Öğretmenlik Mesleğinin Önemi Ve Öğretmen Yetiştirmede Güncel Sorunlar

Bir ülkede eğitimin kalitesinin gelişmişlik düzeyi üzerinde ne derece etkili olduğu bilinmektedir.


Eğitim alanında millilik ise neredeyse vazgeçilmez bir özellik olup milli politikalar üretilmesi ve uygulanması anlamına gelmektedir. Eğitim içerisinde özellikle öğretmen eğitimi hem millilik hem de nitelikli insan yetiştirme açılarından çok daha özel bir öneme sahiptir. Bilindiği gibi eğitimi yürüten anahtar kişi öğretmendir. Bu çalışmada bu önemli konu üzerinde tarihsel bir inceleme yapılmakta ve güncel bazı sorunlar ele alınıp irdelenmektedir.



Öğretmen eğitiminde iki ayrı boyut bulunmaktadır. Bunlardan birincisi hizmet öncesi eğitim olup halen eğitim fakültelerinde yürütülmektedir. İkincisi ise hizmet içi eğitim olup okullarda çalışan öğretmenlerin yenilenmesini amaçlayan Milli Eğitim Bakanlığı ve yetkilendirilmiş birimlerince yürütülen eğitimlerdir. Her iki boyutun da ele alınması bütünlük açısından önemli olmakla birlikte burada son zamanlarda yapılan bazı değişiklikler de dikkate alınarak ağırlıklı olarak hizmet öncesi öğretmen yetiştirme boyutu üzerinde durulmaktadır.

Anahtar Sözcükler: Öğretmenlik Mesleği, Güncel Sorunlar, Hizmet öncesi Eğitim



1. GİRİŞ



Neden öğretmen yetiştirmeye büyük önem vermeliyiz sorusu gerçekten üzerinde düşünülmeye değer bir sorudur ve bu soru üzerinde asgari müşterekte fikir birliği sağlamak gerekmektedir. Öğretmenlik mesleği yeryüzündeki en eski mesleklerden birisidir. Tarihsel süreç içerisinde hep var olmuş ve gelecekte de bir çeşit var olacaktır. Çünkü öğretmenin yerini tam anlamı ile doldurabilecek başka bir şey düşünülememektedir. Birçok mesleğin süreçte doğup, gelişip yok olduğu düşünülürse öğretmenlik mesleğinin hep yaşamaya devam etmesi onun önemini göstermektedir. Genel anlamda bakıldığında, meslekler toplumdaki hizmetlerin yürütülmesindeki bir işbirliğinden veya iş paylaşımından doğmaktadır. Şüphesiz bütün meslekler önemlidir ve mensupları toplumdaki bir hizmeti karşılamaktadır. Öğretmenlik mesleği mensupları da profesyonel anlamda toplumdaki eğitilme ihtiyacını karşılamada önemli bir rol üstlenmiştir.



Öğretmenlik mesleğinin özel bir yeri olduğu tartışılmaz bir gerçektir. Çünkü toplumun hangi kesiminden olursa olsun üzerinde öğretmen emeği olmayan hiçbir insan gösterilemez. Öğretmen yerine göre anne babadan daha çok toplumun çocuklarına emek ve zaman harcamaktadır. Atatürk'ün veciz sözlerinde öğretmenlerin önemi “Milletleri kurtaranlar yalnız ve ancak öğretmenlerdir”; ve “Öğretmenler yeni nesil sizin eseriniz olacaktır” şeklinde vurgulanmaktadır. Diğer meslekleri küçümseme anlamında değil ancak bir ülkenin mühendisleri binaları kalitesiz inşa ederse bir yıkıntı anında sadece o binalarda yaşayanlar ölür ama öğretmenler görevlerini gereği şekilde yerine getirecek tarzda yetiştirilmezse ülkeler tarih sahnesinden silinebilir. Bu nedenle öğretmen eğitimine özel önem vermemiz gerekmektedir.



