Neden Değerler Eğitimi?

Farklı üslup ve tonlarda ifade edilse de çocukların, gençlerin yerleşik kültüre ve toplumsal değerlere uyumsuz davranışlarının memnuniyetsizlikle karşılandığı dönem dönem bazı çevrelerce dillendirilmektedir.

Farklı üslup ve tonlarda ifade edilse de çocukların, gençlerin yerleşik kültüre ve toplumsal değerlere uyumsuz davranışlarının memnuniyetsizlikle karşılandığı dönem dönem bazı çevrelerce  dillendirilmektedir.  Bu durum çocukların gençliğe adım atarken yaşadıkları fiziksel ve ruhsal gelişim/değişim ile de, çoğu insan için az çok yaşanmış olan kuşak çatışmaları ile  de açıklan(a)mayacak  şekilde  belirgindir.   Sorun olduğunu düşündüğümüz zaman diliminin,  eğitime daha fazla insan kaynağı ve ekonomik pay  ayrıldığı, öğrenci merkezli eğitimin esas alındığı, çocuklara veliler tarafından daha fazla ilgi ve özen gösterildiği, hatta biraz da kutsandığı bir dönemde  ortaya çıkması dikkate değerdir.

Günümüz eğitimi ulusal kapsamda değerlendirildiğinde,  öğrencilerin öğretim sonucu elde ettikler ölçülebilir akademik başarıları yükselirken; eğitimin temel amacı olan istendik davranışların iyileşmesinde yeterince başarı sağlanamadığı, hatta bazı alanlarda geriye gittiği gözlenmektedir.  Bu durum, Anne- babalar ve toplum tamamı tarafından da endişeyle izlenmektedir. Gençlerin akademik başarıları; olumsuz algılanan davranışlarının bir kısmının  görmezden gelinmesine ve müsamaha ile karşılanmasına neden olsa da, özgürlük tabanlı, her sorumluluktan bağımsız ve alabildiğine hoyratça ortaya koydukları hayat tarzı,  genellikle toplumsal bir tepki oluşturmaktadır. Günümüzde, genellikle haklarını bilen, onu da yeterli görmeyen, sorumluluklarını üstlen(e)meyen,  kültür birikiminin ve    iletişiminin büyük bir kısmı sosyal medyadan oluşan  ve toplumsal değerlerden bağımsız, bedensel güdülerinin tatminini öncülleyen, derse giren öğretmenine “Bu desten üniversite sınavlarında soru çıkıyor mu?” diye soran ve aldığı cevaba göre  derse ve öğretmene karşı tutum geliştiren, onlarca şehidin olduğu bir günde bile İstiklal Marşı okumayı angarya gören günümüz  gençliğinin azımsanmayacak  bir kısmını toplumsal değerlerle donatmak söylendiği, yazıldığı kadar kolay ol(a)mamaktadır. Evlerinde ortaokul, lise çağlarında cocuğu olan ebeveynler bu durumu daha iyi gözlemlemektedir.  Eğitim açısından geliştirilmesi gereken alanlar ve uygulanabilecek yöntemler  çeşitli araştırmalara konu olmakta, sorunla ilgili makaleler, kitaplar yayımlanmaktadır.

Günümüzde gençlerin  ve iletişim içinde oldukları çevre  çok farklı unsurlardan oluşmaktadır. Etkileştikleri bu odaklar de genellikle onların  akıllarına değil, duygularına hitap etmektedir. Bu nedenle  talimatlarla, korkutarak, yasaklayarak gençlere istendik davranışlar kazandırmayı başarmak kolay  görünmemekte, böyle bir yöntemle elde edilen sonuç da kalıcı o(a)mamaktadır.  Bunun durunun  tek  sorumlusu da  gençler değildir. Eğitim ve kalite ile ilgili çalışmalarda hedeflerin ölçülebilir olması önemlidir. Akademik başarının ölçülmesinin  az kriter içermesi  ve özellikle veliler tarafından sorgulanan, denetlene alan olması nedeniyle,   hedeflenen noktaya gelinip gelin(e)mediği    paydaşlarınca   daha kolay anlaşılabilmekte  ve sorunlu alanlar ile ilgili iyileştirme, geliştirme planlaması yapılabilmektedir.  Esasen velilerin okullara çocuklarının  durumlarını sormak için  geldikleri zaman diliminin özellikle dönem notlarının oluştuğu tarihler olması; öğretmene, öğrenci ile ilgili sorulan soruların ilk ikisinin notlarla ilgili olması; ebeveynlerin  de önceliğinin akademik başarı olduğunu göstermektedir.

