Türkiye Kamu-Sen ve Türk Eğitim-Sen Genel Başkanı İsmail Koncuk, Kanal B’de yayınlanan “Güncel” programına katıldı. Canlı yayınlanan programda gündeme ilişkin önemli değerlendirmelerde bulunan Koncuk, toplu sözleşme sürecinde şu ana kadar gelinen durumu özetledi.
GENEL BAŞKAN TOPLU SÖZLEŞME SÜRECİNİN KAPALI KAPILAR ARDINDA DEĞİL, KAMUOYUNUN GÖZÜ ÖNÜNDE VE HEYETLER TOPLANARAK YAPILMASI GEREKİR
Toplu sözleşme masasının kamuoyundan kaçırılarak yapılma ihtimaline tepki gösteren Genel Başkan İsmail Koncuk,“Hem ekonomik hem sosyal hakların kamuoyu önünde müzakere edilerek tartışılarak kamu çalışanları açısından kazanım haline gelmesi sağlanırdı” diyerek şunları söyledi:
“Kamu İşveren tarafı, 2018 ve 2019 yılları için 3+3’lük bir zam teklif ile masaya geldi. Bu kabul edilebilir bir rakam değil. Biz de bu teklife tepkimizi koyduk. Pazartesi günü verilen bu teklifin ardından, şu ana kadar bir gelişme yok. Maalesef, bu durum son yıllarda usul haline gelmiştir. Masada bir teklif getirilir, ardından bu teklifi görüşmek için masa kurulmaz. Toplu sözleşme masası dışında, kapalı kapılar ardında yetkili Konfederasyonla bu teklif revize edilir. Sayın Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Jülide Sarıeroğlu, bu yolu takip eder mi bilmiyorum. Kimsenin günahını almak istemiyorum. Ama geçtiğimiz 2 dönemde de bu şekilde toplu sözleşme imzalandı. Kapalı kapılar ardında bu işler çözülecekse, toplu sözleşme masasına da gerek yok. Kimse bizi yormasın. Umarım böyle değildir. Bundan öncekiler hep böyle sonuçlandığı için kaygım var. Yarın inşallah bir görüşme olur. Yoksa, pazartesi de son gün, toplu sözleşmenin artık bağıtlanması lazım. Eğer 21 Ağustosda tekrar masa toplanır ve yeni rakamlar o masada konuşulursa tamam, ama aksi olursa benim bu düşüncemin doğru olduğu ispatlanır.
Toplu sözleşme sürecinin kamuoyu önünde, heyet önünde gerçekleşmesi gerekir. Yani heyet ile, ekonomik ve sosyal konuların kamuoyu önünde müzakere edilerek karar alınması gerekir ki, herkes görüşünü söylesin. Geçtiğimiz dönemlerde yapılan sağlıklı bir yöntem değil. Bunun sıkıntısını kamu çalışanları maalesef yaşadı.2015 yılında toplu sözleşmede yaşanan arızaları tekrar yaşarız. Neler yaşanmıştı o zaman hatırlayalım, alınan kararları heyet olarak değerlendirme imkanı bulamadan, kendi aralarında toplu sözleşmeyi paldır kültür imzaladılar. Bizim masada olmamamız gerekiyordu demek. Sanki masada olmadığımız zaman ne olacak ? Biz eksikleri kusurları zaten eleştireceğiz. Oysa masada biz de olsak, hem uygulamada hem de metinde yanlış olma ihtimali ortadan kalkmış olurdu. Hem ekonomik hem sosyal hakların kamuoyu önünde müzakere edilerek tartışılarak kamu çalışanları açısından kazanım haline gelmesi sağlanırdı. Eğer birileri bundan ders çıkarmamış ise benim bir sözüm yok. Vebali de bunu imzalayanlara aittir.
Türkiye Kamu-Sen olarak yaşananları şeffaflık çerçevesinde paylaşıyoruz. Yapılanlar hastalıklı bir yöntemdir. Kamuoyundan kaçırılarak, tartışma imkanı bulamadan imzalanan sözleşmeler sağlıklı değildir. Çalışanların beklentileriyle örtüşmeyen zam oranıyla karşı karşıya kalırız. Vebal de kabul etmiyoruz bu durumda. Biz buradan uyarımızı yapıyoruz. Eğer böyle bir yöntem varsa, mutlaka tepkimizi gösteririz. 2013 ve 2015 yıllarında bu şekilde yapıldı. Umarım bu sene de aynı hataya düşmezler. Bakanın kastı olduğunu sanmıyorum ve çevresinde bulunanların etkisi altına girmeyeceğini düşünüyorum.
