Siyasetçiler bile, üniversitelerin suskunluğundan şikâyet edecek noktaya geldiyse, demek ki durum çok vahim.
Peki bu suskunlukları niye?..
Çünkü gazete manşetlerine çıkan öğrenci örneklerinde olduğu gibi, konuşanın başı ağrıyor. Bazen o kadarla da kalmıyor, hapsi boyluyorlar.
Aslında üniversitelerin tümünde böylesi bir hava hâkim değil. Tamam, Kraldan çık kralcı rektörler, öğretim üyeleri var. Ama onlardan çok daha fazla, hayatını, eğitime, bilime ve öğrencisine, adayan rektörler de görmek mümkün. İşte onlara da haksızlık yapılıyor...
YÖK’ün kuruluş amacı suskun bir üniversite yaratmaktı. Dünden bugüne de değişen hiç bir şey olmadı. Hatta dayatmacılığı daha da arttı.
Darbelere ve darbecilere isyan edenler, 12 Eylül’ün en güçlü sembolü olan YÖK’ü niye el üstünde tutuyor? Önce bunu sorgulamak gerekir...
Türkiye, Amerika farkı?
Özgürlüğün sınırları hep tartışıldı. Tartışılmaya da devam edecek. Oysa, öğrenciyi öcü olarak görme yerine onlara biraz olsun yakın olmak her şeyi çok daha farklı kılabilir. İşte Amerika’da öğrenim gören bir öğrencinin ilginç kıyaslaması ve mutsuzluk kaynağı:
“Üniversiteyi Türkiye’de okuduktan sonra, yüksek lisansımı Amerika’da devam ettirmekteyim.
Geçtiğimiz gün, rektörümüzle tanıştım. Liderlik konulu, 8 haftalık bir programın, o gün ki konuğuydu. O gün orada olacağı, okul e-postalarımıza iletildi. Salona gittiğimizde zaten oradaydı ve öğrencilerle sohbet ediyordu. Yanında da hiç güvenlik görevlisi yoktu. Program başlamadan önce teker teker gelip her birimizle tanışıp halimizi, hatırımızı sordu.
Sonra kendi deneyimlerinden bahsetti ve soru-cevap kısmına geçildi.
Liderlikle ilgili sorular soruldu, spor takımlarının geleceği konuşuldu ama kimse hiç bir eleştiride bulunmadı. Çünkü okullun sorunlarını ve nasıl bir çözüm bulduklarını kısa ve öz bicimde bahsetti. Okulun gelişmesi için bizim iyi yerlere gelmemiz gerektiğini hatırlatarak programı bitirdi.
Lisans programında iken rektörümüz ile bırakın sohbet etmeği bir kaç konferansta 5-10 dakikalık zaman diliminde polis eşliğinde görmüş iken dun yasadığım deneyim beni düşünmeye itti...”
Tablo nasıl değişir?
Genç Bakış nedeniyle her hafta değişik bir üniversitedeyiz. Hepsi de bir birinden çok farklı. Ortak oldukları tek nokta ise YÖK’ün baskısı. Hemen hemen hiçbir konuda rahat karar alamıyor, rahat tavır sergileyemiyorlar. Nedeni de çok açık: Başları ağrıyor.
Yeni anayasa hazırlanırken, umarız bu konuda ele alınır. Çünkü, üniversitesi özgür olmayan bir ülkede özgürlüklerden bahsetmek, hoş bir sedanın ötesine geçemez.
Rektörlerin, oturdukları koltuğun hakkını vermelerini istiyorsak, tek dönem görev yapmalı ve 7 yıllığına seçilmeliler. Eğer ille de veto uygulanacaksa, bu seçimlerden önce olmalı ve seçimi kazan rektörlük koltuğuna oturmalıdır. Yoksa bugünkü bu komedi seçim ve atama yöntemi ile ne özgür rektör bulabiliriz ne de özgür üniversite...
Ceza mı, ödül mü?
Cezaya dayalı eğitim modeli çok geride kaldı ama görünen o ki bizde hâlâ çok muteber!..
Eğitim ve öğretim, iki ayaklı bir süreç.
Öğrenmeyi her türlü koşulda gerçekleştirebilirsiniz.
En son gelinen nokta, akıllı tahta ve tablet destekli dijital öğrenme sistemi.
Peki eğitim ne olacak? Yani olayın diğer boyutu.
Eskiden öğrenciyi disipline etmek için falaka kullanılırmış.
Sonra dayak, ardından da hakarete ve aşağılamaya dayalı taciz başladı.
Şimdi ise ağzını açan, öyle ya da böyle susturuluyor?
Günümüzde, cezaya dayalı eğitim modeli, öylesine demode oldu ki, en katı ülkeler bile, bu yöntemi bıraktı.
Çünkü, kalıcı bir disiplin sağlayamadığı gibi, kin ve nefret tohumlarının ekilmesine neden oluyor.
Ama görünen o ki hâlâ bu yöntemi tercih edenler var?
Ödüle dayalı eğitim modeli, artık herkesin tercihi. Çünkü yarattığı motivasyon, hem başarıyı artırıyor hem de sempatiyi.
Tercih edilmesi de bu yüzden.
Keşke eğitimin içeriği, insani ilişkiler ve özgürlükler de, akıllı tahtalar ve tablet kadar önemle ele alınabilinseydi!..
Özetin özeti: Suskun öğretim kurumları, konuşan gençler yetiştiremez!..
Abbas GÜÇLÜ-Milliyet