulda öğretmeye çalışmak, ödevlerle bunaltmak, öğrencilik hayatını bir görev, ödev, not verme aşamasına indirgemek, sınavlarla ölçüp değerlendirmek, eğitimin kalitesinin artmasını engeller. Nesnel sınavlara, ölçme yöntem ve tekniklerine ihtiyaç vardır ancak bunlar sürecin tüm bileşenlerini oluşturmaz. Öğrenme ortamları olarak okulda temel bilgi verilir. Öğrenmenin geniş ve etkili alanı sosyokültürel çevredir. Öğrenci bu çevrede öğrenmeyi pekiştirir, uygular ve yeni öğrenmeler kazanır. Bu aşamada merak ve ilgi önemli bir etkendir. Sıhhiye köprüsünün altından geçerken demir köprünün ayaklarının altındaki silindir oldukça ilgi çekicidir. Bu silindirin işlevini tahmin etmek için fen okuryazarı olan öğrencinin: “Isınan cisimler genleşir.” Bilgisi ile ilişkilendirmesi ve doğru tahmini yapması beklenir. Her şeyi okulda öğretemezsiniz. Böyle bir çabaya da gerek yoktur. Çevreyi, aileyi ve her türlü etkileşimi öğrenme ortamı olarak kullanmasını sağlamak, bilgiye ulaşma yollarını öğretmek ve bilgiyi analiz etme, işe vuruk bilgiyi bulup kullanma becerisi kazandırma önem arz eder. Bu sebeple Çin atasözünde ifade edildiği gibi: “Balık tutup vermeyiniz. Balık tutmayı öğretiniz.”
Prof. Dr. Necati Cemaloğlu