Aralarında Türkiye Kamu-Sen'in de bulunduğu Türkiye - AB Karma İstişare Komitesi üyesi sivil toplum kuruluşlarının yöneticileri Başbakan Binali Yıldırım'a bir ziyaret gerçekleştirdi.
Türkiye Kamu-Sen Genel Başkanı İsmail Koncuk ziyarette kamu çalışanlarının sorunlarını sözlü olarak Başbakan Binali Yıldırım'a ifade etti. Genel Başkan Koncuk, yeni hükümetin daha etkin ve verimli bir kamu hizmeti sağlayabilmesi için kamu görevlerinin ivedilikle çözülmesi gereken sorunları bulunduğunun altını çizdi.
Genel Başkan İsmail Koncuk Başbakan Binali Yıldırım'a yapılan ziyarette yaptığı konuşmada;
"Kamu görevlilerinin iş güvencelerini kaldırmaya yönelik girişimlerden vazgeçilmeli, kamu personel rejimi güvenceli istihdam temelinde şekillendirilmelidir; 4/C’li geçici ve değişik adlar altındaki sözleşmeli personel ile lisans mezunu kamu işçileri kadroya geçirilmelidir; Taşeron işçilerinin kadroya geçirilmesine ilişkin olarak hazırlanan tasarı güvenceli istihdama dayalı bir şekilde bir an önce yasalaşmalı, tüm geçici, vekil ve sözleşmeli personel de bu kapsamda kadroya geçirilmelidir; Sözleşmeli öğretmen uygulamasından vaz geçilmeli, ağustos ayında öğretmen ataması yapılmalı, ataması yapılmayan öğretmen sorunu sona ermelidir; Genç istihdamına önem verilmeli genç işsizlik azaltılmalıdır; Kamu görevlileri emeklilerinin 30 yılın üzerindeki hizmetleri için de ikramiye ödenmesine ilişkin tasarıda ödenecek emekli ikramiyesinde güncelleme yapılacağına dair hüküm eklenmelidir; Emeklilerin sorunları çözüme kavuşturulmalı, maaşları yükseltilmelidir; Kamu görevlileri lehine çıkmış mahkeme kararları uygulanmalıdır; Kamu görevlileri arasında ayrımcılık yapılmamalıdır; Kamu görevlileri üzerindeki vergi yükü hafifletilmelidir; Sözlü sınav ile memur alımına ve stajyerliklerin sınava bağlı olarak kaldırılmasına son verilmelidir; Görevde yükselme ve unvan değişikliği adalet ve hakkaniyet ilkelerine göre düzenli aralıklarla ve yazılı sınava dayalı olarak gerçekleştirilmeli, mülakat kaldırılmalıdır" dedi.
Türkiye - AB Karma İstişare Komitesi üyesi stk'ların Başbakan Binali Yıldırım'a gerçekleştirdikleri ziyarette Genel Başkanımız İsmail Koncuk başta olmak üzere, TOBB Başkanı Rıfat Hisarcıklıoğlu, TESK Başkanı Bendevi Palandöken, TÜRK-İŞ Başkanı Ergün Atalay, HAK-İŞ Başkanı Mahmut Arslan, TZOB Başkanı Şemsi Bayraktar, TİSK Başkanı Yağız Eyüboğlu, Memur-Sen Başkanı Ali Yalçın da hazır bulundu. Toplantıda Başbakan Yardımcısı Mehmet Şimşek'te hazır bulundu.
Genel Başkanımız İsmail Koncuk, bu konuların yer aldığı raporu Başbakan Binali Yıldırım'a sundu.
