Koncuk'tan Başbakan'a Taşerona Kadro Çağrısı

Türkiye Kamu-Sen ve Türk Eğitim-Sen Genel Başkanı İsmail Koncuk, hız kesmeden il gezilerine devam ediyor.Bu kapsamda Eskişehir 1 No’lu Şube’nin düzenlediği il istişare toplantısına katılan Genel Başkana, Genel Mali Sekreter Seyit Ali Kaplan ve Genel Teşki

Türkiye Kamu-Sen ve Türk Eğitim-Sen Genel Başkanı İsmail Koncuk, hız kesmeden il gezilerine devam ediyor.Bu kapsamda Eskişehir 1 No’lu Şube’nin düzenlediği il istişare toplantısına katılan Genel Başkana, Genel Mali Sekreter Seyit Ali Kaplan ve Genel Teşkilatlandırma Sekreteri Talip Geylan da eşlik ettiler.

Ayrıca toplantıya Kütahya Şube Başkanı Mehmet Karabekir, Afyon Şube Başkanı Nizamettin Şenol, Bilecik Şube Başkanı Ömer Yel, Türkiye Kamu-Sen bağlı sendikaların Eskişehir  Şube  Başkanları, Türk Eğitim-Sen’in Eskişehir eski Şube Başkanları, iş yeri temsilcilerimiz ve üyelerimiz katıldı.

Eğer bu hastalıklı anlayış, örneğin Çanakkale Savaşlarında olsaydı, o zaman 253 bin şehit vermez ve  bu ülkede hala işgal kuvetlerinin    hükümranlığı sürüyor olurdu.

İstiklal Marşı’nın  ilk iki kıtasını  okuyarak   konuşmasına başlayan Genel Başkan; “Bugünlerde İstiklal Marşı’nın son cümlesine kadar anlamını gerçekten idrak etmemiz gereken bir devir yaşıyoruz.” dedi. Koncuk şunları kaydetti: “İstiklal Marşı “Korkma” diye başlıyor ve “Hakkıdır, hür yaşamış, bayrağımın hürriyet; Hakkıdır, Hakk'a tapan, milletimin istiklal! diyerek sona eriyor.  Akif İstiklal Marşın da Korkma, ifadesinden sonra, neden korkmamasını gerektiğini anlatan bir çok olay, kıymet,  değer ve tarihi süreci anlatıyor. Bunlardan sonra, ‘Hakk’a tapmak’,   Yüce Allah’a inanmakla birlikte her zaman doğruyu ifade etmek, riski göze alarak doğruyu yüceltmek anlamındadır. “Hakk’a tapan, riskleri göze alan, bedel ödeyen bu millet, bağımsız hür yaşamayı hak etmektedir” diye bitiriyor İstiklal Marşı’nı Mehmet Akif Ersoy.

İşte böylesine bir marşı okullarımızda her hafta başı ve sonu  okuyoruz. Ama buna rağmen  maalesef bu coğrafyada yaşayan insanların hepsinin İstiklal Marşı’nın ne anlama geldiğini bütün yüreği ile hissettiğini üzülerek söyleyemiyoruz.  Bakınız bizim çevremizde olan kamu çalışanları  bu ülkenin en aydın kesimi kişilerdir. Maalesef doğruyu yapmak adına risk almaktan korkan onlarca insanı çevremizde görüyoruz. Eğer bu hastalıklı anlayış, örneğin Çanakkale Savaşlarında olsaydı, o zaman 253 bin şehit vermez ve  bu ülkede hala işgal kuvetlerinin    hükümranlığı sürüyor olurdu. Allah’a şükür bizim ecdadımız korkmadan mücadelesini verdi. Bakınız Yüce Allah ayetinde,  ‘Hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu ?’ diyor.  Yani bilenler bilmeyenlere göre daha üstündür.  Ama bilenin üstün olabilmesi için sadece bilmek yetmez o bildiği şeyler ile topluma yön vermesi gerekir, yanlış giden şeyleri düzeltme iradesini  o bildiği bilgiler ile düzeltmelidir.  Aksi takdirde bilmenin hiçbir kıymeti yoktur.  Aydın vasfını taşıdığına inandığımız insanların, bilen olması sıfatı ile sorumlulukları bilmeyen insanlara göre çok daha fazladır.  İşte biz de buradan hareketle yolumuza devam ediyoruz. Bu itibarla Türkiye Kamu-Sen’i  aydınlar hareketi olarak da tanımlayabiliriz. Bizim hareketimizin bildiklerini söylemekten korkan, sinen insanların olduğu bir hareket değildir. Bu nedenle de bir ve beraber olarak bu mücadeleyi vereceğiz.”

