Türkiye Kamu-Sen ve Türk Eğitim-Sen Genel Başkanı İsmail Koncuk, 14 Mart tarihinde Rize, 15 Mart tarihinde de Trabzon Şubelerinin istişare toplantılarına katıldı. Genel Başkan’a Genel Teşkilatlandırma Sekreteri Talip Geylan ile Genel Eğitim ve Sosyal İşler Sekreteri Cengiz Kocakaplan eşlik etti. Toplantılarda Rize ve Trabzon 1 ve 2 No’lu Şube Başkanları, şubelerin yönetim kurulu üyeleri, işyeri ve ilçe temsilcileri ile şubelerin kadın komisyonu üyeleri katıldı.
Üzerinde güvenle yaşayacağımız bir vatan toprağı yoksa, namusumuz da, şerefimiz de tehlike altına girer. Dolayısıyla bu coğrafyayı nasıl vatan yaptığımızın, nasıl bedeller ödediğimizin iyi anlaşması gerekir.
Toplantılar şube başkanlarının açılış konuşmasıyla başladı. Türkiye Kamu-Sen ve Türk Eğitim-Sen Genel Başkanı İsmail Koncuk da kürsüye gelerek bir konuşma yaptı. Genel Başkan Koncuk, “Son yıllarda yaşadıklarımızı değerlendirdiğimizde, ‘millet olma özelliğimizi kaybediyor muyuz?’ sorusunu sormayan ve endişelenmeyen insanların sayısı çok azdır” diyerek, insanların büyük kısmının sadece kendi nefsi için yaşayan insanlar haline geldiğini kaydetti. Koncuk, “Okumuş, mürekkep yalamış, aydın değimiz insanlar dahi bu milletin gelecek davasını omuzlamak, ülkemizin yaşadığı sıkıntıları çözmek adına doğru şeyleri terennüm etmek yerine, ‘Aman başıma bir iş gelmesin, menfaatlerimden olmayayım’ şeklinde bir kaygı içine girdi. Böyle giderse millet olma özelliğimizi hızla yitireceğiz. Millet olamayan toplumların, mesela Suriyeli sığınmacıların yaşadıklarını görüyorsunuz. Üzerinde güvenle yaşayacağımız bir vatan toprağı yoksa, namusumuz da, şerefimiz de tehlike altına girer. Dolayısıyla bu coğrafyayı nasıl vatan yaptığımızın, nasıl bedeller ödediğimizin iyi anlaşması gerekir” dedi.
Terör saldırılarında hayatını kaybeden vatandaşlarımızın şehit sayılması gerekmektedir. Bu konuda gerekli düzenlemeler yapılmalıdır.
Ankara’da yapılan terör saldırısında hayatını kaybeden vatandaşlarımıza Allah’tan rahmet, yaralı vatandaşlarımıza da acil şifalar dileyen Koncuk şunları kaydetti: “Ankara’da kahpece bir saldırı yapıldı. Terör saldırılarında hayatını kaybeden vatandaşlarımızın şehit sayılması gerekmektedir. Bu konuda gerekli düzenlemeler yapılmalıdır. Terör örgütü hedef gözetmeden saldırıyor. PKK terör örgütünün bir strateji değişikliği ile sivil vatandaşları hedef aldığını görüyoruz. Ankara’da 13 Mart tarihinde yapılan son bir ay içindeki 2’inci, son 5 ay içindeki de 3’üncü saldırıdır. Bu saldırıların nerede gerçekleştirildiğine baktığımızda güvenlik zafiyetinin varlığını görmek mümkündür. Ankara’daki son iki saldırı Bakanlık binalarına, TBMM’ye çok yakın yerlerde gerçekleştirilmiştir. Ankara’da bir bomba patlatılacaksa sayılabilecek iki üç yer buralardır. Buna rağmen kimse sorumluluk üstlenmiyor. Oysa Ankara’nın göbeğinde bombalar patlarken, birilerinin bunu sorgulaması, birilerinin de sorumluluk üstlenmesi gerekmektedir. Üstelik olası terör saldırılarına karşı tedbir alınmamasını da kabul etmiyoruz.