KAMU GÖREVLİLERİNİN İŞ GÜVENCELERİNİ KALDIRMAYA YÖNELİK GİRİŞİMLERDEN VAZGEÇİLMELİ, KAMU PERSONEL REJİMİ GÜVENCELİ İSTİHDAM TEMELİNDE ŞEKİLLENDİRİLMELİDİR
İktidar kaynaklı birçok haberde, devlet memurlarının sınırsız bir iş garantisine sahip olduğu, ömür boyu iş garantileri olduğu şeklinde, hiç de doğru olmayan, açıklamalara şahit olmaktayız. Kamuoyuna yansıyan açıklamalardan siyasi iktidarın, kamu kesiminde memurluk güvencesini yok etmeye, tek tip istihdam modeli diyerek memurları çalışan adıyla özel sektör işçileriyle aynı potada eritmeye ve iş güvencesini kaldırmaya çalıştığı görülmektedir.
Memurluk güvencesinin kaldırılması, işçi ve memurların çalışan olarak aynı statüde değerlendirilmesi, kamudaki bütün çalışanların siyasi iktidarın iradesi yönünde hareket etmesi ve istenildiğinde işten çıkarılabilmesi fiilen devlet mekanizmasının değişmesini de zorunlu kılacaktır.
Memurların iş güvencelerinin kaldırılması, yalnızca iş hukuku açısından değil kamu idare hukuku açısından da iyi irdelenmelidir. Memurun iş güvencesinin kaldırılmasının, kamu hizmetlerinin liberal, kapitalist sistemin yarattığı piyasanın normal işleyiş unsurlarına adapte edilerek, tüm kamu hizmetlerinin kârlılık esasına yürütülmesine neden olmasının yanında bildiğimiz anlamdaki egemen devlet kavramının tartışmaya açılması gibi idari sorunlar doğuracağı da açıktır. Bu bakımdan terör bölgelerinde yaşanan sorunlar da göz önünde bulundurulduğunda, memurların iş güvencesinin kaldırılması ya da gevşetilmesi gibi düşüncelerden vazgeçilerek kamu istihdamının güvence temelinde yeniden şekillendirilmesi, devletimizin geleceği açısından en doğru karar olacaktır.
4/C’Lİ GEÇİCİ VE DEĞİŞİK ADLAR ALTINDAKİ SÖZLEŞMELİ PERSOEL İLE LİSANS MEZUNU KAMU İŞÇİLERİ KADROYA GEÇİRİLMELİDİR
Toplu sözleşme görüşmelerinde üzerinde çalışma yapılması konusunda karar alınan 4/C’li ve sözleşmeli personel ile üniversite mezunu kamu işçilerinin kadroya geçirilmesine ilişkin olarak herhangi bir somut girişimin ve çalışmanın olmadığı görülmektedir. Bir toplu sözleşme kararı olan 4/C’li ve üniversite mezunu işçilerin memur kadrolarına alınması kararı bir an önce hayata geçirilmelidir.
Bununla birlikte toplu sözleşme metinlerinde muğlak ifadelerle yer alan ve üzerinde çalışma yapılmasına karar verilen bütün konular, bir an önce hayata geçirilmelidir.
TAŞERON İŞÇİLERİNİN KADROYA GEÇİRİLMESİNE İLİŞKİN OLARAK HAZIRLANAN TASARI GÜVENCELİ İSTİHDAMA DAYALI BİR ŞEKİLDE BİR AN ÖNCE YASALAŞMALI, TÜM GEÇİCİ, VEKİL VE SÖZLEŞMELİ PERSONEL DE BU KAPSAMDA KADROYA GEÇİRİLMELİDİR
22 Mart 2016 tarihinde dönemin Başbakanı Ahmet Davutoğlu, kamu kurum ve kuruluşlarında alt işveren tarafından istihdam edilen taşeron çalışanlarının kadroya geçirilmesine ilişkin kanun tasarısı çalışmalarının tamamlandığını ifade etmiş, “Taşeron sorunu çözüldü” demiştir. Ancak aradan geçen 3 aya rağmen bu konuda hiçbir gelişme kaydedilmiş değildir. Bu noktada, yeni mağduriyetler yaratılmadan kamudaki tüm taşeron işçilerinin ayrım yapılmaksızın güvenceli bir şekilde kadroya geçirilmesi hakkaniyete daha uygun olacaktır.