Öğretmenliğin her eğitilmiş birey tarafından yapılabilecek bir meslek olarak görülmesi belki de tarih boyunca millet olarak yaptığımız en önemli hatalardan birisidir. Cumhuriyet öncesinde de Cumhuriyet dönemi boyunca da başka mesleklerden kişiler öğretmen olarak hep görevlendirilmiştir. Bu bazı alanlarda yakın zamana kadar devam etmekle birlikte bu gün İngilizce, özel eğitim ve okul öncesi öğretmenliği alanlarındaki açık nedeniyle bazı branşlardan gelenler kısa süreli eğitimler veya sertifika almak koşuluyla öğretmen veya usta öğretici olarak atanabilmektedirler.



Bir öğretmen avukatlık, mühendislik, doktorluk yapamaz ama herhangi bir alanda üniversite eğitimi almış kişiler zaman zaman öğretmen olarak görev alabilir. Bu durum öğretmenlik mesleğinin tam anlamı ile meslekleşmesini de engellemektedir. Başka bir ifade ile ülke olarak öğretmenlik mesleğine gereken önemi verdiğimiz hala tartışmaya açık bir konudur. Son alınan kararla Fen-Edebiyat Fakülteleri öğrencilerine kestirme yoldan sertifika verilmesi bu konudaki yeni fakat sıkıntıları beraberinde getiren bir uygulama olarak tarihsel süreçte yerini alacaktır.



2. TARİHSEL SÜREÇ İÇERİSİNDE ÖĞRETMEN YETİŞTİRME VE SORUNLAR

Öğretmenlik mesleğinin çok eski bir uğraşı alanı olduğu yukarıda belirtilmişti. Öğretmen yetiştirme şekli tarihsel süreç içerisinde gelişim ve değişim gösteren bir alandır. İlklerden bir örnek vermek gerekirse; Osmanlıda Fatih Sultan Mehmet döneminde o devrin ilkokulları için (Sibyan okullarında) öğretmen olacaklara özel bir program uygulanıyordu. Bu programda tartışma kuralları ve öğretim yöntemi (Adab-ı Muba-hase ve Usul-i Tedris) adıyla bir ders okutulmuş olması o dönem için büyük bir yenilikti. Fakat Fatih'ten sonra öğretmen eğitimine uzun süre gereken önem verilememiştir. 18. yüzyılda başlayan yenileşme hareketleri bir sonraki yüzyılın ortalarına doğru (16 Mart 1848) Darülmuallimin'in kurulmasıyla öğretmen eğitimi alanında da başlamıştır.



Cumhuriyet döneminde 1924'te öğretmenlik mesleği yasayla tanımlanmış ve öğretmen eğitimine verilen önem Atatürk'ün “Öğretmenler sizin başarınız Cumhuriyetin başarısı olacaktır” sözleri ile anlam kazanmıştır. Cumhuriyet dönemi boyunca öğretmen okulları, köy enstitüleri, eğitim enstitüleri, iki ve dört yıllık eğitim enstitüleri, yüksek İslam enstitüleri, ticaret ve turizm yüksek öğretmen okulları, eğitim bilimleri fakültesi, yüksek öğretmen okulları gibi öğretmen yetiştiren kurumlar kurulmuştur. Bu kurumlar öğretmen yetiştirmede niteliğin artırılmasına önemli katkıları olmakla beraber nitelik sorunu da hep tartışılmıştır. Ayrıca, öğretmen açığı da 2000'li yıllara yaklaşıncaya kadar hiç kapatılamamıştır.

1982'de 2547 sayılı Yüksek Öğretim Kanunu ile öğretmen yetiştirme işlevinin Milli Eğitim Bakanlığından Üniversitelere devredilmesi öğretmen eğitiminin nasıl yapılacağı konusunda deneyimi olmayan üniversiteleri güç durumda bırakmıştır. Çok önemli bir alan olan öğretmen eğitiminde YÖK ile MEB etkin bir koordinasyonu uzun zaman sağlayamamıştır. 1990'lı yıllarda işbirliği ihtiyacı hissedilmiş ve Dünya Bankası kredisi ile yürütülen Milli Eğitimi Geliştirme Projesi (MEGP kamudan.com) ile hem eğitim fakülteleri 1998'de yeniden yapılandırılmış hem de YÖK ile MEB arasında bir ölçüde koordinasyon sağlanmıştır.