Memur-Sen’in teklifleri 2018 ve 2019 yılları için yüzde 38’ leri bulan bir teklif. Türkiye Kamu- Sen olarak yüzde 40’lara varan mali talebimiz var. Çalışanlara yüzde 10+10 oransal zam, 150 TL seyyanen zam, ekonomik büyümeden de yüzde 3 pay alınması teklifinde bulunduk. Ekonomik büyümelerden milli gelir artışından vatandaşların da istifade etmesi lazım ki, milli gelir artışının ne anlama geldiğini bizler de anlayalım. Cebimize yansımayan artış nasıl milli gelir artışıdır? Türkiye’nin ekonomik şartlarında, reel bir alım gücü artışının sağlanmadığını hepimizin görmesi lazım. Yüzde 3+3 gibi bir rakam geldi önümüze, enflasyon farkı oluşursa onu vereceğiz dediler. Her zamanki yöntem bu. Bizim anlattıklarımızım maliye ve hükümet nazarında hiçbir kıymeti olmadığını anlıyoruz. İnsanların alım gücünde bir reel artış sağlamadığımız zaman, biz neyin toplu sözleşmesini yapıyoruz? Seyyanen zam yok. Refah payı yok. Vergi dilimiyle ilgili bir gelişme yok. Vergi dilimi kamu çalışanları için ciddi bir problemdir.”
GENEL BAŞKAN: TOPLU SÖZLEŞMEDE SUNULAN ZAM TEKLİFİNİN DE MATEMATİKSEL MANTIĞI OLMASI LAZIM. KAMU İŞÇİLERİNE 2017 YILINDA VERİLEN ZAM ÇITAMIZDIR.
Hükümetin sunduğu 3+3’yük zam teklifine tepkisini dile getiren Koncuk, yetkili Konfederasyon ve hükümete adımlarını doğru atması yönünde uyarıda bulundu:
“TÜİK tarafından açıklanan önemli rakamlar var ortada. Hane halkı kişi başı harcama tutarını açıkladı. 2016 yılı itibariyle hane halkının kişi başına tüketim harcaması 1642 lira olarak hesapladı. Devletin resmi kuruluşu bunu söylüyor. Ortalama 4 kişilik bir aile olarak düşündüğümüzde ortalama harcamayı da TÜİK, 3433 lira olarak ilan etmiş. 2016 yılında en düşük memur maaşı 2032 lira civarında. Bu ne demektir? 2016 yılı sonu itibariyle bu harcama kalemini esas aldığımızda, en düşük memur maaşı TÜİK’in açıkladığı rakamın tam 1401 lira altındadır. Ortalama memur maaşında ise, 730 lira altında demektir. Bir aile bu kadar para olmasa geçinemiyor demektir. Siz hangi hakla 3+3 lük zam teklifiyle geliyorsunuz. Bunun bir matematik gerçeği olması lazım. Hiçbir gerekçe göstermeden 3+3 zam teklifiyle geldiler. Maliye bakanlığının ve hükümetin bir zammı teklif ederken bir takım gerekçelere bağlaması lazım. Bu rakam gerçekleşen hedef enflasyon oranı ile mi örtüşüyor? 2017 yılında kamu işçilerine ve emeklilerine verdikleri zamla mı örtüşüyor? Dolaysıyla yüzde 3+3 ün açıklama yapılacak hiçbir tarafı yok. Bu rakam mutlaka yeniden revize edilmelidir. Kamu işçileriyle yapılan pazarlık ortada. Önümüzde bir çıta var. Kamu işçilerine yüzde 12,5 zam, ek ödemelerine 250 TL ve 3000 TL altında maaş alanlara verilen 90TL zam ortada. 2017 yılına kamu işçisine hangi gerekçelerle bu zammı verdiyseler 2018 yılında da bu zammı memura vermek zorundasınız. Bu çıtanın altında rakamı bizim kabul etmemiz mümkün değil. Vicdan kabul etmez. “Memura gol mü atıyorsunuz?” diye sorarız Bu kamu çalışanlarına ve emeklilere yapılan bir saygısızlıktır. Bir yanda işçilere verilen zam, bir yanda memur sendikalarıyla yapılan pazarlık sonucu memurun önüne konulan zam teklifi ortada. Bu ülkenin resmi kurumu TÜİK bu açıklamaları yapıyorsa, buna göre kararlar almak zorundalar. Eğer ciddiye alınmayacaksa, neden bu araştırmalar yapılıyor o zaman? 2017 yılında bu rakamlar daha yüksek çıkacak. Bu en az 250 TL civarında daha bu rakamları yükseltmek lazım. 