Bu milletin evlatları kurgulanmış olan bu sistem ile taşeron patronlar yüzünden eziliyor, sömürülüyor ve gelecekleri çalınıyor.

AKP Hükümeti iktidar olduğunda Türkiye'de sadece 20 bin taşeron varken, şu anda kamuda 720 bin taşeron çalışan  var. Belediyeleri dahil ettiğimizde bu sayı  1 milyon 100 bini bulduğunu belirten Koncuk,“Sayın Başbakan grup toplantısında bir konuşma yaparak,  ‘Taşeronları kadroya alacağım’ dedi.  Bakınız AKP’nin iktidara gediği 2002 yılında kamuda sadece 20 bin taşeron vardı.  Bugün  kamuda taşeron sayısı  720 bine çıktı. Belediyeleri de dahil ettiğimizde bu sayı, 1 milyon 100 bini buluyor. Yani adeta bu milletin evlatları, kurgulanmış olan bu sistem ile taşeron patronlar yüzünden  eziliyor, sömürülüyor ve gelecekleri çalınıyor. Aslında Sayın Başbakan’ın bu sözleri üzerine şunu düşünmekte gerekir; taşeron işçi sayısını 20 binden 720 bine çıkaran sizsiniz özel sektör ile bu sayısı 2. 5 milyona ulaştıran da sizsiniz, şimdi ise taşeronları kadroya alacağım diyorsunuz! Pekala, şimdi şöyle düşünelim; 14 yıldır bir hata yapılmış ve sonrasında bu hatadan dönülme arzusunu ortaya koyuyorlar. Yine de bir yanlıştan dönülüyor diye sevindik ama Sayın Başbakan’ın taşeronlara kadro vereceğiz ifadesinden bir gün sonra, Maliye Bakanı Sayın Naci Ağbal, ‘Biz taşeronlar işçilere özel statü getireceğiz’ dedi. 657 DMK’nın herhangi bir yerinde  özel statü diye bir düzenleme yok. Anlaşılan, 4/A,4/B,4/C,4/D var bunun devamında  4/E geliyor. Sayın Maliye Bakanı’nın açıklamalarından bunu anlıyorum. Sayın Bakan taşeron işçileri sınav yaparak alacaklarını söyledi. Peki iş güvencesi olacak mı diye sorduklarında, ‘3 yılda bir bu çalışanların performansına bakacağız eğer performansı yeterli ise sözleşmelerini 3 yılda bir yenileyeceğiz.’ dedi. Bu da iş güvencesi olmayan bir sistem gelecek demektir. Bakınız kamuda istihdam modeli olarak 4/B,4/C’nin 5393 sayılı kanuna tabi olanların, vekil ebe, vekil imam, idari hizmetli sözleşmeli olarak çalışanların kadroya alınmasının mücadelesini yaparken, bir de başımıza özel statü belası getiriliyor.  Bunla da yetinilmeyip devamında Sayın Maliye Bakanı, ‘kamu,  artık bu yeni kurgulayacağımız sistem üzerinden ihtiyacını karşılasın’ diyor.  Yani bu yeni model kamunun elaman  ihtiyacını karşılayacak bir sistem haline geliyor. Halbuki biz kamudaki eleman ihtiyacımızı KPSS ile karşılıyorduk. Sınava giren üniversite, lise mezunu evlatlarımız aldıkları KPSS puanına göre işe giriyordu. Belki bu sınav mevzuat olarak  kaldırılmıyor ama fiilen anlamsız kılınıyor. Yarın bu ülkede evlatlarımız yaşayacak bu hastalıklı ucube sistem içerisinde bizim evlatlarımız adeta geleceği olmadan çalışmak zorunda bırakılacak.” dedi.

Sayın Başbakandan istirham ediyorum, bu özel statü sistemini evlatlarımızın başına bela etmeyin.