Bununla birlikte kamuda 657 sayılı Kanunun 4-A, 4-B, 4-C maddeleri ile kadrolu, sözleşmeli, geçici ve vekil gibi adlar altında personel çalıştırılmakta; 5258 sayılı Kanun, 4924 sayılı Kanun, 5393 sayılı Kanun, 399 sayılı Kanun Hükmünde Kararname, İdari Hizmet Sözleşmesi kapsamı gibi çok çeşitli statüde personel istihdam edilmektedir. Aynı kurum içinde aynı işi yapan ancak tabi oldukları yasal mevzuatın farklı olması nedeniyle; maaşları, emeklilik hakları, iş güvenceleri, sosyal ve özlük hakları farklı olan kamu görevlileri bulunmaktadır.
Türkiye Kamu-Sen’in uzun yıllar boyunca sözleşmeli personellerimiz adına sürdürdüğü mücadelenin temelinde; sözleşmeli personel çalıştırılması uygulamasının uluslar arası sözleşmelerde tanımlanarak, ülkelere tavsiye edilen düzgün iş, “decent work” kavramına uygun olmadığı, kamu istihdamına güvencesizliği yerleştirdiği, çok başlı bir uygulamanın önünü açtığı ve karmaşık bir istihdam yapısı doğurduğu gerekçeleri yatmaktadır. Dolayısıyla hazırlandığı iddia edilen kanun taslağının, taşeron işçileri kadroya almak dışında, kamudaki çok başlı ve karmaşık istihdam yapısını değiştirmeyeceği açıktır. Kaldı ki, 4/C’li personel ile yüksekokul mezunu kamu işçilerinin kadroya geçirilmesi konusunda çalışma yapılmasına dair Kamu İşveren tarafı ile kamu görevlileri sendikaları arasında kabul edilmiş bir mutabakat olduğu halde, şu ana kadar herhangi bir işlem yapılmadığı da görülmektedir.
Kamu istihdamında yeknesaklığın ve adaletin sağlanabilmesinin yolu, kamudaki çok başlı yapıyı sonlandırmaktan ve tüm çalışanların iş güvencesi, sosyal haklar, toplu sözleşmeli ve grevli sendikal hak ve izin haklarını da içeren, insanca yaşayabileceği bir ücret aldığı, asli ve süreklilik arz eden kadrolu statüye kavuşturulmasından geçmektedir.
Bu doğrultuda, taşeron işçilerinin kadroya geçirilmesine ilişkin hazırlanacak tasarıya, kamu personel rejimindeki aksaklıkların başlıca nedeni olan farklı hukuki statü çerçevesinde istihdam edilen kamu dışı aile sağlığı çalışanları, vekil, İdari Hizmet Sözleşmeli, 4/C’li, 4/B’li, 5393 sayılı Kanuna ve diğer mevzuat hükümlerine tabi güvencesiz personelin de dâhil edilerek söz konusu personelin de kadroya geçirilmesi sağlanmalıdır.
SÖZLEŞMELİ ÖĞRETMEN UYGULAMASINDAN VAZ GEÇİLMELİ, AĞUSTOS AYINDA ÖĞRETMEN ATAMASI YAPILMALI, ATAMASI YAPILMAYAN ÖĞRETMEN SORUNU SONA ERMELİDİR
Bilindiği gibi sözleşmeli öğretmen uygulaması mevcut iktidar tarafından hayata geçirilmiş, yine iktidar tarafından 2011 yılında bu uygulamaya son verilmiştir. Şimdi ise yeni Milli Eğitim Bakanı ilk iş olarak Ağustos ayında öğretmen ataması yapılmayacağını ve sözleşmeli öğretmen uygulamasına geri dönüleceğini ifade etmektedir.