1998 den günümüze kadar olan dönemde yeniden yapılanmaya göre öğretmenler yetiştirilmeye çalışılmış ancak gerek bazı alanlarda kontenjanların aşırı artırılması ve gerekse öğretim elemanı ve alt yapı eksikliklerine rağmen birçok yeni eğitim fakültesi kurulması kalitenin zedelenmesine yol açmıştır. Ayrıca 1998 yapılanmasının 2004'de aşağıda kısmen detaylandırıldığı şekilde bozulması sorunları artırmıştır.



Eğitim fakültelerinin nitelikli öğretmen yetiştirmelerini sağlamak ve bir nevi kalite kontrolü yapmak amacı ile Akreditasyon (Kalite Kontrol kamudan.com) çalışmaları da YÖK tarafından 1999 yılında başlatılmıştır. Bu çalışmalar kapsamında birçok eğitim fakültesine ziyaretler yapılmış ve belirlenmiş standartlar doğrultusunda incelemeler yapılmıştır. Bu çalışmaların nihai hedefi kaliteyi artırmak olup eğer kaliteyi sağlayamayan programlar, bölümler hatta eğitim fakülteleri varsa onları kapatmak olarak belirlenmiştir. Ancak gelişmiş dünya ülkelerinde başarı ile uygulanan bu çalışmalar maalesef ülkemizde pilot çalışmalar bağlamından ileriye gidememiştir. Bu tür çalışmalara önem verilmesi ülkemizin gelişmesinde önemli rol oynayacak nitelikli insan gücünün yetişmesinde önemli katkılar sağlayacak olan öğretmenlerin yetiştirilmesine olanak verecektir. Ne yazık ki öğretmen yetiştirme de akreditasyon çalışmaları konusunda 2002 yılından beri hiçbir ilerleme sağlanamamıştır.

Tarihsel süreci özetlemek gerekirse ne Osmanlı döneminde nede Cumhuriyet döneminde ihtiyaç olan alanlarda ihtiyaç kadar öğretmen yetiştirilmesi bir türlü başaramamıştır. Meydana gelen açık ise öğretmenlik formasyonu olmayan kişilerin atanması veya görevlendirilmesi ile doldurulmaya çalışılmıştır. Atatürk'ün 1925'deki bir konuşmasında vurguladığı “Milletleri kurtaranlar yalnız ve ancak öğretmenlerdir” ifadesine uyan bir bilinçlenme ile kaliteli ve ihtiyaç olan alanlarda yeterince öğretmen yetiştirdiğimizi hala söylemek güçtür.



3. ÖĞRETMEN YETİŞTİRME PROGRAMLARI VE SORUNLAR



Öğretmen yetiştirme programlarının dünyanın bütün ülkelerinde benzer özellik gösterdiği bilinmektedir. Bu programlarda üç temel alandaki birikim ön plana çıkmaktadır. Bunlar;

-Alan Bilgisi: Öğretmeninin öğretmeni olacağı alandaki bilgi birikimini ifade etmektedir. Bir öğretmenin sınıfında bulunan öğrencilere bilgisi konusunda güven aşılayabilmesi için kendi alanını çok iyi bilmesi gerekir. Bu bir tarih öğretmeni için tarih bilgisi iken, bir kimyacı için kimya bilgisi ve sınıf öğretmeni için ihtiyaç duyacağı düzeyde bütün disiplinlerde bilgi sahibi olma demektir.

-Pedagojik formasyon bilgisi: Herhangi bir alanda bilgi sahibi kişiye öğretmen diyebilmemiz için sahip olması gereken bilgi ve becerileri ifade etmektedir. Formasyon programı da denen bu boyutta genelde adaylara neyi nasıl öğretecekleri yanında öğrencilerin yaşlara bağlı olarak gösterdikleri özellikler ve öğrenme kapasiteleri de öğretilmektedir.

Genel kültür bilgisi: Hangi branşın veya seviyenin öğretmeni olursa olsun iyi bir öğretmen değişik alanlarda ve konularda bir kültüre sahip olmalıdır. Bu alandaki birikim hem programlara konulan farklı seçmeli derslerden ve zorunlu olup öğretmen adayının branşı ile doğrudan ilişkili olmayan derslerden oluşmaktadır. Ayrıca güncel olayları takip etme de bu alandaki birikime katkı yapmaktadır.



