Pandemi sürecinin ardından okullarına geri dönen milyonlarca öğrenci yüz yüze eğitimde bir yılı geride bıraktı. Türkiye, salgının ilk yılında okullarını - OECD ülkeleri arasında Meksika’nın ardından- en uzun süre kapalı tutan ikinci ülkeydi. Okullardan aylarca uzak kalan öğrenciler, kademeli olarak okulların açılması sürecinde temel bilgi ve becerilerinde aksaklıklar yaşadı. Salgın toplumsal eşitsizliği derinleştirirken, dezavantajlı ailelerin çocukları eğitimden uzaklaştı.
Eğitim ve Bilim Emekçileri Sendikası Genel Başkanı (Eğitim-Sen) Nejla Kurul ile pandeminin ardından yüz yüze başlayan eğitim dönemini, öğretmen ve öğrencilerin karşılaştığı sorunları, derinleşen yoksullukla birlikte eğitim dışına itilen öğrencileri, gençlerin ülkeden göçünü, Öğretmenlik Meslek Kanunu’nu ve siyasi partilerin eğitim konusundaki seçim vaatlerini konuştuk.
"KENDİMİ ÖĞRETMEN DEĞİL, BAKICI GİBİ HİSSEDİYORUM"
Türkiye, pandemi sürecinde uzaktan eğitimi test etti. Teknolojik alt yapıdaki yetersizlikler, uzaktan eğitime erişimdeki güçlükler, öğrencilerin eğitim alanında kayıplar yaşamasına neden oldu. Ardından okullar tamamen açıldı. Yüz yüze eğitim pandemideki kayıpların telafisi için yeterli oldu mu?
Türkiye’de okullar neredeyse 1,5 yıl kapalı tutuldu. Öğrencilerin ve öğretmenlerin bilgi iletişim teknolojilerindeki gereksinmeler karşılanmadan uzaktan eğitime başlandı. Pandemide ciddi kayıplar yaşandı ama Millî Eğitim Bakanlığı pandemi koşullarında uzaktan eğitimin durumuna ilişkin istatistik üretmedi, bilgisini paylaşmadı. Yenilik ve İletişim Teknolojileri Genel Müdürlüğü, 5 milyonu aşkın öğrencinin EBA’ya erişemediğini ortaya koyana dek kamuoyu kaç çocuğun eğitimin dışında kaldığı bilgisini edinemedi. 12 milyonun üzerindeki öğrencilerin ise uzaktan eğitime hangi düzeyde ulaştığını bilmiyoruz.
"ÇALIŞMAK ZORUNDA KALAN ÇOCUKLAR EĞİTİMİN DIŞINA İTİLDİ"
Öğrenciler bilgisayar ve tabletleri olmadığı için eğitime ulaşamadı, kız çocukları toplumsal cinsiyet rolleri içinde sıkıştılar, evin içinde çeşitli sorumluluklar aldılar. Yoksul çocuklar, mülteci çocuklar, çalışmak zorunda kalan çocuklar eğitimin dışına itildi. Öğretmenler, öğrencilerin gelmemesine rağmen ekran başında kaldı fakat ücretleri ödenmedi. 6 Eylül’de okullar açıldı. Bir buçuk ay yardımcı personel olmadan hijyen koşulları sağlanmadan eğitim sürdürüldü. Biz bu süreçte çok sık, “Kendimi öğretmen olarak değil, gardiyan, güvenlik görevlisi, bakıcı gibi hissediyorum” diyen öğretmenlerle karşılaştık. Okullarda öğretmenler ağır bir yük altında. 1,5 yıllık eksik müfredatla birlikte yaklaşık 3 yıla yakın müfredatı öğrencilerle paylaşmak durumunda kaldılar. Ama bu dönemde bence kamuoyu hiç olmadığı kadar eğitime önem gösterdi. Aileler iki-üç çocukla uğraşamazken öğretmenlerin ortalama 37 öğrenciyle uğraşmalarının zorluğunu, yaşadıkları emek süreçlerini daha iyi anladılar.
"GELİR VE SERVET EŞİTSİZLİĞİNİ ORTADAN KALDIRACAK ÖNLEMLER GEREKİYOR"
Derinleşen yoksullukla birlikte okul çağındaki çocukların eğitimden uzaklaşarak para kazanabilecekleri işlere yöneldiği gözleniyor. Çocukların, sağlıksız beslenmelerine bağlı olarak çeşitli hastalıklar yaşadıkları ifade ediliyor. Sizce bu yaşananlar Türkiye’nin yakın geleceği nasıl etkileyecek?