2017 yılındaki enflasyon oranını eklediğimizde 250 lira civarında bu rakamları yükseltmek lazım ki, kayıplar karşılansın. Verilen yüzde 3+3’lük zam en düşük devlet memuru maaşında ortalama 69 TL artış anlamına geliyor. Ortalama memur maaşında da ilk 6 ay için 88 TL artış demektir. Bu rakamları nereye koyacağız? Sendikacılık farkını da değerlendirmek lazım. İşçi sendikaları bu rakamları aldı. Yetkili memur sendikaları olarak Memur-Sen’in bunu neden alamadığını memurların da sorgulaması lazım. Masada “teklife kapalıyız” diye döviz açtılar. “Bu teklife kapalısınız da, hangi teklife açıksınız” diye sormak lazım. Yüzde 3+3 ün üzerinde teklifin ne kadar aşılması lazım ki, bu teklife açık hale gelecekler? Bana göre teklifin yüzde100 artması lazım. Bizim çitamız kamu işçileriyle yapılan toplu sözleşmedir. Neye göre tekliflere açık olacaklar hep birlikte göreceğiz. Sendikacılık faaliyeti de orta oyun değil, ciddi bir iştir. Magazin programlarına konu olalım diye şov yapılmaz. Çıkarsınız, teklife karşıysanız sözlerinizle “demir kertiği gibi söz söylersiniz. Sözünüz pamuk gibi, kaldırdığımız demir kertiği ise bir tezattır. Bütün memurlarımızın ve emeklilerimizin bu süreci çok yakından takip ettiğini herkesin bilmesi lazım 20 milyon insan adına bu teklif düzeltilmelidir. Yapılanları memurlar sineye çekmeyecektir, önümüzdeki dönem seçim dönemi. Bu saygısızlığı unutmayız. Yetkili konfederasyon ve hükümet adımlarını ona göre atsın. Yapılan saygısızlığı unutmayız ve unutturmayız.
21 Ağustos’da toplu sözleşmenin imzalanması ya da uzlaşmazlık zaptı tutulması gerekir. Hakem heyetine yetkili konfederasyon gidebilir. Hakem heyeti de 5 gün içinde karar vermek zorunda. Tatile girildiği için 25 Ağustos’da bir işin bitmesi lazım. Türkiye Kamu-Sen olarak , hakem heyetinde bir temsilci bulundurabiliyoruz. 2012 yılında Memur-Sen’in seçtirdiği ve hakem heyetine yolladığı akademisyen hoca hükümetin teklifine evet demişti. Bunlar unutuluyor. Gece de tepkiler üzerine imzasını geri çekmek zorunda kaldı.”
GENEL BAŞKAN: BİZİM TÜM İTİRAZLARIMIZA RAĞMEN, TOPLU SÖZLEŞME MASASI BU ŞEKİLDE ÇIKTI. O GÜN YASANIN BÖYLE ÇIKMASINA İTİRAZ ETMEYENLER, BUGÜN MASADA NE YAPACAKLARINI ŞAŞIRIYOR
Sadece Kamu İşveren tarafının iradesinin hakim olduğu toplu sözleşme masasıyla, kamu çalışanlarının lehine karar almanın güçlüğünü vurgulayan Genel Başkan, ”bu masa arızalıdır” diyerek sözlerine devam etti:
“Memur-Sen ve Türkiye Kamu-Sen’in toplu sözleşme masasında teklif verme yetkisi var. Ancak, bizim teklifler o masada görüşülmüyor. Memur-Sen toplu sözleşme sürecinde masadan kalkarsa, o zaman Türkiye Kamu-Sen in teklifleri görüşülmeye başlar. Sosyal talepler alanlardan toplandığı için benzer taleplerdir. Memur-Sen in 730 teklifi vardı, 358 e kadar düşürüldü. Bu masada da bir arıza var. Böyle bir toplu sözleşme düzeneğinin sonuç alıcı olması imkansız. Kamu çalışanlarının beklentilerini yüzde 50 oranında bile karşılaması zor bir masa var. Daha dinamik masa lazım. Tek taraflı bir irade hakim burada. Kanuna göre bütün yetki kamu işveren tarafında gözüküyor. Olmaz dediği anda tek yapabileceğimiz şey hakem kurulan gitmek. Orada da çoğu hükümet yanlısıdır. Türkiye Kamu-Sen’ in bütün itirazına rağmen bu kanun düzenlendi. O zaman bu kanuna itiraz etmeyenler, bugün o masada ne yapacağını şaşırıyorlar. Ben zamanında toplu sözleşme düzeneği ile ilgili, “hükümet dikensiz gül bahçesi istiyor” diye açıklama yapmıştım. Bu itirazı o zaman bizimle birlikte yetkili olan konfederasyon da yapmış olsaydı, o masada eli daha güçlü olarak otururdu. Bugün orada kamu işveren tarafının vicdanına kalmış bir düzenek var. Böyle olmaz, sendika olarak bizim de irademizin olması lazım. Sayın Bakan da bunun düzeltilmesi gerektiğini ifade etti. “Burası bir okulsa herkes dersini alacak” diye yetkili sendikalara söyledim. Yetkili olmak yetmiyor. Hava basanlara söyledim. “Adın mülayim sert olsan ne yazar” diye bir söz söylerler. 