Yukarıda belirtilen ve öğretmen yetiştirmede bilgi ve becerileri kapsayan genel öğretmen yetiştirme programı bütün ülkelerde benzer olmakla birlikte esas önemli olan nitelikli öğretmen yetiştirmedir. Bunun için yapılması gereken ise nitelikli öğretmenin ne olduğunun tanımlanmasından geçer. Öğretmenlik mesleği teori ve pratiğin iç içe olduğu bir meslektir. Sadece teorik bilgi ile öğretmenlerin donanması onların nitelikli öğretmenler olacağını garanti etmez. Aynı zamanda okulları tanımaları gerçek ortamda öğrenimleri sırasında uygulamalar yapmaları ve deneyimler kazanmaları gerekir. Bu konuda hem MEB'in hem de YÖK'ün öğretmen yeterliklerini tanımlama ve geliştirme çalışmaları yaptığı bilinmektedir. Ancak önemli olan uygulamada süreklilik sağlamaktır. Yani çalışmaları yapboz süreci gibi yapmak çok etkili olamamaktadır. Yapılan çalışmanın yeter süre uygulanması ve bilimsel araştırmalarla değerlendirilmesi onlar hakkında isabetli karar vermek için gereklidir.

Bu anlamda, yani değişiklikleri sabırla uygulama konusunda çok başarılı olduğumuzu söylemek güçtür. Yakın tarihe bakacak olursak bazı somut örnekler sorun olarak karşımıza çıkmaktadır. Bilindiği gibi YÖK tarafından uzun çalışmalar sonucunda Eğitim Fakülteleri 1998 yılında yeniden yapılandırılmıştır. Bu yeni yapının elbette beğenilen ve eleştirilen yönleri olabilir. Ancak bu yeni yapıdan daha yeni mezunlar verilmeye başlanmışken yani etkilerini bilimsel olarak değerlendirebileceğimiz veriler elde yokken 2004'de eğitim fakültelerinde uygulanan programların değiştirilme süreci başlatılmıştır. Bu süreç adeta 1998 yapılanmasına karşı olanların bir rövanş alma duygusuna dönüşmüş ve yukarıda önemi vurgulanan teori pratik dengesi bozulmuş ve derslerin uygulama saatleri önemli ölçüde azaltılmış veya tamamen kaldırılmıştır. Ayrıca okullarda yapılan okul deneyimi sağlayıcı ve öğretmenlik becerisini geliştirici dersler programlarda azaltılmıştır. Bu süreçteki gerekçelerden birisi uygulama saatlerine ek ders ücreti ödenmesindeki sorunlar olarak belirtilmiş ama sorunu aşacak Maliye Bakanlığı nezdinde girişim yapmaktansa dersi teorik yapıp ücret ödenmesi gibi komik olabilecek bir yol tercih edilmiştir. Bu arada programlar üzerinde yeni bir değişiklik yapma sürecinin başlatılacağı duyumları da fakültelerde konuşulmaktadır. Ayrıca fen-edebiyat fakültesi mezunlarına açık olan tezsiz yüksek lisans programları (1998 yapılanmasının alan öğretmeni yetiştirme programı veya sertifika programı) önce uygulamaları azaltılarak 1,5 yıldan (üç dönemden) bir yıla (iki döneme) indirildi. Şimdi ise, fen edebiyat fakülteleri lisans öğrencilerine öğretmenlik sertifikası alma hakkı lisans eğitimleri sürecinde verilerek süreç 1998 öncesine döndürülmeye başlandı. Her ne kadar yetkililer sertifika programları sadece büyük illere ve eğitim fakültelerinin güçlü olduğu yerlere has bir uygulama olacak dese de bu bile kendiliğinden haksızlıkları içinde barındıran bir uygulamadır. Değişik kesimlerden gelecek önünde durulamaz baskılar sonucu zayıf güçlü fakülte aranamadan her yerde sertifika uygulanır hale gelecek ve öğretmen eğitiminde kalite beklentilerin altına düşecektir. Bu ise hepimiz için doğrudan veya dolaylı sorun oluşturacaktır. KPSS sınavını bu süreçte bir baraj olarak düşünmek ve kazananlar iyi öğretmenlerdir demek ise olanaksızdır. Çünkü sınavın ölçtükleri hem YÖK tarafından hem de daha sonra MEB Öğretmen Yetiştirme ve Eğitimi Genel Müdürlüğünce öğretmen yeterlikleri olarak geliştirilen özelliklerle örtüşmemektedir.