2002 yılında 72 bin olan ataması yapılmayan öğretmen sayısı bugün 350 bine ulaşmıştır. AB ülkeleri ile kıyaslandığında ülkemizde öğretmen açığının açıklanan rakamların 3-4 kat üzerinde 200 bin dolayında olduğu görülmektedir. Bizzat Bakanlık yetkilileri tarafından ülkemizde 60 bin öğretmen açığı olduğu ifade edilirken 75 bin de ücretli öğretmen olduğu gerçeği göz ardı edilmektedir. İfade edilen öğretmen açığı rakamı, mevcut şartlarda gerçeklerle örtüşmemekte, bir sınıfta 60-70 öğrencinin eğitim gördüğü adeta unutulmaktadır. Okullarımızı eğitim görülebilir bir noktaya taşımak, çocuklarımızın gelişmiş ülkelerdeki gibi 10-15 kişilik sınıflarda eğitim görmelerini sağlamak için yüzbinlerce yeni öğretmene ihtiyaç bulunmaktadır.
Ücretli ve sözleşmeli öğretmenlik sistemi ise yer değiştirme hakkının kısıtlandığı, çağdışı bir yöntem olarak öğretmenlerimizin prangalandığı bir sistemi yeniden hortlatacaktır. Bu bakımdan iktidarın daha önce sorunlara yol açması nedeniyle vazgeçtiği sözleşmeli öğretmenlik uygulamasına yeniden başlanmamalı, ücretli öğretmenler kadroya geçirilmeli ve Ağustos ayından itibaren öğretmen atamalarına hız verilmeli ve ülkemizdeki öğretmen açığı kapatılarak ataması yapılmayan öğretmen sorunu ülke gündeminden çıkarılmalıdır.
GENÇ İSTİHDAMINA ÖNEM VERİLMELİ GENÇ İŞSİZLİK AZALTILMALIDIR
Ülkemizde genç işsizlik oranı her geçen yıl artmaktadır. İki milyona yakın üniversite mezunu, bir milyonun üzerinde meslek yüksekokulu mezunu, yaklaşık 3 milyon lise mezunu işsizimiz bulunmaktadır. 400 bin iktisadi idari bilimler fakültesi mezunu, 400 bin sağlıkçı gencimiz ataması yapılmadığı için iş beklemektedir. Genç işsizliğin azaltılması için bütçe imkânları zorlanarak, insana yatırım hedefine uygun adımlar atılmalıdır.
KAMU GÖREVLİLERİ EMEKLİLERİNİN 30 YILIN ÜZERİNDEKİ HİZMETLERİ İÇİN DE İKRAMİYE ÖDENMESİNE İLİŞKİN TASARIDA ÖDENECEK EMEKLİ İKRAMİYESİNDE GÜNCELLEME YAPILACAĞINA DAİR HÜKÜM EKLENMELİDİR
30 yıldan fazla hizmet süresi olan kamu çalışanlarının 30 yıl sonrasında çalıştıkları sürelere ilişkin ikramiyelerini alabilmeleri amacıyla hazırlanan tasarıya göre, kamu görevlisi emeklilerine 30 yılın üzerinde çalıştıkları süreler için ödenecek ikramiye miktarı, emekli olunan tarihteki belirlenmiş katsayılar üzerinden hesaplanacak ve gecikme faizi de ödenmeyecektir.
Buna göre kamu görevlileri ne kadar önce emekli oldular ise 30 yıldan fazla süreler için o kadar az ikramiye alacaklardır. Öyle ki, yıllar geriye gittikçe emeklilerin alacağı ikramiye miktarı da kuruşlu rakamlara inecektir.