Gelişmiş ülke, terör saldırılarını sineye çekenlerin yaşadığı ülke değildir. Gelişmiş ülke, demokrasiyle, hukuk ilkesiyle yönetilen ve iktidarların yaptığı hataları sorgulayan ülkedir. Soruyorum size, istihbarat örgütleri niye var? İstihbarat örgütleri birilerinin yatak odasını gözetlemek için değil, milletin güvenliğini sağlamak için var. Peki bu kahpece terör saldırıları son olacak mı? İnşallah bu saldırılar son olur ve bundan sonra tüm illerimizde terör saldırılarının yapılma ihtimali göz önüne alınarak, her türlü tedbir alınır. Tabi bugüne baktığımızda bu saldırılar son olmayacak gibi görünüyor. Herkes şunu bilmelidir ki; biz milletimizden tarafız. Terörle mücadelede, emniyet güçlerimizin ve Türk Silahlı Kuvvetlerimizin yanındayız. Bunlar, milletimizin Anadolu coğrafyasında varlığına tahammül edemeyen güçlerin organize kirli işleridir.”
Asfaltın altına bombalar yerleştirilirken, mülki amirler, valiler kaymakamlar, güvenlik güçleri bunu görmezden gelmiştir. Şehirler silah deposu haline getirilirken, çözüm süreci akamete uğramasın diye yöneticiler sessiz kalmıştır. Tüm bunlar milletimize yapılan bir ihanettir.
Çözüm sürecine değinen Koncuk, “Çözüm sürecini şöyle bir hatırlayın. Anaların gözyaşının dineceği söylenmişti. Hatta o dönemde bana da akil adamlık teklif edilmiş, inanmadığım bir sürecin içinde olmayacağımı söyleyerek, bu teklifi reddetmiştim. Öte yandan bu sürecin doğru olmadığını, mücadele edilmesi gereken terör örgütü PKK’yı daha da büyütebileceğini ifade etmiştik. Bugün çözüm süreci adı verilen bu sürecin, terör örgütüne can suyu süreci olduğunu görüyoruz. Asfaltın altına bombalar yerleştirilirken, mülki amirler, valiler kaymakamlar, güvenlik güçleri bunu görmezden gelmiştir. Şehirler silah deposu haline getirilirken, çözüm süreci akamete uğramasın diye yöneticiler sessiz kalmıştır. Tüm bunlar milletimize yapılan bir ihanettir. Milletimiz bu ihanetin sorumlularını asla unutmayacak, hesap soracaktır. Elbette gün gelecek sorumluluk makamındakiler mutlaka bunun bedelini ödeyecektir. Bir millet nereden gelirse gelsin, hangi sebeplerle olursa olsun yapılan ihanetleri unutursa, kendisine de ihanet etmiş olur. Unutan, hesap sormayan bilerek ya da bilmeyerek ihanetin bir tarafındadır” diye konuştu.
Tüm bunlar, Türkiye’de birileri servetine servet katsın diye bu memleketin evlatlarını ucuz iş gücü olarak görme hastalığının çalışma hayatına yansımış şeklidir ve tüm insanlarımızı doğrudan doğruya ilgilendiren gelişmelerdir.