Bilindiği üzere 1998 yeniden yapılanmasının en önemli gerekçesi Fen-Edebiyat Fakülteleri ile eğitim fakülteleri arasındaki dublikasyon sorununu ortadan kaldırmaktı. Geçen sürede bunu da büyük ölçüde başardığını görmek mümkündür. Eğitimde uluslar arası en büyük organizasyonlardan biri olan ESERA'nın 2009 İstanbul konferansı dünyada eğitim de yükselen değerler arasında ilk iki sıranın Türkiye ve Tayvan'a ait olduğunu göstermiştir. Ancak tam oturmak üzere olan yeni (1998) yapıya programlar bazında 2004'de yapılan müdahale bu kez yapısal anlamda ve yeniden dublikasyonlara yol açacak bir sürece doğru (2009 fen edebiyatlara sertifika hakkının tezsiz yüksek lisans programları dışında bir uygulamayla açılması sonucu) yol almaktadır.



Aslında birinci öncelik yetiştireceğimiz öğretmenlerin kalitesini artırmak olmalıdır. Birilerini memnun etmek için değil ülkemizin geleceği için her şey yapılmalıdır. Çocuklarımızı okula kayıt yaptırırken iyi öğretmen, iyi okul arıyoruz. Bunun için okullara önemli miktarlarda bağış yapanlarımız, sahte ikametgâh senedi düzenlettirenlerimiz vardır. Daha iyi imkanlara sahip olanlar ise kalite adına özel okulları tercih etmektedir. Öyleyse neden bütün öğretmenlerimizi “iyi” yetiştirmeyelim. Fen-Edebiyat fakültelerinin önünü açmanın yolu Eğitim Fakültelerini mağdur etmekten mi geçmeli? Bunun başka yolları bulunamaz mı? Yetkili yerlerde oturanlar günü kurtarmanın arkasından koşmaktadırlar sorunları bir süre erteleme adeta çöpleri halının altına süpürme şeklinde ortaya çıkmaktadır.



Bilinen fakat görmezden gelinen bir sorunu da vurgulamak yerinde olacaktır. İlköğretim okulları ve Liseler için yetiştirilen öğretmenlerin çoğu atanamamaktadır. Bunun sebebi olarak ihtiyaç olmadığı şeklinde açıklanmaktadır. Bununla beraber mesleğimiz gereği sürekli temasta olduğumuz öğretmenler, okul müdürleri ve Milli Eğitim Müdürleri okullarında veya bölgelerinde öğretmen açığı olduğunu ifade etmektedirler. Ancak anlaşılmaz bir şekilde, belki ekonomik sebeplerle, bazı okullarda branş öğretmeni eksikliği çekilmektedir. Eğitim fakültelerinde öğretmen olmak üzere okuyan genç meslektaşlarımızda bu durum ümitsizliğe neden olmakta ve başarıları, tutumları ve mesleğe adanmışlıkları sınırlı kalmaktadır.

Bütün bu sıkıntılar yaşanırken fen-edebiyat fakültelerinin kontenjanlarını aşırı boyutlarda artırmak normal örgün öğretim programları yetmezmiş gibi ikinci öğretim programlarını da açmak sonrada buralarda okuyan gençlerin önünü açmalıyız diye başka yerlere zarar vermek ciddi bir sorundur. Genelde orta ve düşük gelir grubu ailelerin başarılı çocuklarına hitap eden ve ekmek parası arkasında koşturan eğitim fakültesi öğrencilerinin iş olanaklarına yeni yeni ortaklar oluşturmak kime ne kazandırabilecek ki? Yoksa önemli olan nitelikli öğretmen yetiştirmek değil mi artık? Acaba yetkililer tersi bir duruma hiç kafa yordular mı? Biyoloji alanından bir örnekle somutlaştıracak olursak; 50'nin üzerinde üniversitede fen edebiyat fakültesinin biyolog yetiştiren biyoloji lisans programı bulunmaktadır. Bunların çoğunda ikinci öğretim programı da açılmıştır. Her yıl alınan öğrenci sayısı ise 5000 civarında bir rakamı göstermektedir. Aynı dalın öğretmenliğinin bulunduğu eğitim fakültesi sayısı ise 10 civarında olup alınan öğrenci sayısı ise 500'ün altındadır. Acaba bu 500'e yakın öğrenciye biyoloji öğretmenliğine ek olarak fark derslerini verdirerek biyolog diploması verilemez mi? Bunu gündeme getirdiğimizde kopan gürültü maalesef sertifikaya talip olanlara ve onların önünü açanlara yakışmamaktadır. Çünkü adil olmak, fırsat eşitliği sağlamak yasalarımızın emridir.