Üniversite mezunu 2200 ek göstergesi olan ve 1. Derecenin 4. Kademesindeki bir kamu görevlisi bugün emekli olduğunda çalıştığı her bir yıl için 2461,7 TL ikramiyeye hak kazanmaktadır. Ancak, tasarıya göre aynı durumdaki bu kamu görevlisinin 2002 yılında emekli olduğu varsayıldığında, 30 yılın üzerindeki her yıl için kendisine yalnızca 522,5 TL ödeme yapılacaktır. 2005 yılında emekli olan ve aynı şartları taşıyan bir kamu görevlisine ise 30 yılın üzerinde çalıştığı her yıl için 914,1 TL emekli ikramiyesi ödenecektir.
Yapılan hesaplamalara göre, 1 Ocak 1991 tarihinde emekli olan bir kişi kuruma başvurduğunda, 30 yılın üzerindeki her yıl için yalnızca 93 kuruş, 1 Ocak 1988 tarihinde emekli olan bir kişi ise 20 kuruş alacaktır.
30 yıldan fazla hizmet süresi olan kamu çalışanlarının 30 yıl sonrasında çalıştıkları süre kadar alacakları emekli ikramiyesinde yaşanan gelişmeler birçok emekliyi memnun etse de ortaya çıkan detaylar bu konuda beklenti içinde olan insanlarımızı bir kez daha umutsuzluğa sürüklemiştir. 30 yıldan fazla çalışan emeklilerimize ödenmesi planlanan emekli ikramiyelerinin güncellenmeden ödenecek olması birçok emeklinin yıllarının karşılığını neredeyse kuruş olarak geri almasına neden olacaktır. Yıllardır bu konuda yaşanan mağduriyetin giderilmesi noktasında en sonunda bir adım atılması bizleri de memnun etmişken geçmişe dönük ödemelerin güncelleme yapılmadan verileceğine dair bir hüküm konulması adalet ve hakkaniyet ilkesi ile bağdaşmayan bir durumu ortaya çıkarmaktadır.
Bu nedenle geçmiş yıllarda emekli olanların alacakları rakamların bugüne göre güncellenmesi ve 30 yıldan fazla çalıştıkları sürelerin karşılığının günün koşullarına göre ödenmesi için tasarıya bir hüküm eklenmelidir.
EMEKLİLERİN SORUNLARI ÇÖZÜME KAVUŞTURULMALI, MAAŞLARI YÜKSELTİLMELİDİR
Bilindiği üzere 657 sayılı Devlet Memurları Kanununa göre istihdam edilen kamu görevlilerinin gelir kalemleri arasında bulunan ek ödeme, ek ders, döner sermaye gibi sair ödemeler, emekli keseneğine esas kazanç kapsamı dışında bırakılmakta; söz konusu ödemeler, emekli maaşı hesaplanırken dikkate alınmamaktadır. Bu durum, kamu görevlilerinin çalışırken aldıkları maaşla emekliliklerinde alacakları maaş arasındaki makası büyük ölçüde açmaktadır. Bu nedenle birçok kamu görevlisi emekli olmaktan kaçınmakta, emekli olanlar ise düşük standartlarda, yoksulluk sınırında bir yaşama mahkûm edilmektedir.
Vatandaşlarımızın sağlık ve sosyal güvenlik haklarını tek çatı altında toplayan 5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanununun hedefi, “Tüm çalışanlar arasında norm ve standart birliği sağlamak” olarak belirlenirken; norm ve standart birliği sağlamak adına, başta emekli aylığı bağlama oranlarının düşürülmesi olmak üzere birçok alanda kamu görevlilerinin hakları kısıtlanmış ancak emekli maaşına esas kazanç ve emekli ikramiyesi hesaplamasında temel alınan prime esas kazanç açısından kamu görevlileri adına ortaya çıkan adaletsizlik giderilmemiştir.