Çalışma hayatında yaşananlara dikkat çeken Genel Başkan Koncuk, taşeron çalışanların sayısının 14 yılda 20 binden 720 bine ulaştığını kaydetti. Koncuk, “Taşeron patronların yanında çalışanlar bizim evlatlarımızdır. Üniversiteyi binbir zorlukla okuttuğumuz evlatlarımız taşeron patronların sömürüsüne açık hale getirilmiştir. Türkiye’de taşeron sistem adeta asıl çalışma yöntemi haline getirilmiştir. Öte yandan 4/C’li, 4/B’li çalışanlar da bulunmaktadır. Hatırlarsanız 2006 yılında kısmi zamanlı sözleşmeli öğreticilik getirilmişti. Türk Eğitim-Sen olarak kısmi zamanlı sözleşmeli öğreticiliğe dava açmış, bu uygulamayı iptal ettirmiştik. Bunun üzerine öğretmenlikte 4/B’li çalışma modelini getirdiler. Bununla da yıllarca mücadele ettik. 4/B’li öğretmenliğin kaldırılması ile ilgili yapmadığımız eylem, söylemediğimiz söz kalmadı. Yapılması gereken her şeyi yaptık ve 4/B’li öğretmenlere 2011 seçimleri öncesinde kadro verdiler. Ama bugün kamuda hala 4/B’li çalışanlar var. Öte yandan belediyelerde 50 bin kişi 5393 sayılı yasaya göre çalışıyor. PTT’de idari hizmet sözleşmesi olanlar var. Vekil ebe, vekil imam, vekil hemşire var. Bugünlerde esnek istihdam, part-time çalışma, kiralık işçi dönemi, özel istihdam büroları getiriliyor. İhtiyaç sahipleri özel istihdam bürolarından eleman seçecekler. Tıpkı eski amele pazarı gibi. Bu çalışanların hiçbir hakkı olmayacak. Kıdem tazminatı da alamayacaklar, emekli dahi olmayacaklar. Tüm bunlar, Türkiye’de birileri servetine servet katsın diye bu memleketin evlatlarını ucuz iş gücü olarak görme hastalığının çalışma hayatına yansımış şeklidir ve tüm insanlarımızı doğrudan doğruya ilgilendiren gelişmelerdir. Yine tüm bunlar milletimize çalışma hayatı yönüyle atılan bir kazıktır ve evlatlarımızın geleceğine ihanettir. İsterse babamız yapsın, çalışma hayatını bu şekilde dizayn etmek insanları köleleştirmektir. Düşünün bu istihdam türleri olmasa insanlar ya devlet memuru ya kamu işçisi olacak” diye konuştu.
Üzerine basa basa söylüyorum, memurların iş güvencesi yok. Memurların yargı hakkı var.
657 Sayılı DMK’nın değiştirilmeye çalışıldığını belirten Koncuk memurlarla ilgili bilgi kirliliği de oluşturulduğunu söyledi. Koncuk şunları kaydetti: “ ‘657 Sayılı Kanun değişmelidir’ diyorlar. Neden? Çünkü memurları istedikleri gibi kapının önüne koyamıyorlar. İşlerine gelmeyen memuru kapının önüne koymaya engel olduğu için 657 Sayılı DMK’yı değiştirecekler? Siyasetçi bu ülkede istediği gibi at oynatsın diye mi 657 Sayılı DMK’yı değiştirecekler?
Bu kanunu değiştirme niyetleri var ama memurların kazanılmış haklarını ortadan kaldırmaları kolay değil. Soruyorum, memurların iş güvencesi var mı? Yok öyle bir şey. Milleti böyle aldatıyorlar. Üzerine basa basa söylüyorum, memurların iş güvencesi yok. Memurların yargı hakkı var. Memurların, idarenin her türlü tasarrufuna karşı dava açma hakkı var. Yargı hakkı çiftçinin de var, esnafın da var. Memurların yargı hakkı Anayasa’nın 125. Maddesi’nden doğan bir haktır. Bu madde, idarenin tüm iş ve işlemlerinin yargı denetimine tabi olduğunu ifade etmektedir. Dolayısıyla memurların sınırsız mutlak bir iş güvencesi yok. ‘Memurların sınırsız bir iş güvencesi var’ diyenler koskoca bir yalancıdır. Anayasa’nın 125. Maddesi’ni ortadan kaldırsalar bile yargı hakkımız yine ortadan kalkmaz. Bu kez Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin imzaladığı uluslararası sözleşmeler devreye girer. Kopenhag kriterleri var, Avrupa Sosyal Şartı var, ILO Sözleşmesi var. Bu sözleşmelerden doğan haklarımız var. Bunlar evrensel insan haklarından faydalanmayı sağlayan ve Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin de taahhüt ederek altına imza attığı kriterlerdir. Anayasanın 90’ıncı maddesi uluslararası sözleşmeleri kanun hükmünde görüyor. Tüm bunları birlikte değerlendirdiğimizde, yargı hakkımızı kaldırmak kolay bir iş değildir. Birileri, memurları sanki bu ülkenin farklı bir tabakası gibi, entelektüel, halktan kopuk grubu gibi takdim ediyor. Bir kez daha söylüyorum, diğer vatandaşların ne kadar hakkı varsa, memurların da o kadar hakkı var. Memurların sınırsız bir iş güvencesi yok. Meslekten atılan binlerce memur var. Bazı kanunların memurları koruma altına aldığı gibi bir düşünce var. Oysa bunlar, devlet memurunun devlet adına yaptığı işlerden dolayı korunması sonucunu doğuran kanunlardır. Aksi taktirde devlet memurları iş üretemez. Yani bu kanunlar memurları değil, devlet hizmetini koruyan kanunlardır. Ama tüm bunlar yanlış anlatılıyor ve devlet memurları ile ilgili bilgi kirliliği oluşturuluyor, düşman cephe yaratılmak isteniyor.”