Günümüzün önemli bir başka sorunu ise bazı branşlardaki öğretmen fazlasının toplamda 200 bini aşmış olmasıdır. Bu halen görevde bulunan öğretmenlerin üçte biri kadar bir sayıdır ve zaten atama sorununun yoğun yaşandığı bir durumun göstergesidir. Öyleyse her fen-edebiyat fakültesi öğrencisine sertifika alma yolunu açmanın gereği var mı? Yoksa mezunlardan başarılı olanlara ve gerçekten çocuklarımızı güvenle teslim edebileceğimiz bir programdan geçirdikten sonra sertifika uygulaması planlanması gerekmez mi? Buna kimsenin karşı çıkması söz konusu olamaz. Başka çözümler de üretilebilir, örneğin hemen hemen her üniversitenin sağladığı çift ana dal ve yan dal programları bu amaç için YÖK'ün yapacağı ortak bir düzenleme ile uygulanabilir ve karşılıklı olması da sağlanabilir.



4.SONUÇ VE ÖNERİLER



Yukarıda değinilen ana noktalar öğretmen eğitiminde hem geleneksel bazı sorunların var olduğunu hem de güncel sorunların da ortaya çıktığını göstermektedir. Ancak çözülemeyecek hiçbir sorun yoktur yeter ki iyi niyet ve ülke geleceğine yönelik pozitif düşünceler olsun. Yapılması gereken temel iş misyonumuzu ve vizyonumuzu ülke olarak öğretmen eğitimi için yeniden belirlemek ve buna bağlı milli politikalar üretmektir.



Bugün öğretmen yetiştirmede ülkemizin temel misyonu, bilimsel anlayışlı, çağdaş, demokrat, üretken, ekip çalışması ve liderlik özelliklerine sahip, değişen koşullara uyum sağlayabilen, iletişim becerileri yüksek, eğitim teknolojilerini uygun şekilde kullanabilen, öğrenmeyi öğrenmiş ve kendini yenileyebilen, çeşitliliği bir zenginlik olarak algılayan, kültüre ve sanata duyarlı, mesleğine adanmışlık duygusuna sahip, özgüveni ve hoşgörüsü olan, Atatürk İlke ve İnkılâpları ile milli ve manevi değerlere sahip, ülke çıkarlarını kendi çıkarlarının önünde gören öğretmenler yetiştirmek olmalıdır. Ülkemizin değişik üniversitelerinde kurulmuş olan eğitim fakültelerinin bu misyonun takipçisi olmalıdırlar.



(*) Makale İnönü Üniversitesi Eğitim Fakültesi Dergisinde de (Özel Sayı Cilt 10 sayı 3 Aralık 2009'da) yayınlanmıştır.



Alipaşa AYAS Eğitimin Sesi Ocak - Mart 2010 Sayı 32 27



5.BİBLİOGRAFYA

Akyüz, Y. (2004). Türk eğitim tarihi: M.Ö. 1000- M.S. 2004. (9. Baskı). Ankara: Pegem A Yayıncılık.

Küçükahmet, L. (2009). Bir yıl içinde öğretmen yetiştirme programlarındaki dalgalanmalar. Çağdaş Eğitim Dergisi, 34 (367): 37–41.

YÖK (1998). Eğitim Fakültesi Öğretmen Yetiştirme Lisans Programları. Ankara

YÖK (1999). Türkiye'de Öğretmen Eğitiminde Standartlar ve Akreditasyon. Öğretmen Eğitimi Dizisi. Ankara

YÖK (2007). Eğitim fakültesi öğretmen yetiştirme lisans programları. Ankara

YÖK (1998). Fakülte Okul İşbirliği Kılavuzu. Öğretmen Eğitimi Dizisi. Ankara
kamudan.net

İlk yorum yazan siz olun
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.

EĞİTİM Haberleri