Eskişehir’den Hükümete seslenen Genel Başkan İsmail Koncuk: “ Sayın Başbakan, grup konuşmasında taşeronları kadroya alacağınızı ifade ettiniz, sözünüzün arkasında durun. Kaldı ki bir ülkenin Başbakanı eğer kadro sözü vermişse o ülkenin diğer bakanlarının da kadro verilmesi sözünün üstüne söz söyleme hakkının olduğunu düşünmüyorum. Yoksa Hükümet içerisinde bir uyum bozukluğu mu var? Başbakan’dan ayrı, Bakanlardan ayrı bir ses çıkıyor.  Sayın Başbakan grup toplantısında kadro derken   kadronun ne anlama geldiğini bilmediğini ben düşünmek dahi istemiyorum. Çünkü şundan eminim ki, bir ülkenin Başbakanı kadronun ne anlama geldiğini bilir ve ona göre konuşur. Sayın Başbakandan bir kez daha istirham ediyorum, bu özel statü sistemini evlatlarımızın başına bela etmeyin. Beddua alırsınız, alacağınız beddualar ile belki dünyanızı kurtarırsınız ama öbür dünyanızı yok edersiniz.” dedi.

Günümüzdeki özel istihdam büroları da amele pazarlarının modern şeklidir.

Sözlerini şöyle sürdüren Koncuk, “Sadece çalışma hayatında problemler bundan ibaret mi? Tabi ki hayır. Adeta köstebek yuvasına dönmüş bir çalışma hayatı var. Örneğin şu anda PTT’de çalışan postacılar idari hizmet  sözleşmeliligi’ sistemi üzerinden çalıştırılıyor ve kaderi idarecilerin iki dudağı arasındadır. Bütün bunlar yetmezmiş gibi TBMM’de sağlık aile komisyonunda görüşülüp kabul edilen esnek istihdam modeli geliyor. Özel istihdam büroları kurulacakmış. Yani eskiden var olan ‘amele pazarları’ gibi. İşte günümüzdeki özel istihdam büroları da amele pazarlarının modern şeklidir. Buralarda da kiralık işçiler istihdam edilecek. Şöyle ki ihtiyacı olan kişi, beş günlüğüne beş tane işçi kiralayacak çalıştırıp tekrar büroya iade edilecek. Kıdem tazminatı, emeklilik hakkı, iş güvencesi zaten hiç yok. Hatta bu konuyu KPDK toplantısında da gündeme getirdim ve Sayın Bakana  ‘bu milletin evlatlarını kiralamayın’ dedim. Bizim çok güzel dini değerlerimiz var. Hz. Peygamber Efendimiz bir hadisinde, ‘çalıştırdığınız insanlara yediklerinizden yediriniz, giydiklerinizden giydiriniz” diyor. Yani kendinize neyi  layık görüyorsanız çalıştırdığınız insanlara da onu layık görün”  diyor. Bizim, sizin yediğinizde giydiğinizde  gözümüz yok; ama bu ülkenin insanlarına layık olduğu değeri verin.  Kiralık olmayı, kiralanmayı bu millet hak etmiyor.” dedi.

            Eğer bu mücadeleyi birlikte verirsek bunların çoğuna engel olabiliriz.

Üyelere de seslenen Koncuk, “Gelin birlikte bütün çalışanları uyaralım. Bu ülkede yandaş sarı sendikacılığın kök salmasına izin vermeyelim.  Emin olun, yandaş sendika büyüdükçe memurlarımız kaybedecek.  Cumhuriyet tarihi boyunca elde ettiğimiz kazanımlarımızı bir bir elimizden almaya çalışıyorlar. Eğer bu mücadeleyi birlikte verirsek bunların çoğuna engel olabiliriz. Herkes bu sorumluluğun altına girmelidir. Özellikle de sanal korkular üreterek   yandaş sendikanın eteğinin altına girerek yarınını kurtardığını düşünenlere sesleniyorum:  Korkularınız sebebi bütün haklarımızın elimizden alınmasına sebep olduğunuzu görün artık.” dedi.

              KONCUK,  '657’yi bilenler konuşsun!'