1 milyon üyen de olsa eğer 20 maddesi karar altına alınmış toplu sözleşmeyi uygulattıramıyorsan, bir önemin yoktur. Örneğin, 4/C’ye kadro alınmasını tarih belirlemeden yaparsanız tribünlere oynarsınız sadece. 2015 yılından beri 4/C’li kadro bekliyor. 4/B uygulaması da ayrı bir sıkıntı. 2011 yılında bütün 4/B’liler kadroya alındığı halde, 2011 yılından sonra da 4/B’li çalışan alınmaya devam edilmiş. Kanayan bir yaradır bu sistem. Memuriyetten istifa etme noktasına gelenler var. Bunların hepsi toplu sözleşme masasının konusudur. Masada talepler sadece okunuyor, ama gerekli tartışma zemini yok. Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Jülide Sarıeroğlu’na da söyledim, “süpermen olsanız anlayamazsınız” dedim. Bu masa arızalı bir masadır. Yetkili konfederasyonlar da bunu kabul ediyor artık. Sendikacılık da arızalı olunca sonuç alıcı hareket etmek zor oluyor.”
KONCUK: TÜM ÇALIŞANLARIN EK GÖSTERGELERİNİ 800’ER PUAN ARTIRALIM
Ek göstergeler ile vergi dilimleri meselesini de gündeme getiren Genel Başkan Koncuk, “657’de eskiyen bir yer var ise bu da ek gösterge rakamlarıdır. . Hep söylüyorum, “Gelin buradan düzeltmeye başlayalım. Tüm çalışanların ek göstergelerini 800’er puan artıralım. Vergi dilimi meselesi bir başka konu. Bakın tüm memurların 12 bin 400 TL’den yüzde 15’lik matrahı sadece 600 TL artırılarak 13 bin TL’ye çıkarıldı. Bunun neresinde matematik gerçeklik var? diye sordu.
Koncuk, “Aslında tüm sendikaların bu konuda talebi var Toplu sözleşme talepleri arasında ve sadece öğretmenlere değil bütün memurların ek göstergelerinin artırılmasıyla ilgili taleplerimiz var. Aslında 657 sayılı kanunla ilgili zaman zaman Çalışma Bakanları, sayın Cumhurbaşkanı “Eskimiş” derler. Aslında eskiyen en önemli yönü ek göstergelerdir. Hep söylüyorum, “Gelin buradan düzeltmeye başlayalım. Tüm çalışanların ek göstergelerini 800’er puan artıralım” diye yıllardır masada hep teklif ettik. Hiç yanaşmıyorlar. Bu önemli bir taleptir. Ciddi mali bir külfeti vardır, kabul etmek lazım. Maliye bu işten kaçar. Polislerimize 1 Kasım seçimlerinden önce sözler verildi “Ek göstergeleriniz 3600’e çıkarılacak” diye seçim beyannamesinde. Buna rağmen polislere verilmedi. Neden verilmiyor? “Polise verirsek diğer memurlara neden veremediğimizi açıklayamayız” endişesiyle vermiyorlar. Bizde dedik ki, “Polisi de ver, öğretmene de ver, sağlıkçıya da ver, ormancıya da ver” bu eskiyen bir maddedir. Köhnemiş ve memurları taşımıyor. Bundan kaçış yok, tedricen bunları düzeltmemiz lazım. Başını kuma gömüyorlar, böyle yaparak problemlerden kaçamayız, bunlar bizim taleplerimiz. Bunların değiştirilmesi şart haline gelmiş. Zaman içinde bunları sırayla yola koyalım. Her şeyden kaçan bir Maliye anlayışı var. Maliye Bakanı sayın Naci Ağbal geçtiğimiz günlerde bir açıklama yapıyor, “Bir mevzuu ile ilgili olarak vergi çok yüksek. Bunu ben söylüyorsam Maliye Bakanı olarak hesap edin” diyor. Bunu yükselten ben miyim? Bu olmaz.