OECD ülkelerinin ortaya koyduğu kalitede bir hizmete ulaşmak için 2 milyon 600 bin olan memur sayısını 5 milyon 200 bine çıkarmamız lazım. Belçika’da 12 vatandaşa bir memur düşüyor. Hatta bazı ülkelerde 9 vatandaşa bir memur düşüyor. Bu ülkeleri de baz aldığımızda Türkiye’de istihdam ettiğimiz memuru tam 3 katına çıkarmamız lazım.
Koncuk, memurların fazla çalıştığı iddialarına da değinerek, şöyle konuştu: “2013 yılında Abant’ta bir çalıştay yapılmıştı. Dönemin Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Faruk Çelik de o çalıştaydaydı. Söz konusu çalıştay’da memur sayısının fazla olduğu iddialarını gündeme getirerek, ‘Milleti niye aldatıyorsunuz, doğru bilgi vermiyorsunuz’ demiştim.
Bakınız; toplumda memurlar ile ilgili öylesine yanlış bilgiler oluşturulmuş ki, memurlar kadın ise örgü ören, erkek ise bilgisayar başında okey oynayan insanlar olarak gösteriliyor. Bütün devlet memurlarını böyle tanımlayan bir zihniyet söz konusudur. Bunlar doğru değildir. Üstelik Türkiye’de memur sayısı gelişmiş ülkelerle mukayese edilemeyecek kadar azdır. OECD ülkelerinin ortalamasını baz aldığınızda her 15 vatandaşa bir devlet memuru düşüyor. Türkiye’de ise 29 vatandaşa bir memur düşüyor. Şanlıurfa ve İstanbul’da 43 vatandaşa bir memur düşüyor. Demek ki OECD ülkelerinin ortaya koyduğu kalitede bir hizmete ulaşmak için 2 milyon 600 bin olan memur sayısını 5 milyon 200 bine çıkarmamız lazım. Belçika’da 12 vatandaşa bir memur düşüyor. Hatta bazı ülkelerde 9 vatandaşa bir memur düşüyor. Bu ülkeleri de baz aldığımızda Türkiye’de istihdam ettiğimiz memuru tam 3 katına çıkarmamız lazım. Hastanelerde ihtiyaç olan hemşire sayısı ise tam 200 bin.
Hem 70 binin üzerinde ücretli öğretmen görev yapacak hem de Milli Eğitim Bakanı ‘Ağustos’ta öğretmen ataması yapmayacağız’ diyecek. Bunu nasıl kabul edebiliriz?
Sayın Milli Eğitim Bakanı Nabi Avcı bir açıklamasında öğretmen ihtiyacının çok az kaldığını ifade etti. Peki Sayın Bakan’a soruyorum: Öğretmen ihtiyacı fazla yoksa neden 73 ilde 70 bin 293 ücretli öğretmen çalıştırıyorsunuz? Sadece İstanbul’da şu anda 15 bin ücretli öğretmen görev yapıyor. Hem 70 binin üzerinde ücretli öğretmen görev yapacak hem de Milli Eğitim Bakanı ‘Ağustos’ta öğretmen ataması yapmayacağız’ diyecek. Bunu nasıl kabul edebiliriz? Milli Eğitim Bakanlarının görevi toplumu aldatmak değil, ihtiyacımız olan kadrolu öğretmen sayısını şeffaf bir şekilde kamuoyuna açıklamaktır. Üstelik ücretli öğretmenlerin bir kısmı lisans mezunu bile değildir. İki yıllık yüksek okul mezunları ücretli öğretmen olarak görev yapmaktadır. Eğer bu kişiler ile eğitim- öğretim yaparsanız, Türk milli eğitiminde hedeflerinize ulaşmanız mümkün olmayacaktır.”