657 sayılı Devlet Memurları Kanunu’nun değiştirilmesiyle ilgili tartışmaları eleştiren Genel Başkan, “Son zamanlarda 657 DMK ile tartışmalar yoğunluk başladı. Özellikle de Sayın Cumhurbaşkanı’nın paralel ile mücadelede 657 DMK’yı engel olarak gördüğü açıklamadan sonra, bu kanunla ilgili bilen de bilmeyen de  konuşur oldu. Başbakanlıkta  katıldığım bir toplantıda,  bir sivil toplum kuruluşu olan İş Adamları Derneği’nin Başkanı  “657 sayılı kanun değiştirilmelidir” dedi. Kendisine  “sen hiç hayatında 657 sayılı kanunu okudun mu?” diye sordum. Kendisi okumadığını söyledi. Ben de “hiç okumadığın bir kanunla ilgili neden ahkâm kesiyorsun” diyerek tepkimi gösterdim. Bu yasayı bilenlerin konuşması gerekiyor.

Cumhurbaşkanı bu sözleri söyledikten sonra, kiralık köşe yazarları da piyasaya çıktı. Geçenlerde bir tanesi “657 sayılı yasa değişmeli” diye yazmış. Hem de “Anayasa değişmeden evvel bu yasa değişmelidir” diye belirtmiş. Yazısını okuyunca tüylerim diken diken oldu. Diyor ki; “657’liler kral, millet maraba! Kendisine sormak istiyorum, acaba ortalama 2500 TL maaş ile nasıl kral olunuyor? Emekli de ortalama 1600 TL maaş alıyor. Bunu yazan adamın memur ile bir derdi olmalıdır. Bunlara da “neresi değişmelidir” diye sorsanız cevap veremezler.

Bunlar zannediyorlar ki, 657 sayılı yasada şöyle bir madde var; ‘devlet memurları ne yaparsa yapsın asla işten atılamaz!’ Ama gerçek şu ki, böyle bir madde yok. 657 sayılı Devlet Memurları Kanunda da, Anayasa da da “devlet memuru ne yaparsa yapsın işten atılamaz” diye bir hüküm yok. Memurun iş güvencesi diye bir şey yok. Böyle bir madde yok. Peki  memurun iş güvencesi nereden geliyor? İdarenin ve siyasetin bizim üzerimizdeki tahakkümüne karşı yargı hakkımız var.  Eğer idare benimle ilgili bir tasarrufta bulunursa bu karar da mevzuata, hukuka, haklarına uygun değilse ben yargıya başvurabilirim. İşte bu haklarımız memurlara iş güvencesi getiriyor.

Memurlar şuna inanıyorlar eğer ben idare tarafından iktidarlar tarafından bir haksızlığa uğrarsam bu haksızlığı düzeltecek bir yargı sistemi var.  Zaten  Anayasa’nın 125. maddesi de ‘idarenin her türlü tasarrufunun yargı denetimine açık’ olduğunu söylüyor. Peki bu Anayasa’nın 125. maddesi değiştirilse yargı hakkı ortadan kalkar mı?   O da mümkün değil. O zaman da  Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin imzalamış olduğu uluslararası sözleşmeler devreye girer. Mesela  Kopenhag kriterleri, Evrensel İnsan Hakları Beyannamesi  Avrupa Sosyal Şartı var. Bunlar, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin imzalamış olduğu uluslararası metinlerdir. Bu imzayı atanlar,  ‘burada yazan her madde ile ilgili vatandaşlarımı bu haklardan faydalandıracağım kabul ediyorum.’ diyor. Dolayısıyla bizim yargı hakkımızı öyle ortadan kaldırmak mümkün değil. Eğer ki, Türkiye parlamenter sistemden vazgeçer de ben krallıkla yönetilmek istiyorum derse, bu millet krallığa geçerse tabi kral istediği kararı verir. O zaman ne yargı  ne de başka bir mekanizma bir şey diyebilir zaten. Velhasıl memurun yargı hakkının ötesinde  sınırsız,  bir iş güvencesi asla yoktur. Bunu var diyenler koskoca bir sahtekârdır, koskoca bir yalancıdır.” dedi.

Türkiye’de memur sayısının fazla olduğunu söylüyorlar.  Bu yalanları kim söylüyor?

