Ülkemize geldikleri günden beri, çeşitli kesimlerce haklarında olumsuz algılar üretilmek istenen Suriyeli muhacirlerle ilgili olarak son bir kaç haftadır özellikle sanat ve siyaset camiası üzerinden sosyal medya aracılığıyla, Suriyelilerin birer suç makinesi olarak lanse edildikleri karalama kampanyası yoğunlaştı. Son olarak Ankara’da bir tecavüz söylentisi üzerine yüzlerce kişi sokağa çıkmış, hedef aldıkları mültecilere saldırmışlardı. Oysa oluşturulmaya çalışılan algının aksine 2014-2017 arasında Suriyelilerin karıştığı adli olayların Türkiye’de yaşanan adli olaylara oranı ise %1.32idi.
Yaşanılan her adli olayı mülteciler ile bağlantılamanın zamanla nefret suçu kapsamında değerlendirilebilecek boyutlara ulaşabileceğini ve bir arada yaşama kültüründe kalıcı yaralar açacağını görmek gerekir. Bu bağlamda yaşananların medya tarafından haberlere konu edilişlerinde etnik, siyasi, dini kimliklerin ön plana çıkarılmasını ve bu kimliklere kriminal anlamlar devşirilmesini gayrı ahlaki ve gayrı insani buluyoruz. Toplum içinde yaşanan olayların abartılarak ve manipüle edilerek dillendirilmesi toplumsal infial potansiyelini arttıracaktır.
Bu haberlerle oluşturulmaya çalışılan toplumsal gerilim eşliğinde dün gece 9 aylık hamile olan Emani Al-Rahmun Sakarya'nın Kaynarca İlçesi’nde başına taşla vurularak 10 aylık küçük oğlu ise boğularak katledildi, katil zanlıları maktulün kocası ile yaşadıkları husumetten dolayı bu suçu işlediklerini itiraf ettiler.
Türkiye’de üç milyonu aşkın Suriyeli misafir ağırlamaktayız. Bu sayının yaklaşık 1.3 milyonu Suriyeli kadın mültecilerden oluşmaktadır. Bu kardeşlerimiz, ülkemizde uluslararası desteğin dışında kendi imkanlarımız ile ağırlanmaktadır.
Bu büyüklükteki bir göç dalgasının toplumsal polarizasyonu keskinleştirmemesi ve yapılan yardımların sürdürülebilir olması için entegrasyon çalışmalarının planlı bir şekilde yürütülmesi gerekmektedir. Bu çalışmalar salt devlet eli ile değil sivil toplum örgütleri aracılığı ile de yapılmalı, yürütülen çalışmaların öteki ile birlikte yaşama kültürünü güçlendirmesi hedeflenmelidir. Toplumsal entegrasyonun planlı olarak yapılması, birlikte yaşam kültürünün geliştirilmesini hızlandıracaktır.
Uluslararası göçler, hem göç eden hem de göçü kabul eden toplumlar açısından birçok sorunu beraberinde getirir. Türkiye’ye dönük büyük göç dalgasının kontrollü olarak yönetilmesinde toplumun her kesiminin sorumluluk alması gerekmektedir. Kamp dışında yaşayan ailelerin, vefa ve vicdan timsali olan kadınlarımız tarafından kucaklanması, toplumsal kabul görmelerine yardımcı olunması, kültürel kodlarımızda ve medeniyet tasavvurumuzda yer alan ensar-muhacir kardeşliğini ihya etmesi bütün bu sorunların üstesinden gelinmesine yapısal bir katkı sunacaktır. Böylece Türkiye’nin verdiği destek dışında neredeyse kimsesiz bırakılan Suriyeli kardeşlerimizle ilgili yaratılmaya çalışılan “tekinsiz öteki/ mülteci” algısını yıkabiliriz. Aksi takdirde kabul görmeyen kimliklerin kriminal kimliklere, gettolaşmaların olduğu mekanların olay mahalline dönüşmesi kaçınılmaz olur.
Sivil toplum alanında mücadele yürüten tüm örgütler olarak evlerinden zorla koparılmış bu insanları, mülteci olarak değil insanlık ailesinin fertleri olarak görmek durumundayız. Başta kadın hakları mücadelesi yürüten kuruluşlar, insan hakları örgütleri ve duyarlı sivil toplum kurumları sessizliğe gömülerek, yaşasaydı Cuma günü doğuma alınacak olan Emani Al-Rahmuni’yi mücadelelerinin dışına iterek, Emani’nin şahsında Suriyeli misafirlerimizin “öteki” olmasına müsaade etmemelidir. Memur-Sen olarak Sakarya’da yaşanan menfur olayı, “Vahşetin etnik kimliği, meşru mazereti olamaz” bilinci ile kınıyor faillerin en ağır ceza ile yargılanmasını talep ediyoruz. Bir zulümden kaçarken başka bir zulme kurban giden anne ve yavrularına Allahtan rahmet acılı ailesine sabırlar diliyoruz.