Bir gün Urfa’da bir okulu ziyaret ettim. Öğretmenler odasında onların ekonomik ve özlük haklarına ilişkin konuşurken bir öğretmen arkadaşımız, “Ben bunları konuşmaktan keder duyuyorum çünkü benim öğrencilerim sınıfta açlıktan bayılıyor” demişti. Açlıktan bayılan, başını sıranın üzerine koyan, teni solmuş çocuklarla karşı karşıyayız. Çocukların gözlerinde merak, sevinç, yaramazlık duygusu olması gerekirken daha derin problemleri görüyoruz. 8 milyon işsiz var, bu oranın büyük kısmı bizim velilerimiz. Eve gelir getiremiyor, çocuğuna meyve alamıyor. 10 milyonun üzerinde sosyal destekle yaşamını sürdüren aile var. Çok hızlı artan bir derin yoksulluk ağı var. Gelir ve servet eşitsizliğini ortadan kaldıracak yapısal önlemlerin alınması gerekiyor. Okullarda öğrenciler kahvaltısını tam yapmış olarak gelirlerse, tam gün okulda kaldıklarında sağlıklı bir kap yemek yiyebilirlerse, her gün bir bardak süt içebilirlerse, gelecekte her çocuğun sağlıklı biçimde eğitime katılımı gerçekleşir.
"GENÇLER ‘BİZ VARIZ’ DİYEMEDİĞİ SÜRECE YAŞLILARIN EGEMENLİĞİ SÜRECEK"
Türkiye’de üniversitelerin geldiği tablo ortada. Uluslararası başarı sıralamasında ilk beş yüze giren üniversite sayısı bir elin parmaklarını geçmiyor. Eğitimde yaşanan bu tablo gençleri de olumsuz etkiliyor. Gençler ilk fırsatta yurtdışına gitmeyi hayal ediyor. Giderek artan bir beyin göçü ile karşı karşıyayız. Gençler neden Türkiye’den gitmek istiyor?
Gençler Türkiye’yi terk etmeyi değil, burada kalarak burayı iyileştirmenin önemli olduğunun farkında olmalılar. Giden öğrencilerin kuşkusuz çok kültürlü bir alandan ve çeşitli deneyimleriyle memlekete tekrar döneceklerine yönelik umudumuz var. Gençlerin kaygılı ve kederli hallerinden sıyrılmaları, onların yetişkinlerle birlikte bir mücadeleye girmeleri gerek. Politik yaşlılarla, politikanın biraz daha dışına düşmüş, hayatı eleştirel gözle izleyen gençlerin ittifakına ihtiyaç var. Gençler, “biz varız” diyemediği sürece yaşlıların egemenliği sürecek. Gençler seçimde nasıl bir ülkede yaşamak istediklerine dair kararlarını verecek. Genç işsizliğinin bu kadar arttığı bir dönemde, anne ve babaya bakımlı bir hayat mı istiyorlar? O sandığa gittiklerinde ne yapacaklarını çok iyi bilmeleri gerekiyor.
"DİPLOMALAR GELECEĞİN ONURLU İŞLERİNİ TEMİN ETMİYOR"
Türkiye seçime gidiyor. Her parti eğitimle ilgili vaatlerde bulunmaya başladı. Sizin siyasetçilere temel önerileriniz nedir? Eğitim alanında “olmazsa olmaz” dediğiniz adımlar nelerdir?
Türk Eğitim Derneği’nin yayınladığı “Seçimin kaderi eğitim vaatlerine mi bağlı?” raporda 18-24 yaş arası gençlerin Türkiye’deki en temel sorunun ekonomi olduğu vurgulanıyor. Bunun ilk sırada olmasının büyük bir anlamı var. İkinci sırada ise eğitim geliyor. Türkiye’de ekonominin demokratikleşmesine ihtiyaç var. Siyasetçilerin adil bir gelir bölüşümü, insan onuruna yaraşır çalışma koşulları, güvenceli istihdam, genç işsizliğinin nasıl çözüleceğine ilişkin açık ve net politikaları ortaya koymaları gerekiyor. Gençler “işe girmem mümkün değil, boşuna mı okudum” diye düşünüyor. Artık diplomalarla istihdam arasındaki bağ neredeyse koptu. Diplomalar geleceğin onurlu işlerini temin etmiyor.
