Nöroeğitim
Günümüzde, 21.yüzyılın bilimsel bakışını, çalışmalarını ve buna bağlı olarak yaşam tarzı, kültür ve dolayısıyla teknolojik gelişmelerini etkileyecek dolayısıyla uygarlığa yeni bir yönelim kazandıracak yeni olan ve insanı heyecanlandıran bilimsel gelişmeler yaşanmaktadır. Bağlantısallık… Bu anlayışın bakış açısı yeni olsa da, felsefi temelleri yüzyıllar öncesinden düşünsel bağlantısallığının getirdiği birçok noktadan söz edebiliriz. Descartes-Bacon-Newton aydınlanması; Platon, Aristotales, Mevlana, İbni Sina, Farabi, İbn-i Rüşt, Yunus Emre, Hacı Bektaş-i Veli tümden gelimciliğinden temellendiğini söyleyebiliriz. Elbette burada Spinoza’ya ayrı bir sayfa açmak kanımca yerinde olacaktır.
“Bağlantısal bütünsellik”, 2012 sonrasında ivmelenen nörobilim alanındaki çalışmaların (esas olarak 2015 sonrası) ortaya koyduğu, özellikle ihtiyacı olan “yeni” matematiğin fark edilip geliştirilmesiyle birlikte bilimsel yöntemimizde paradigma değişikliğine yol açacak kadar önemli bir kavramdır. Öyle ki sadece bilim alanında kalmayan, ekonomiden eğitime, hukuktan sağlığa; yanımızdakine, doğaya, kendimize, kısaca yaşama bakışımızı değiştirebilecek, kültürün her katmanını etkileme potansiyeline sahip yeni bir düşünce sistemi, bir yaşam modellemesi yani yeni bir zihin yapılanmasıdır.” (*) Emareleri görünen bu yeniden yapılanmanın eğitim alanına yansımaları eğitime nörobilim açısından bakışın eksikliğinin fark edilmesi, bu eksikliğin sorgulanıyor olması şeklinde olduğunu şimdiden görmekteyiz. Dünyanın birçok ülkesinde, üniversitelerde “Neuroeducation Girişimi” şeklinde ve ya farklı başlıklar altında çeşitli oluşumların olduğu görülmektedir.
Biz de bu yazımızda yaşadığımız süreçte nörobilimin eğitim alanına pratik yansımalarını dilimizin döndüğünce ve okumalarımızdan anladığımız kadarıyla ilişkilendirmeye çalışalım. Günümüzde internetin yaşantımızın her alanına büyük ölçüde nüfuz etmiştir. Özellikle de pandemi yaşadığımız bu günlerde bunun daha da anlamlı hale geldiğini görürüz. Dolayısıyla karşımızda büyük bir veri karmaşası durmakta parmak hareketiyle veriler arasında koşuşturan insan kitleleri oluşmaktadır. Ancak, “Büyük veri “bilgi” değildi. Verinin Bilgi olabilmesi için bağlantılandırılması gerekiyordu. Var olan verinin tümünün matematik modellemesi yapılamadığından “kaos” üretiyordu. Yani esas olan sonsuz veriyi toplayabilmek değil, bu veriyi anlamlandırarak bağlantı modellemeleri oluşturmak, parça bütün ilişkilerini matematiğe dönüştürebilmekti.”(*) Yani anlamlandırabilmekti.
Veri çoktur ancak bilgi oluştuğunu söylemek pek de mümkün değildir. Veri gelip geçen ekranlardan oluşan bir kaos ortamıdır kısaca. Bilgi (öğrenme) olması için enformasyon işleyen sistemimizde (beyinde) bağlantılar oluşturması gerekmektedir. Bağlantısallık açısından baktığımızda, bugün okullardaki öğrenme sistematiğinin de bir veri enflasyonu ve kaosundan söz etmek mümkündür. Bolca veri vardır ama bilgi edinme gerçekleşmemektedir. Kalıcı öğrenme sağlanamamaktadır. (Yabancı dil öğrenmedeki sorunumuzun temel nedeni bu olabilir örneğin. Ya da mevcut enformasyonun beyin tarafından bağlantısallık oluşturacak şekilde işlenemeyişinden fen bilimlerinde matematikte ve ya sosyal bilimlerde öğrenmenin sağlanamaması ve doalyısıyla davranış boyutuna yansımamasının temel nedeni de bu olabilir.)
Üniversitelerin öğretmen yetiştiren fakültelerden, eğitim bilimleri enstitülerine, oradan da okul yapılanmasına kadar yeni bilimin ışığında yeniden yapılanmaya gidilmesi gerektiği, bilimsel gelişmelerin bunu zorunlu hale getirdiği görülmektedir. Bir taraftan teorik alanda üretimler yapılırken aynı anda okullarda uygulanmasının gerçekleştirilmesi gelecekteki eğitimin şimdiden kurgulanmasını sağlayacaktır.
Öğrenme, beyin bilim açısından beyinde nöronlar arasında yeni bağlantısallıklar kurma süreciyse (*), kalıcı öğrenme ise bu bağlantısallıkların güçlü hale getirilmesidir. Şimdi biz pratikte enformasyon işleyen sistem (beyin) veriyi kalıcı bilgiye nasıl dönüştürür, nasıl öğrenme gerçekleşir, okul uygulamaları nasıl olmalıdır? Kısaca maddeler halinde yazarak yazımızı bitirelim:
1- Merak ve istek uyandırarak,
2- Yaşamla bağlantı kurarak,
3- Farklı yetenek özelliklerini öğrenmede kullanarak; yaparak, yaşayarak, uygulayarak, anlatarak, görerek, işiterek, oyunlaştırarak, başkasına öğreterek, dramatize ederek...
4- Multidisipliner bir yaklaşımla öğrenilenlerin diğer bilimlerle bağlantısını kurarak,
5- Öğrenme döngüsünü sağlayarak, öğrenme alanını bütünleşik bağlantısal bir alan haline getirerek,
6- Döngüsel program (tekrar) ile nöron snaps bağlantılarını güçlendirerek.
7- Öğrenememe anksiyetesinden kurtularak,
8- Öğrenmede doğadan ve beynin doğal işleyişinden daha çok faydalanarak...
*Türker KILIÇ, Yeni Bilim: Bağlantısallık, Yeni Kültür: Yaşamdaşlık