Emeklilik hakkında ortaya çıkan bu çelişki; aynı brüt ücreti alan bir işçi ile bir memur kıyaslandığında, emekli maaşında %15-%50; emekli ikramiyesinde ise %65-%100 arasında memurlar aleyhine bir durum yaratmıştır. İlgili Kanunla, statüleri, görev ve unvanları aynı olan iki memur arasında da göreve başlama tarihine bağlı olarak benzer bir ikili yapı oluşturulmuştur.
Ortaya çıkan bu adaletsizliğin giderilmesi, gerek Anayasanın 2. maddesinde vurgulanan “Sosyal Devlet” gerekse 10. maddesinde belirtilen “Kanun Önünde Eşitlik” ilkelerinin hayata geçirilmesi açısından da bir zorunluluk olarak karşımıza çıkmaktadır.
Bu nedenle kamu görevlilerinin çalışırken elde ettiği ücret ile emekli olduğu zaman alacağı maaş arasındaki uçurumu kapatmak, özellikle emekli kamu görevlilerini yoksulluk sınırında yaşamaktan kurtarmak amacıyla, memur maaşını oluşturan bütün kalemler ile ek ödeme, döner sermaye ve ek ders gibi tüm ödemelerin emekli keseneğine dâhil edilerek, yaşanan mağduriyetler giderilmelidir. Bunun yanında emekli kamu görevlilerinin maaş seviyeleri yükseltilmelidir.
KAMU GÖREVLİLERİ LEHİNE ÇIKMIŞ MAHKEME KARARLARI UYGULANMALIDIR
Bir ülkede huzur ve barışın sağlanması ancak adaletin tesis edilmesi ile mümkündür. Ülkede adalet dağıtan yargı mekanizmasına müdahale etmekten kaçınılmalı, yargı kararları aleyhimize dahi olsa uygulanmalıdır.
Ne yazık ki, bugün kamu kurum ve kuruluşlarında yaşanan türlü adaletsizlikler nedeniyle mahkeme kapılarında dolaşmakta, haklarındaki olumlu mahkeme kararları ise idare tarafından keyfi bir tutumla uygulanmamaktadır. Özellikle Milli Eğitim Bakanlığı başta olmak üzere tüm kamu kurum ve kuruluşlarında kamu görevlilerinin mahkeme kararlarının uygulanmaması nedeniyle yaşadığı mağduriyet hat safhaya çıkmış durumdadır.
Ülkede sükûnetin sağlanması ve adaletin tesis edilmesi, hukukun üstünlüğü ilkesinin sözde kalmaması için kamu görevlilerimiz hakkında alınan olumlu mahkeme kararları derhal uygulanmalıdır.
KAMU GÖREVLİLERİ ARASINDA AYRIMCILIK YAPILMAMALIDIR
Mevcut iktidar döneminde kamuda 1 milyona yakın atama yapılmıştır ancak özellikle üst düzey görevlendirmeler, vekâletle yürütülmeye çalışılmaktadır. Vekâletle yürütülen üst düzey görev sayısı binleri bulmuştur. Zaman zaman yüksek maaş için aynı göreve hem asaleten hem de vekâleten görevlendirmeler yapılabilmektedir.
Çalışanları ilgilendiren kanun ve düzenlemelerde sendikaların ve ilgili meslek odalarının görüşleri alınmaktan kaçınılmakta, yapılan toplantılar bir formaliteden ibaret kalmaktadır. Kamudaki atama ve terfilerde liyakat ve beceriden çok siyasi görüşü önceleyen bir sistem oluşmaya başlamıştır.
Kariyer ve liyakat ilkelerine uymayan atamalar dolayısı ile kamu hizmetlerinin aksadığı belirtilmektedir. Atama, nakil, terfi ve tayinlerde iktidar partisinin il yöneticilerinin onayına başvurulmakta, kamudaki en basit işlemler dahi siyasi müdahalelere açık hale getirilmektedir.