Milletimiz tarafından siyasal iktidar olarak görevlendirilmeniz kamu hayatını param parça etme hakkını size vermez, Cumhuriyet tarihi boyunca kazanılmış haklarımızı elimizden alma hakkını size vermez.
Koncuk sözlerini şöyle sürdürdü: “Çalışma hayatındaki tehditlere karşı hep birlikte diri, sağlam bir sendikal mücadele vererek, ‘Kendinize gelin, devlet memurlarının memurluk sıfatıyla uğraşmayın’ diyebilmeliyiz. Milletimiz tarafından siyasal iktidar olarak görevlendirilmeniz kamu hayatını param parça etme hakkını size vermez, Cumhuriyet tarihi boyunca kazanılmış haklarımızı elimizden alma hakkını size vermez. Tüm bunları muhataplarımızın yüzüne ifade edebilmeliyiz. Ama bunu yapmak yerine, yandaş sendikal anlayışı destekler ve kamu çalışanı tanımı elden giderken seyreden bu sendikal anlayış memurların temsilcisi olarak resmen görevlendirilirse, elbette haklarımızı koruyabilmemiz mümkün olmayacaktır. Türkiye’de öyle marazlı bir sendikal anlayış oluştu ki, bunlar adeta çalışma hayatının mikrobu haline geldi. İşleri güçleri huzursuzluk yaratmak ve kul hakkı yemektir. Yüce Allah, ‘işi ehline veriniz’ diye emrediyor, buna rağmen işi yandaşa veriyorlar. Bunlar için memurların Cumhuriyet tarihi boyunca elde ettiği kazanımların siyasal iktidar tarafından bir bir ellerinden alınmak istenmesinin hiçbir anlamı yok; çalışma hayatında kiralık işçi döneminin başlayacak olmasının, evlatlarımızın köleleştirilmesine yönelik bir çalışma hayatı dizayn edilmesinin önemi yok. Peki soruyorum, o halde sendikal mücadele neden var? Dünya literatüründe sendikaların varlık sebepleri ve mücadele alanları bellidir ama bunu sağlama alacak olan, sendikalardan ziyade, kamu çalışanlarının tutum ve davranışlarıdır. Eğer sendikal tercihlerimizi sanal korkularla ve küçük menfaatler uğruna yaparsak, kaybederiz. Birileri, bir yerlere üye yaptıkça o makam koltuğunu sağlama alıyor, birileri de atlama taşı olarak kullanıyor. O makamı zaten birileri satın almış. Bir yandaş sendikaya hizmet etme sözüne karşılık satın almış. O makam koltuğu altından gitmesin diye elbette sizin üzerinizde her türlü tasarrufa sahip olduğunu düşünüyorlar. Bu, onların menfaatidir. Bizim menfaatimiz ise büyük menfaatlerdir. Bizim menfaatimiz; Cumhuriyet tarihi boyunca elde ettiğimiz kazanımlardır, toplu sözleşme masasında bizi pazarlamayacak olan sendikaları yetkilendirmektir. O okul müdürü, o hastane başhekimi, o ilçe milli eğitim müdürü, bırakınız ne yaparsa yapsın, ateş olsa cürüm kadar yer yakarlar. Kim bunlar?”
Şu anda güçlü olduğunu zanneden, o makamın adamı olmayan, hiç hak etmediği yerlere gelen bu insanlar yaptıklarının bedelini ödeyecekler.
Genel Başkan İsmail Koncuk, hangi makamda olursa olsun, bu çete anlayışı ile devlet memurlarını ezenlerin, koltuğundan güç aldığını zannederek kanunların kendilerine vermediği yetkiyi kullanmaya çalışanların yaptıkları hukuksuzluğun hesabını vereceklerini bildirdi. Koncuk, “Kimse bu yapılanları unutacağımızı zannetmesin. Bunlar çetedir. Bu devranın böyle devam edeceğini, o koltukların baki kalacağını zannetmesinler. Bu topraklar Sultan Süleyman’a kalmadı. Şu anda güçlü olduğunu zanneden, o makamın adamı olmayan, hiç hak etmediği yerlere gelen bu insanlar yaptıklarının bedelini ödeyecekler. Zalim olanlar, zulme sığınanlar, adaletten sapanlar geçmişte de bunun bedelini ödemişlerdir. Dolayısıyla biz de bunun hesabını mutlaka sorarız” diye konuştu.