Vergi dilimi meselesi bir başka konu. Bakın tüm memurların 12 bin 400 TL’den yüzde 15’lik matrahı sadece 600 TL artırılarak 13 bin TL’ye çıkarıldı. Bunun neresinde matematik gerçeklik var. Kamu çalışanları, hatta asgari ücretliler bile yüzde 20’lik vergi dilimine girme tehlikesiyle karşı karşıya kalıyor ve aldığı zamdan daha fazlasını vergi olarak ödemeye başlıyor. Bu matrahı yükseltin ya da yeni formül koyun ortaya. Asla yanaşmıyorlar. Kamu çalışanlarının bu konuda talepleri oluyor, gündeme taşıyoruz ama sadece bizim irademizle mesele çözülmüyor. Ortada bir hükümet iradesi var. Memurlara kulağını tıkamış bir Maliye anlayışı var. Bunları nasıl aşarız? Adam gibi sendikacılık anlayışı ile aşarız. Kamu çalışanları şunu bilmelidir, o masada, adam gibi sendikal bir anlayış, istediğini bilen, dişini gösteren bir sendikal anlayış olmadığı sürece bunları aşamayız. Bir sendika başkanı çıkıyor, “İktidar partisinin 16. Yıl dönümü diye yüzde 16 zam talep etmiştik” diyor. Adeta yalvarırcasına, bu nasıl bir anlayış? Bu yakışır mı? Hangi siyasi partiye oy verirseniz verin bu ayrı bir şey. O zaman diğer siyasi partilerin kaç yıllık olduklarına göre mi zam isteyeceğiz? MHP 50 yaşında, bugün iktidar da olsa yüzde 50 zam mı isteyeceğiz? CHP, 94 yaşında, yüzde 94 zam mı isteyeceğiz? Bu olmaz. Yalvar yakar sendikacılık anlayışının kamu çalışanlarına vereceği bir şey olmadığını herkes görmeli. Koşar adım üye olurlarsa, bunu İsmail Koncuk’ta diyorsa, yani bu siyasi partinin bilmem kaçıncı yılı diye bu zammı istiyorum diyorsa, gelin yakama sarılın. Nasıl Başkansın? diye hesap sorun. Yalvar yakar sendikacılık olmaz. Bende dedim ki, bu talepleri üzerine, “Yüzde 30 zam istemek için siyasi iktidarın 30. Yıllarını mı bekleyelim?” Böyle mantık olmaz. Bu anlayış değişmeli.
Atatürk Amasya tamiminde diyor ki, “ Milletin geleceğini yine milletin azim ve kararı kurtaracaktır…” Bende bu sözden hareketle diyorum ki, “Kamu çalışanlarının geleceğini yine kamu çalışanlarının azim ve kararı kurtaracaktır” Ahmet’ten, Mehmet’ten bir şey bekleyerek değil önce kendimizi eleştireceğiz. Elbette demokratik tercihlerdir bunlar ama neyi nasıl ve neden tercih ettiğimizi bileceğiz.
KONCUK: BU DEVLETİ YÖNETENLERDE ARTIK FEDAKARLIK YAPMALI
Genel Başkanımız İsmail Koncuk, Eğitim Öğretim alanında yaşanan sorunlar ve beklentilere yönelik değerlendirmelerde de bulundu. Koncuk, “Toplu sözleşme de elde edilen kazanımların hepsini ayın 21’in de göreceğiz. Şu anda Toplu sözleşme metni yazılmadan orada nasıl bir kazanım olduğunu görmemiz mümkün değil. Biz sadece talep ettiklerimizin neler olduğunu söyleyebiliriz. Biz bütün hepsini talep ediyoruz. Siz sınıf öğretmenine 18 saat maaş karşılığı ders vereceksiniz, matematik öğretmenine 15 saat 3 saat farkı, teknik öğretmenlere de 20 saat, bu kabul edilebilir mi? Bütün bunların konuşulması lazım. Hepsi aynı dersi anlatıyorlar, o zaman hepsinin 15 saatte eşitlenmesi lazımdır. Yıllardır bunu gündeme getiriyoruz ama parasal boyutu olduğu için Maliye bundan da kaçar.