Memurlara yapılan sendikal baskılar hat safhaya ulaşmış durumdadır. Memurlar, ikna odalarına alınarak yandaş sendikaya üye olmaya zorlanmaktadır. 4688 sayılı Kamu Görevlileri Sendikaları Kanunu ve Türk Ceza Kanunu hükümleri çiğnenerek, Türkiye Kamu-Sen’e bağlı yüzlerce şube başkanı, işyeri temsilcisi ve şube yönetim kurulu üyesi sürgüne gönderilmiştir.
Konu ILO’ya şikâyet edilmesine rağmen sendika başkanlarımız ve genel merkez yönetim kurulu üyelerimiz hakkında soruşturma açılmış, bazıları görevden alınmış ve mahkeme kararıyla görevlerine iade edilmişlerdir.
Bu bağlamda iktidara yakın olduğunu iddia eden sendikanın üye sayısı 2002 yılında 40 bin iken bugün 960 bin seviyelerine ulaşmış bulunmaktadır. Böyle bir sendikalaşma oranı dünyanın hiçbir ülkesinde görülmemiştir.
Türkiye Kamu-Sen, toplu görüşmelerde konuyu 49 ayrı başlık altında, klasörler halinde dönemin toplu görüşmelerden sorumlu devlet bakanına iletmesine rağmen hükümet konu hakkında hiçbir girişimde bulunmamıştır. Konu ile ilgili olarak muhalefet partilerinin TBMM’de sunduğu soru önergelerine cevap dahi verilmemektedir.
Bu nedenle kamuda yaşanan bu ayrımcılığa bir son verilmeli, bütün memurlara ve sivil toplum kuruluşlarına eşit yaklaşım sergilenmelidir.
KAMU GÖREVLİLERİ ÜZERİNDEKİ VERGİ YÜKÜ HAFİFLETİLMELİDİR
Çalışanlarımız üzerindeki vergi yükü sürekli artmaktadır. Gelir vergisi oranlarını belirleyen kazanç dilimlerinin yıllar içinde neredeyse hiç artmaması nedeniyle çalışanlar, daha yılın ilk aylarında bir üst kazanç dilimine geçmekte ve ödedikleri gelir vergisi oranı %15’ten %20’ye çıkmaktadır.
Öyle ki, %15 oranında gelir vergisi kesilen brüt kazanç dilimi üst sınırı 2009 yılında 8,7 bin lira iken 2015 yılında bu rakam 12 bin lira, 2016’da ise 12 bin 600 lira olmuştur. Hükümetin çalışanlar üzerindeki vergi yükünü iyice artırmak için ilk dilim gelir vergisi üst sınırını düşük tutması, bütün ücretlilerin yılın ilk aylarında bir üst vergi dilimine geçmesine ve 5 puan daha fazla vergi ödemesine neden olmaktadır.
2015 yılında enflasyon artışı %8,81 olmasına rağmen gelir vergisi alt dilimindeki artış yalnızca %5 olarak belirlenmiştir. Bu politikalar sonucunda asgari ücretli çalışanlar da 2016 yılı içinde bir üst kazanç dilimine geçeceklerinden, Ekim ayında ödeyecekleri gelir vergisi %15’ten %20’ye çıkacak ve maaşları azalacak.
Doktor, öğretmen, hemşire, KİT çalışanı, sözleşmeli personel gibi birçok kamu görevlisinin ödeyeceği gelir vergisi oranı önümüzdeki aydan itibaren %20’ye yükselecektir. Böylece Hükümet, memurlara ikinci yarıyıl zammı olan %5 artışı daha vermeden, vergiler yoluyla %5 kesinti yapıp, verdiğini fazlasıyla geri almış olacaktır. Diğer kamu görevlileri ise önümüzdeki birkaç ay içinde aynı makûs kaderi paylaşacak; Eylül ayına gelindiğinde bütün memurların ödeyeceği gelir vergisi oranı %20’ye çıkmış olacak ve enflasyon yükselmeye devam ederken maaşları artmak yerine azalacaktır.
