Milli Eğitim Şûrası'nda Tartışılanlar

Milli Eğitim Şûrası'nda Tartışılanlar

“Eğitimde 2023 vizyonu” kulağa hoş gelen bir söylemdir. Din dersinin anayasa hükmüyle zaten zorunlu olduğu ve 12 yıllık eğitim boyunca yeteri kadar okutulduğu bir ülkede, böyle bir vizyona, daha çok ve daha etkili bir din eğitimi ile mi ulaşılacaktır? Bu sorunun muhatabı elbette, 18. Şûra'nın farklı eksene kaymasının baş sorumlusu olan MEB yetkilileridir.



Milli eğitim şûraları, eğitim politikalarını belirleyenler için yol haritası işlevi gören önemli etkinliklerdir. Şûra olarak kabul edilebilecek ilk etkinliğin, 15-21 Temmuz 1921'de Ankara'da, “Maarif Kongresi” adı altında yapıldığı bilinmektedir. Sakarya Savaşı'nın en sıkıntılı bir döneminde yapılan kongre, Kurtuluş Savaşı önderi ve TBMM Başkanı Mustafa Kemal'in katılımı ile gerçekleşmiştir. Yaptığı açılış konuşmasında, savaş sonrası kurulacak yeni Türk devletinin izleyeceği milli eğitim politikası için önemli mesajlar veren Büyük Önder, kongreden, Türkiye'nin “milli maarifini” kurmasını istemiş ve öğretmenleri “gelecekteki kurtuluşumuzun saygıdeğer öncüleri” olarak nitelemiştir.

Bugün bilinen anlamda ilk şûra ise, birçok ilke imza atan ve Köy Enstitüleri projesiyle tanınan Milli Eğitim Bakanı Hasan Âli Yücel tarafından 17-29 Temmuz 1939'da yapılmıştır.

Yedi yıl, yedi ayı aşan görev süresine çok sayıda hizmeti sığdıran Yücel, dört yıl sonra, 15-21 Şubat 1943'te 2. Milli Eğitim Şûrası'nı toplamış, böylece 1939'da başlatılan şûra geleneği, her üç-dört yılda tekrarlanarak günümüze kadar sürmüştür. Yapılan şûraların bir bölümü, alınan isabetli kararlarla, Türk milli eğitiminin gelişmesi açısında belirleyici olmuştur.

3-7 Kasım 2010'da toplanan 18. Milli Eğitim Şûrası'nı öncekilerden ayıran en büyük fark, şûranın ilk kez Ankara dışında yapılmasıdır. Gerek bu durum, gerekse Türk eğitim sistemi alanında isim yapan ve hizmetleri olan birçok eğitimcinin davet edilmeyerek katılımcıların daha çok belli siyasi görüşteki gruplardan seçilmesi ve şûranın iktidar yanlısı bir sendikanın güdümüne girmesi, haklı olarak eleştiri konusu olmuştur.

“Eğitimde 2023 Vizyonu” ana başlığını taşıyan 18. Şûra gündemi beş ana başlıktan oluşmaktadır: “Öğretmen Yetiştirilmesi, İstihdamı ve Mesleki Gelişimi, İlköğretim ve Ortaöğretimin Güçlendirilmesi, Ortaöğretime Erişimin Sağlanması.” Eğitimde öğretmenin önemi ve eğitimin her geçen yıl daha da sınava odaklı yapıya dönüştürülmüş olması, bu iki maddenin isabetli seçildiğini göstermektedir.

Peki, şûra, bu gündem maddeleri üzerinde mi yoğunlaşmış yoksa bir önceki şûranın 'katsayı şûrası'na dönüştürülmesinde yaşandığı gibi, gündem açısından bir eksen kayması mı olmuştur?

Bazı katılımcıların gözlemleri ve basına yansıyan haberlerden öğrenildiği kadar, baş aktör konumunda olan bir sendikanın aktif ve ısrarlı çabalarıyla, 18. Şûra, “Milli Eğitim şûrasından” çok, “dini eğitim şûrası” görünümü vermiştir. Şûraya verilen aşağıdaki dört önerge ve bunlara ilişkin tartışmalar, bu tespiti haklı çıkarmaktadır:

1. Halen 4. sınıfta başlayan “din kültürü ve ahlak bilgisi dersinin ilköğretim ve ortaöğretimin tüm sınıflarında okutulması”

2. “Ortaöğretimde din kültürü ve ahlak bilgisi dersinin iki saate çıkartılması”

3. “Anayasanın 24. maddesi gereğince isteyen anne babaların çocuklarına seçmeli din eğitimi verilerek ahlaki ve manevi değerlerin korunması”

4. “Değerler eğitimi konusunda önemli işlev gören din kültürü ve ahlak bilgisi dersinin çoğulcu bir anlayışla tüm öğretim kurumlarında daha etkin olarak okutulması.”