İkinci il dışı konusunda müsteşarımız Yusuf Tekin beyin bir açıklaması oldu. Sayın Müsteşar bu konunun gündemlerinde olduğunu söylemişti. Ancak bir takvim açıklanmadı. Buradan kulaklarını çınlatalım, “Madem yapılabilir olarak gördünüz bunun takvimini de açıklayın, insanları meraktan kurtarın” diyelim.
10 bin öğretmen alınacağı noktasında bir açıklama yapıldı. Bunun da Şubat ayından sonra olacağı ifade edildi. Bende buradan, “Neden Şubat? diye sorarım. Eğitim öğretim yılı 18 Eylül’de başlıyorsa, öğretmen eksiğimiz belli, o zaman neden Şubat’tan sonra başlatacağız? Ciddi bir öğretmen açığımız var, bunu ben herkesle tartışırım, sayın Bakan İsmet Yılmaz ile de tartışırım. Öğretmen açığımızı neye göre hesap ettiğimizi konuşalım. İkili eğitimden tekli eğitime geçiyoruz. Şimdi nasıl olacak? Halen birleştirilmiş sınıf uygulayan okullarımız var. Bu nasıl kabul edilebilir? Doğu ve Güney doğu Anadolu’da 10-15 yıldır öğretmen yokluğundan dolayı tayini gerçekleşmeyen öğretmenlerimiz var. Ataması yapılmayan 400 bini aşkın öğretmenimiz var. Geçtiğimiz günlerde bunalıma giren bir arkadaşımız daha intihar etti. Hayat bir mücadeledir ve mücadele edeceğiz. Yüce Allah’ın ve dinimizin de emri budur, mücadele edeceğiz. Hayata küsmenin bir anlamı yok. Biz inanıyoruz ki rızık Allah’tandır. Öğretmen olarak bu gençler mezun olduysa devletin görevi de bu gençlerin önünü açmaktır. Özel okullarda ciddi bir öğretmen ihtiyacı var. Sayıları çok arttı bu okulların. Sistemi öyle kurguladılar ki bu okullar mantar gibi çoğaldı. Anadolu liselerinin ve akademik liselerin kapasitelerini dar tutarsanız, çocuklarını mesleki eğitime göndermek istemeyen, akademik eğitim almak isteyen velilerimiz yemez içmezler ve çocuklarını özel okullara gönderirler. Bu öğretmenlerimiz burada istihdam edilebilir ama burada ciddi bir öğretmen istismarı var. Adeta sömürülüyorlar. Haklarını verenleri kastetmiyorum ama öyle özel okullar var ki, öğretmenleri sömürüyorlar. Milli Eğitim Bakanlığı bu konuda duyarlı olmalı. Denetimler çok iyi yapılarak öğretmen istismarının çok iyi kontrol edilmesi gerekir. Genç öğretmenlerimizi umutsuzluğa sürüklemeden, bu öğretmen ataması 10 bin değil 50 bin civarı olmalı ki, hem ihtiyacımızı görmüş olalım hem de 400 bin civarında atama bekleyen öğretmenlerimiz açısından umut olsun.
Sözleşmeli öğretmenliği kaldıralım, mülakat sistemini kaldıralım. O bölgelerde siz öğretmen tutmak istiyorsanız şu maaş politikasını değiştirin. Mahrumiyet tazminatı ödeyerek, çift maaş uygulaması yaparak adımlar atın. Açın biraz kesenin ağzını. Eğitim Öğretim için açmayacağınız kese ne için lazım? “Öyle bir mevzuat çıkaracağım ki oradan tayin isteyemeyecek?” Böyle mantık olmaz? Nasıl verim alacaksınız? İstifa eder öğretmenlerin çoğu. Bunların akılla çözülmesi lazım, yönetenlerin bunun çözümünü öğretmenlerden, memurlardan fedakarlık bekleyerek olmayacağını görmesi lazım. Bu devleti yönetenlerinde fedakarlık yapma zamanı geldiğini idrak etmesi lazım” diyerek sözlerini noktaladı.