Türkiye de memur sayısının fazla olduğunu söyleyenlere sert bir tepki gösteren  Genel Başkan, “Kimse milleti aldatmasın, memurlarla ilgili ahkâm kesmesin.  Bakınız, Abant’ta bir çalıştaya  panelist olarak katıldım, o zaman ki Çalışma ve Sosyal Güvenlik  Bakanı  Faruk Çelik ve  şimdiki Maliye Bakanı  dönemin   Maliye Müsteşarı Naci Ağbal  da ordaydı. Birçok konuşmacı sunumunda Türkiye’de memur sayısının fazla olduğunu ifade etti. Paneldeki konuşmamda da ifade ettim.  Bu yalanlarını kim söylüyor? Bir hesap yapalım; Türkiye’de memur sayısı çok diyenler bunu, Afrika’ya göre mi  Avrupa Birliği ülkelerine göre mi  OECD ülkelerine göre mi kıyaslıyor? Bizim yaptığımız araştırmaya göre  OECD ülkelerinde her 15 vatandaşa bir memur düşüyor. Türkiye’de her  29 vatandaşa bir memur düşüyor.  Bizim OECD ülkeleri ortalamasında bir kamu hizmeti sunabilmemiz için şuanda 2 milyon 600 bin memur sayısını 5 milyon iki yüz bine çıkarmamız lazım. Hatta bazı ülkeleri teker teker ele aldığımızda, mesela Belçika da  12 vatandaşa bir memur düşüyor. O zaman Türkiye’deki memur sayısını Belçika ölçeğinde bir hizmet verebilmek için memur sayımızı 3 katına çıkarmak lazım, o da 7.5 milyon yapar.  Ama Türkiye’de memurlarla ilgili maalesef öyle bir yalan var ki, bu yalanı uyduranların başında da beceriksiz siyaset geliyor. Kamuda yandaşları  yağcıları koruyacağım diye verimliliği artırmayı iş verimini kalitesini artırmayı bir türlü beceremeyen ve bunun suçunu memura yükleyen beceriksiz siyasettir. Bunları iyi bilmemiz lazım,  iyi anlatmamız lazım. Öyle ulu orta çıkıp, ben köşe yazarıyım, ben bilmem nerenin sivil toplum örgütü başkanıyım memurla ilgili konuşurum kimse diyemez! Ağzına lafını tıkarız! Türkiye Kamu-Sen var, Türkiye Kamu-Sen’in yiğit sesi var. Her platformda Allah’ın izniyle bu teşkilatın mensupları sözünü söyleme cesaretine de, bilgi birikimine de sahiptir.” dedi.

Koncuk, MEB’ de çalışan herkes İLKSAN üyesi olabilsin.

İLKSAN seçimlerine de değinen Koncuk, “Bilindiği gibi, İLKSAN seçimleri var.  Biz İLKSAN’ı 1996 yılından bu yana yönetiyoruz. Allah’a şükür 1996 yılından bu yana ne hırsızlık yaptırdık, ne yolsuzluğa izin verdik. Batık bir kuruluş haline gelen İLKSAN’ı adeta çamurdan çektik, çukurdan çıkardık. Soymuşlar, çalmışlar, çırpmışlar, mal varlığını dağıtmışlar. Şimdi o batık kurum İLKSAN’ın  kasasında1  milyon TL’nin üzerinde nakit parası olan bir kuruluş haline geldi.

Hatırlarsanız 1996 yılı öncesinde dönemin Başbakanı Demirel eleştiriler karşısında, "Parayı verdiysem, ben verdim"  demişti.  Şimdi Allah’a şükür bugün İLKSAN  ile  ilgili verdiysem ben verdim diyecek siyasetçi de yok. Çünkü biz buna  izin vermeyiz. Onun için İLKSAN gerçekten mükemmel bir kuruluş ve bizim yüz akımız olan bir kuruluş haline geldi. Yarın İLKSAN ilçe temsilcilikleri seçimleri var. Biliyorsunuz bir sendika cesaret gösterip bu seçime giremedi.