Bu önergelerden ilk ikisi, “şimdilik” reddedilmiş, diğer ikisi ise kabul edilmiştir. Bu iki kararın dışında, kesintisiz sekiz yıllık eğitimin, 1+4+4+4 şeklinde dört kademeli yapıya dönüştürülmesi kararı alınmıştır. Bu karar, üzerinde uzmanların yeterince tartışmadığı ve pedagojik temeli olmayan bir yapılanma modeli olarak görülmektedir. Gazetelerin eğitim yazarlarıyla bazı eğitimciler bu kararın arka planında, imam hatip okullarının orta kısmının yeniden hayata geçirilmesi amacının olduğunu öne sürmüşlerdir.

Eğitimde asıl öncelikler

2010 yılı başı itibarıyla Milli Eğitim Bakanlığı bünyesinde 73.950 öğretmen sözleşmeli statüde çalıştırılmış, 55.786 kişi “ücretli öğretmen” olarak görevlendirilmiş ve eğitim-öğretim yılı, 133.317 öğretmen açığı ile kapatılmıştır. Buna karşılık, 310.121 öğretmen ise atama beklemektedir.

Şimdi öğretmen açığının 150 bini, atanamayan öğretmen sayısının 350 bini aştığı bilinmektedir. Bu durum, eğitimin kanayan bir yarasıdır.

Öte yandan, PISA, TIMSS gibi uluslararası araştırmalar, Türk eğitim sisteminin nitelik yönünden dibe vurduğunu göstermektedir. Şûra bu konulara çözüm aramak yerine, daha “çok ve daha etkili din eğitimi” için çıkış yolları aramış, bu yönde kararlar almıştır. Bu kararlar Milli Eğitim Bakanlığı'nca da benimsenir ve hayata geçirilirse, Cumhuriyetin 100. yılında, bilim ve akla dayanan laik eğitim büyük ölçüde raydan çıkmış olacak ve bunun yerini, dini dogmaların öne çıktığı bir eğitim alacak demektir. Şûra sorumlularına sormak gerekir: Böyle bir eğitim sisteminden geçen çocuklarımız, aklı ve bilimi rehber alan ve çağdaş değerlerle yetişen AB ülkeleri gençliği ile yarışabilir mi?

Temel bir din kültürü dersi elbette bir ihtiyaçtır. Bugün ortaöğretimi bitiren bir öğrenci, toplam 760 saat fen bilgisi, 418 saat müzik, 418 saat resim, 152 saat fizik, 152 saat kimya ve 76 saat felsefeye karşılık 532 saat din kültürü dersi okuduğuna göre, bu ihtiyaç zaten fazlasıyla karşılanmaktadır. Buna göre Türk eğitim sisteminin en büyük eksikliği, din eğitimi alanı olabilir mi?

4. sınıftan 12. sınıfa kadar okutulan “din kültürü ve ahlak bilgisi” dersi temel bir din kültürü kazandırdığına göre, tüm yaş gruplarına yönelik daha fazla, daha etkili din öğretimi talebi hangi gerekçeye dayanmaktadır?

“Eğitimde 2023 vizyonu” kulağa hoş gelen bir söylemdir. Din dersinin anayasa hükmüyle zaten zorunlu olduğu ve 12 yıllık eğitim boyunca yeteri kadar okutulduğu bir ülkede, böyle bir vizyona, daha çok ve daha etkili bir din eğitimi ile mi ulaşılacaktır? Bu sorunun muhatabı elbette, 18. Şûra'nın farklı eksene kaymasının baş sorumlusu olan MEB yetkilileridir.

Rakamlar MEB İç Denetim Faaliyet Raporu 2009, MEB Strateji Geliştirme Başkanlığı 29.1.2010 verileri ve Bakan Çubukçu'nun 26.1.2010 tarihli bir soru önergesi üzerine TBMM'de açıkladığı verilerden alınmıştır.

Prof. Dr. İsa Eşme
CUMHURİYET

İlk yorum yazan siz olun
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.

EĞİTİM Haberleri