 Bu nedenle  davranış, ahlak, erdem  gibi gelişimi  daha az sorgulanan, daha az denetlenen  ve daha az kaynak ayrılan,  objektif araçlarla ölçülemeyen  ya da sonuçların farklı algılanmaya müsait olduğu  alanların, yeterliliği konusunda da farklı değerlendirmelerin ortaya çıkması kaçınılmaz olmaktadır. Objektif olarak ölç(e)mediğimiz, iyileştirme ve geliştirme planlaması yapamadığımız alanlardan çok da iyi sonuçlar alınamamaktadır.  Dolayısıyla eğitimin sonucu olması gereken davranış değişikliğinin ikinci planda kalması sonuç olarak karşımıza çıkmaktadır.  Tam da bu zayıf noktada popüler kültür çocuklarımızı,  ailemizi ve nihayet toplumu esir almaktadır.

 Bütün alanlarda olduğu gibi ölçülen, iyileştirilmesi için yatırım yapılan, istenilen başarıyı gösterenlerin ödüllendirildiği ve özellikle sınavların arasına sıkıştırılmış gençliğin tek başarı ölçütü olarak akademik göstergelerin  kabul edilmesinin sonucu olarak, pragmatik ve materyalist bir anlayışın hakim olduğu-söylemler böyle olmasa da –bir toplumda gençlerin kendilerini tanıtırken aldıkları puanı, okudukları okulu, kazandıkları parayı,  mesleklerini  öne çıkarmaları kaçınılmaz olmaktadır.

Son zamanlarda davranışlara yansıyan uyumsuzluk daha belirgin olsa da, Cumhuriyet tarihi boyunca çocuklarımızın neye taraf olacakları konusundaki kafa karışıklığı uzun süre devam etmiştir. Milli değerlere ve dine karşı nasıl bir tavır takınacağı, gençleri, başka medeniyetlerin unsurlarından hangilerini benimsemesi, hangilerini ayıklaması gerektiği konusunda  devlet tarafından belirlenen geçerli bir ölçü oluşturul(a)mamış, kültür ve medeniyet diye bir ayrıma da gidilmemiştir. Türkiye’deki siyasi oluşumlar ve STK’lar bile milli kimliğe yüklenen bu farklılığın üzerine  inşa edilmiş ve bu çerçevede kişilerin görüşlerine bakarak hangi siyasi yelpazeye yakın olabileceği anlaşıla gelmiştir. Bazıları, çağdaşlığın bir ölçütü kabul ettikleri batı tipi hayat tarzını alabildiğine toplumun ve sosyal hayatın zemini yaparken, az da olsa bazıları da  toplumu dış etkilerden izole etmek için kapıları tamamen kapatan bir tutum benimsemiştir ki  bu iki yaklaşım da istenilen neticeyi ver(e)memiştir. Bu nedenle  günümüz çocuklarını, özgürlükler kisvesi altında dünyadaki kontrolsüz bilgi ve iletişimin içinde bırakmanın da, dünyadaki gelişmeleri takipten uzak tutmanın da   mümkün olmadığı, aksine   iletişime kapattığımızı zannettiğimiz alanla kontrolsüz olarak iletişim içinde olabilecekleri  göz önünde bulundurulmalıdır. 

Eğitim alanında görülen sorunlarla   ilgili çözüm arayan kurum ve kişiler, çeşitli başlıklar altında çareler bulmaya ve tedbirler almaya çalışmaktadırlar. Bu çalışmalar karakter eğitimi, ahlak eğitimi, değerler eğitimi vb. başlıklar şeklinde sıralanabilir. Milli Eğitim Bakanlığının değerlendirmesiyle okullardaki bu faaliyetler değerler eğitimi olarak şekillenmiştir.