‘KAMUSAL, BİLİMSEL, PARASIZ VE LAİK POLİTİKALAR ÜRETİLMELİ’
Siyasetçilerin öğrencilere, “Okullar sizler için, kederli, kaygılı yerler olmak durumunda değil. Sizin öğrendiğiniz, kültür ürettiğiniz konserlerinizin, kulüp çalışmalarınızın engellenmeyeceği, öneri sunarken çekinmeyeceğiniz, kendinizi özgürce ifade edeceğiniz demokratik yerlerdir” demeleri gerekiyor. Siyasetçiler, kamusal, bilimsel, parasız, laik, cinsiyet eşitlikçi, demokratik ve ekolojiye duyarlı bir eğitim için gençleri ikna edecek politikalar üretmelidirler. Siyaset kurumu, çocukların yok sayılmaması gereken anadilinde eğitimin, çok dilli bir eğitimin nasıl mümkün olacağını açık ve net politikalarla ortaya koyması gerekiyor. Ayrıca şu sıralarda Türkiye’de 600 binin üzerinde Arapça, Farsça konuşan mülteci çocuklar var. Anadil farklılıklarımızın bizi bölmeyeceği, aksine dile ve kimliğe saygının çoğul bir toplum olarak bizleri birleştireceğine yönelik yaklaşımlar özgürce konuşulmalı ve birlikte çözüm üretilmelidir.
Bu eğitim dönemi yeni Milli Eğitim Bakanı Mahmut Özer’in de ilk sınavıydı. Özer’in bir yılına bakınca neler söylemek istersiniz? Eğitimcilerin Özer’e karne notu kaç?
Milli Eğitim Bakanı dönemin başında geldi, etkin bir iş birliği ve koordinasyon süreci ile okulların ve üniversitelerin önlemler alarak açılmasını sağlayamadı. Önceden bakan yardımcısı olarak etkili bir konumdaydı. Öğretmenlik Meslek Kanunu tartışılıyordu ancak okul içindeki barışı bozacak bu düzenleme onun döneminde hızlandırılarak çıkarıldı. 3 bin yeni anaokulu açılarak okul öncesi eğitime önem verdiğini söylüyor. Biz bu çalışmanın dini eğitimi okullarda yaygınlaştırmak üzere olduğunu düşünüyoruz. Bu kadar anaokulu açtınız ama hangi öğretmenler çalışacak buralarda? Okul öncesi eğitim öğretmenleri için kadro ilan edilmedi. Hiç atama yapılmadı. Ücretli öğretmenlerle mi eğitim yapılacak bu okullarda? Bu öğretmenler lisans eğitimi görmüşler mi, pedagojik formasyona sahipler mi? Millî Eğitim Bakanlığı, 12. sınıflarda devamsızlığı niçin kaldırıyor? Lisenin dördüncü sınıfı işe yaramıyor mu artık? Peki, çocuklar neden devamsızlık yapıyorlar? Yoksulluk yüzünden mi? Çocuklar çalışmak zorunda mı kalıyor? Okul müfredatı öğrencinin ilgisini çekmiyor mu? Öğrenci öğretmen ilişkisi iyi değil mi artık? Bu devamsızlık pandeminin bir uzantısı mıdır? MEB bilimsel araştırmalarla ilgilenmiyor.
‘MİLLİ EĞİTİM BAKANI ÖZER’İN KARNE NOTU SIFIR’
Milli Eğitim Bakanı Mahmut Özer ile peyderpey görüşme talep ediyoruz, hâlâ randevu alamadık. Siyasal iktidardan bağımsız duran sendikalarla konuşmuyor, tartışmıyor, taleplerimizi değerlendirmiyor. Eğitim öğretimin niteliği ve eşitsizlikler giderek derinleşti. Eğitim bilimden, sanattan, spordan, eğlenceden tamamen koparılarak dinci vakıfların, siyasal İslamcı çevrelerin hükmüne bırakıldı. Çocuk işçiliği yaygınlaştırılıyor. Aladağ’da 11 çocuğumuz yanarak öldü. Çocuk istismarı ve ihmali yaygınlaşıyor. Öğretmen emeği kalabalık sınıflarda ağır sömürü altında. 2-3 öğretmenin yapacağı iş bir öğretmene yaptırılıyor. Öğretmenlerimiz mutlu değil, mesleklerinin değersizleştirildiğinin farkındalar. Öğretmenler ve eğitim emekçileri yoksulluk sınırının çok altında ücret alıyorlar. Eğitim-Sen’in ilkeleri çok açık: Kamusal, bilimsel, laik, parasız, anadilinde, cinsiyet eşitlikçi demokratik bir eğitim. Aynı zamanda karma eğitim. Bu eğitim öğretim yılı içinde bu eğitim ilkelerinin çok gerisine düşüldü. Eğitimin temel sorunlarının hiçbiri çözülememiş aksine daha da ağırlaşmışken, Bakan Mahmut Özer’in şahsında MEB’e ancak “sıfır” verebiliriz. MEB’in karne notu 0’dır.
Nur Kaplan - Gazete Duvar