Bu durum gelir dağılımında adaletin de sağlanamamasına neden olmakta; toplam gelir vergisi tahsilâtının %53’ü GSMH’nın %6’sını alan çalışanlardan sağlanırken GSMH’nın % 95’ini alan zengin kesimden yapılan vergi tahsilâtı, toplam tahsilâtın yalnızca %47’sinde kalmaktadır.
Bu nedenle kamu görevlileri üzerindeki vergi yükü hafifletilmeli, ücretli çalışanlar için ayrı bir vergi dilimi tarifesi uygulamasına geçilmelidir.
SÖZLÜ SINAV İLE MEMUR ALIMINA VE STAJYERLİKLERİN SINAVA BAĞLI OLARAK KALDIRILMASINA SON VERİLMELİDİR
Son günlerde birçok kamu kurum ve kuruluşunun yeni memur alımlarında ya KPSS sınavından yeterli puan alma şartı istemediği ya da KPSS puanını düşük tutarak sözlü sınavla personel aldığı görülmektedir. Sözlü sınavın ne derece objektif uygulanacağı tereddütler oluşturduğu gibi kamu personeli seçme sınavının da önemini ortadan kaldırmaktadır. Bu bakımdan kamuya alınacak personelin seçiminde sözlü sınav istisna hale getirilmeli, KPSS kamuya girişlerde temel kriter olarak kullanılmalıdır.
Öğretmenlerin stajyerliklerinin kaldırılması yeniden düzenlenmeli, yazılı ve sözlü sınav kaldırılmalı, sadece performans değerlendirmesi esas alınmalı ayrıca 1. yıl başarısız olanlara 2. yıl bir hak daha verilmelidir.
GÖREVDE YÜKSELME VE UNVAN DEĞİŞİKLİĞİ ADALET VE HAKKANİYET İLKELERİNE GÖRE DÜZENLİ ARALIKLARLA VE YAZILI SINAVA DAYALI OLARAK GERÇEKLEŞTİRİLMELİ, MÜLAKAT KALDIRILMALIDIR
Görevde yükselme sınavlarının ihtiyaç bulunan kurumlarda en geç 2 yıl içinde açılması zorunlu hale getirilmeli, sınavların merkezi olarak yapılması sağlanmalı, bu çerçevede vekâleten görevlendirme yapılmamalıdır.
Görevde Yükselme ve Unvan Değişikliği Esaslarına Dair Genel Yönetmelik’te yapılan ve 31 Ağustos 2013 tarihli Resmi Gazetede yayımlanarak yürürlüğe giren değişikliklerin, liyakat ilkesini zedeleyen maddeleri iptal edilmeli, bu çerçevede özellikle görevde yükselme sınavlarından muaf tutulacak görevleri genişleten, görevde yükselme sınavına katılabilmek için belirli bir süre çalışmış olma şartını kaldıran, müdür kadrolarına atanmada yazılı sınavı kaldırarak sözlü sınavdan 70 almış olma şartı getiren hükümler değiştirilmelidir.
Emeklilik yaşı dikkate alındığında, kurumlarca memurların görevde yükselmelerinde ve unvan değişikliklerinde yaş sınırının konması anlamsız olmakla, beraberinde Anayasaya da aykırılık teşkil etmektedir. Bu nedenle görevde yükselme ya da unvan değişikliklerinde kurumlarca konan yaş sınırı kaldırılmalıdır.
Belirlenecek kriterlere göre kurumların ihtiyaç duyduğu ve sınıf değişikliği gerektiren, eğitim sonucu elde edilen unvan ve meslekle (mühendis, avukat, tekniker, teknisyen, hemşire gibi) ilgili kadrolara öncelikle kurum içinden atama yapılması sağlanmalıdır.
Vekâlet görevlendirmelerine son verilmeli, görevlerin asaleten yürütülmesi esas olmalıdır.