Milli kültürümüzün;  toplumun temel değerlerinin ve duyarlılıklarının çocuklarımıza  planlı ve ölçülebilir bir program dahilinde kazandırılması zamanı gelmiş, hatta geçmektedir de . Çok farklı alanlarda, farklı kişilerle ve çoğu denetim dışında farklı yöntemlerle iletişim içinde olan çocuklarımızın toplumsal değeler çerçevesinde davranmaları ve iletişimlerini bu değerlerin üzerine inşa etmeleri zorunluluk arz etmektedir. Zira kendi değerleriyle yetişmeyen, yetiştiril(e)meyen ancak akademik olarak başarılı çocuklarımız, kendi vatanlarında; bu topraklara hiç de dost olmayanların yazdığı senaryoda ancak figüran olabilmekte,  nihayet topluma ve insanlığa pahalıya mal olmaktadır. Tarihimizin  bilinen örneklerinden biri milli değerlerden yeterince haberi olmayan, batıdaki gelişmeleri, medeniyeti takip edip vatanına yararlı olmak niyetiyle Avrupaya gönderilen, ancak papaz olarak ölen Tevfik Fikret’in oğlu Haluk’un durumudur. Bunun karşısına da  batının ilmini almayı,  kültürünü reddetmeyi ilke edinen milli değerlerle donatılmış Mehmet Akif’in sembolleştirdiği “Asım”ı çıkmaktadır.

Anlaşılan odur ki biz “Asım”ları çoğaltmak zorundayız. Kendi coğrafyasında, kendi ideallerini gerçekleştirirken başrolde olacak  çocuklarımıza, taraf olmaları gerektiğini öğretmeliyiz. “Neyin tarafı?” sorusunun cevabı : Devletten, Milletten, Bayraktan, Vatandan, Şehitlerden, İstiklal Marşından yana taraf olmaları gerektiğini; çevrelerine baktıklarında bu değerlere sahip çıkamayanların ne hallere düştüğünü bilmeleri ve buna göre davranmaları gerektiğini idrak edebilmelerini sağlamak durumundayız.   İslam ile ilgili kaynak olarak  Kur’an-ı Kerim’den, Müslüman olarak örnek alacaklar Hz. Muhammed (sav) den yana taraf olmak durumundadırlar. Aksi halde çocuklarımızın örgüt, grup, cemaat vb adlar altında organize olmuş illegal yapıların tuzağına düşmesini ve iradelerini onlara kiraya vermelerini önlememiz zor olacaktır.

Çocuklarımızın “bu toprağın çocukları” olarak yetiştirilebilmesi için bu işin orta yolu bulunmalıdır.  Teknolojik gelişmeleri kontrol edemeyeceğimize göre en azından denetlenmiş ve kendi değerlerimizle giydirilmiş milli kültür filitresinden geçirilmiş olarak sunmak  ve onlara istikamet göstermek gerekmektedir. Rüzgarın yönünü ve hızını kontrol edemeyiz, ancak yelkenlerimizi ayarlayarak zararımızı azaltmamız ya da istediğimiz sonuca ulaşabilmemiz mümkün olabilecektir.