 Geçtiğimiz  İLKSAN delege seçimlerinde adeta rezil oldular. Sandığa gömülen  o sendikayı, o sarı sendikayı hepiniz biliyorsunuz. Esasında sarı da değil pembemsi bir renkte. 2012  yılında bunlar bize rest çektiler ‘2013 seçiminde görüşeceğiz’ diye. Seçim günü geldi çattı. Bizde bir şey yapacaklar zannediyoruz. Sandığa gömüldüler. İLKSAN’ın  il delegelerinin  133 tanesini Türk Eğitim-Sen kazandı.42 tanesini sarı sendika kazandı. Yani bütün sendikaları   toplasanız sayıları bizim kadar yapmıyor. Bu sendikanın yöneticilerine o toplantıda demiştim ki,  'sizin üye sayınız bizden fazla.  Bakın,  sizin üyeleriniz bile  adaylarınıza güvenip oy vermiyor. Sizi sandığa gömdü, gömen  sadece bizim üyemiz de değil. Utanın  ‘Ben sizin yerinizde olsam bir dakika durmam bu sendika genel başkanlığından istifa ederim.’ demiştim.  Ama edemediler. Şimdi geldik bu seçimlere aradan 3-4 yıl geçmiş. Şimdi baktılar ki, pabuç pahalı. Seçime girecekler ama hezimet ihtimali var. 133 delege nerde 42 delege nerde. Şimdi de aynı korkuyu yaşıyorlar. Bu sene 350 bin üyeleri var, bizim 220 bin üyemiz var. 350 bin nere 220 bin nere. Şimdi de diyorlsar ki diyor ki 'şimdi bu delege seçimini biz 2012 de kaybettik adamlar bizi ezdi geçtiler. Bizim üyelerimiz bile bizimle oynamıyor. Şimdi biz bu 350 bin üye sayısıyla bu seçime girer bir de kaybedersek  İsmail Koncuk bizi yine rezil rüsva eder. Ne yapalım İLKSAN  seçimini boykot edelim!' Yani anlayacağınız kaçışın adı boykot oldu. İLKSAN’ın iyi yönetilmediğini iddia ediyorsanız, bunun karşılığında yapacağınız boykot etmek değil; seçime girip kazanarak nasıl yönetilmesi gerektiğini yaparak göstermektir.  Kendi üyeleriniz dahi size itibar göstermediğini bildiğini bildiğiniz için güvenip seçime giremeyeceksiniz; ve bu ayıbınızı da boykot kılıfıyla örtmeye çalışacaksınız. Bu tavırda size yakışırdı zaten. Şimdi buradan  Türk Eğitim-Sen’ in Genel Başkanı olarak ilan ediyorum; İLKSAN’da zorunlu üyeliğe karşıyız. Zorunlu üyelik olmaz. Bazen İLKSAN,  üyelerin menfaatinedir deniyor. Biz kimsenin menfaatinin kendisinden çok düşünmek zorunda değiliz. Faydası vardır, doğrudur; bunu ben de biliyorum. Ama İLKSAN üyesi, zorunlu üyelikten rahatsızsa ki, bu zorunlu kelimesi  zaten rahatsız edici bir kelimedir:  bırakın ben kendi irademle üye olup olmamaya karar vereyim. Ancak bu düzenleme kanunla yapılan bir düzenlemedir. Ben  Eskişehir’den teklif ediyorum;  bu yandaş sendikaya da teklif ediyorum;  ağababalarınızın  mecliste  kanun çıkarmaya gücü yeter. İLKSAN’ı değiştirelim,  MEBSAN yapalım. Bütün eğitim çalışanlarının üyeliğine açalım. Lise öğretmeni, ortaokul öğretmeni,  ortaokuldaki memur, lisedeki memur  vs. MEB’ de çalışan herkes üye olabilsin. İLKSAN’ı MEBSAN yaptığımız kanunla, zorunlu de üyeliği kaldıralım. Ama bunların derdi kurumun selameti değil, İLKSAN’ı zarar uğratmak, batırmak. Şimdi çıkmışlar seçimi boykot ediyorlar güya. Madem İLKSAN’ı beğenmiyordunuz geçen seçimleri neden boykot etmemiştiniz? 2012 seçimlerini hatırlıyorum ben kimler devreye girmedi  belediye başkanları , milletvekilleri, AKP’nin il ilçe başkanları, il genel meclis üyeleri , milli eğitim müdürleri , ilçe müdürleri, şube müdürleri valla topunuzu da sandığa gömdük.” dedi.

Genel Başkan konuşmasının sonunda da terörle mücadele eden güvenlik güçlerimize  desteğini  ifade ederek; “Ayrıca Şehitlerimize Yüce Allah’tan rahmet diliyorum. Allah mekanlarını cennet eylesin. Asla onları unutmayacağız. Ama onların şehit olmasının hangi aymazlıklar sonucunda olduğunu, ihanetin kimler bu ihanetin parçasıydı bunları da unutmayacağız.” şeklinde konuştu.

 

İlk yorum yazan siz olun
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.

MEB PERSONEL Haberleri