“İnsanın kaderi karakteridir”, ya da “İnsanın karakteri kaderidir”.  Çocuklarımızın karakter eğitimi ya da değer eğitiminin, mesleklerinden, kazançlarından ve kariyerlerinden daha önemli olduğu, olması gerektiği algılanmalıdır. İnsanın değerinin;  kariyer, zenginlik vb. sonradan kazanılan niteliklerle değil, insan olarak yaratılmasının gereği olarak “iyi insan” dan beklenilen ve doğumundan ölümüne kadar sürdüreceği davranışlarla ölçülmesi gerekmektedir. Çocuklar, gençler bu konudaki kazanımlarını öncelikli olarak aileden başlamak üzere yakın çevrelerinden ve  bütün toplumdan  yaşayan bir model olarak alabilmelidir. Nihayet toplumun büyük bir bölümünde “iyi insan” dan ne kastedildiği konusunda büyük oranda  fikir birliği vardır. Yeni taşınılan bir apartmanda öncelikle “Komşular nasıl?” sorusuna cevap aranır. Beklenen cevapta önceliğimiz; zenginliği, kariyeri, güzelliği, mesleği değil, sosyal ilişkileri, ahlaki davranışları ve komşuluk haklarına saygısı vb. inançla ve karakterle oluşan değer yargılarının olumlu olmasıdır. Kısaca “Zengin komşu mu ahlaklı komşu mu?” sorusunun cevabı mantıklı her insan için “ahlaklı komşu” tercihi olarak karşımıza çıkmaktadır. Toplumumuzda genel yetişkin tutumu böyle olduğu halde, çocuklar için öncelenen, gelecekteki mesleği, kazancı, kariyeri olup, taşıması gereken değerler genellikle ikinci planda kalmakta ve sonuçta değer eğitimi için geç kalınmaktadır. Bunu, akademik başarı için ortaya konulan çabadan ve bu işe ayrılan ekonomik paydan anlamak mümkündür. Zira lise  öğrencisi için  değer ya da karakter eğitimine başlandığında  kalıcı sonuç elde  edilememekte,   Gazzali’nin dediği gibi suya yazılan yazı hükmünü taşımakta ve etkisi genellikle kısa sürmektedir. Çocuklara, değer davranışlarının özendirilmesi ve bu alana da kaynak aktarılması ve    değer kazanımlarının öğrencinin ulusal ölçekteki başarı sıralamasına katkı sağlayacak şekilde  ölçme  formatı geliştirilmesi  gerekmektedir.   Bakanlığımızın ve Talim Terbiye Kurulunun  bu konuda mutlaka bir ölçü belirlemesi beklenmelidir.

 Aksi halde eğitim ve değer alanındaki belirsizlikleri ve boşluğu kendilerine açılmış bir alan ve sunulmuş bir fırsat olarak gören farklı yapıların, gençlerimizi nasıl hain emelleri doğrultusunda kullandıklarını yakın geçmişte acı bir şekilde toplum olarak tecrübe etmiş bulunuyoruz.  Bu ve benzeri yapılanmalara fırsat vermemenin  yolu, eğitim ve değer kazanımlarının son derece açık  ve uygulanabilir bir şekilde ortaya konulmasından ve uygulanmasının sistematik olarak takip edilmesinden  geçmektedir.

Yapılan basit bir araştırmada, çocuklarımızın rol model gördükleri insanların yarısından daha fazlasının bizim toplumumuza tamamen yabancı; hatta bizi hakir görenlerden oluştuğunu üzülerek görmekteyiz. O halde çocuklarımızın tertemiz dimağları başkaları tarafından istila edilmeden,  sosyal medyadan ve popüler kültürden önce  neleri değer olarak almaları gerektiğinin, milli bir değerler eğitimi programıyla  bizim tarafımızdan belirlenmesi, öğretilmesi ve bu doğrultuda kalıcı davranış geliştirmelerinin  sağlanması gerekmektedir. Çocuklarımız henüz düşlerini kurmadan onlar için  milli yazılımla düş mühendisliği yapmamız  ya da yanlış düşler içinde olan geçlerimizin de üstünü çizmeden düşlerini milli temellere kadar yıkıp yeniden oluşturmamız gerekmektedir.  Aksi halde kalıbı  bizden gibi görünen, ancak başkalarının emellerine hizmet eden virüslü yazılımlarla gençliğimizin düşünce dünyasına format atılmasının önüne geçemreyiz. Zira insanın üstünü çizmekle insanı ortadan kaldıramıyor, muhtemel ortaya koyabileceği  zararları bütünüyle önleyemiyoruz. Bu nedenle öğretmeden önce eğitmeye, daha net ifadeyle talimden önce terbiye etmeye özen göstermeliyiz. Aksi halde büyük bir imparatorluğun mirasçısı ve asırlara yön verme iddiasında olan bir milletin geleceği hiç de umulduğu gibi gelişmeyebilir.

Şimdi ümidi yitirmeden, gençlerimizin hayallerini yeniden inşaa etme zamanıdır.

Vural ÇAKIR                                                                                                                                      vuralcakir52@gmail.com

memurpostasi.com

İlk yorum yazan siz olun
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.

EĞİTİM Haberleri