Bazıları, ‘Risk alıyorsunuz’ diyor. Ben risk almıyorum, sadece doğruları söylüyorum. Asıl risk alanlar ahlaksızlık bataklığına batan, namussuz işler yapanlardır.
Koncuk sözlerini şöyle sürdürdü: “Hatırlarsanız ihtilal yaptığı dönemde Kenan Evren’in posterleri evlerin duvarlarına asılırdı. Evren öldüğünde ‘Allah rahmet eylesin’ diyenler oldu mu? Evren’in tabutunu omuzlayan hiç kimse yoktu. O posterleri asan yağcı takımı ise bugün Evren’in bir numaralı düşmanı haline geldi. İşte bunlar insan hayatında örnektir. Dolayısıyla zalimler en ya da geç hak ettiği bedeli mutlaka öderler. Biz kimseden korkmuyoruz. Hep doğruları söylüyoruz. Bazıları, ‘Risk alıyorsunuz’ diyor. Ben risk almıyorum, sadece doğruları söylüyorum. Asıl risk alanlar, ahlaksızlık bataklığına batan, namussuz işler yapanlardır.”
Nereye kaçarsa kaçsınlar, alçaklığın, çeteciliğin hesabını verecekler.
Koncuk şunları da kaydetti: “Hepinizin bildiği gibi okul müdürleri görevlerinden alındığında, bu çetelerle ilgili bütün teşkilatlarımıza talimat göndermiş, hepsiyle ilgili suç duyurusunda bulunmuş ve haklarında idari soruşturma açılmasını istemiştik. Bu çetelerin, alçakların adını unutmamak için tarihe kayıt düşmek ve arşive kaydetmek istedik. Şöyle bir örnek vereyim: Muğla'da müdürlük mülakatında Komisyon Başkanı Milas İlçe Milli Eğitim Müdürü, komisyonun göreve başlamasından önce komisyon üyelerine, 'İlçe Milli Eğitim Müdürleri kimlerle çalışmak istediklerini belirlediler. Hatta kimin hangi okula atanacağı belirlendi. Biz de bu isimlere bu puanları vereceğiz' dedi. Komisyon üyesi Ali Öğütveren'in ise hazır listeleri onaylamadığı için İl Milli Eğitim Müdürü tarafından istifası istendi. Bu kepazeliğe alet olmak istemeyen şube müdürü, Muğla Valiliği'ne tüm olan biteni anlatan bir dilekçe vererek istifa etti. Biz de gerekenleri yaptık. O tetikçi Muğla İl Milli Eğitim Müdürü görevden alındı. Ama bazıları var. Onları da unutmayacağız. Mesela Milas İlçe Milli Eğitim Müdürü. Şu anda kendisi Konya Ereğli İlçe Milli Eğitim Müdürü. Nereye giderse gitsin, yaptıklarını unutmayacağız, yapılan zulmü unutmayacağız. Nereye kaçarsa kaçsınlar, alçaklığın, çeteciliğin hesabını verecekler.”
Kamuda adeta mikrop haline gelen bu yandaş sendikacılık anlayışı devam ettiği sürece masada daha çok pazarlanırız; kazanılmış haklarımızı kaybederiz; çalışma hayatı parçalı hale gelir.
Toplu sözleşme sürecine de değinen Koncuk şunları kaydetti: “Bilindiği gibi 2013 yılında yapılan toplu sözleşme 2014 ve 2015 yıllarını kapsıyordu. 2015 yılında yapılan toplu sözleşme ise, 2016 ve 2017 yıllarını kapsamaktadır. 2015 yılında yapılan toplu sözleşmede yetkili konfederasyonun Genel Başkanı Ali Yalçın, 2013 yılında imzalanan toplu sözleşmedeki enflasyon farkı ile ilgili maddeyi memurların aleyhine değiştirmiş. 1 milyon 900 bin emekli ve 2 milyon 600 bin memur acemi sendikacı Ali Yalçın’ın hatası nedeniyle aylık yüzde 1.8 kayba uğradı. Bu durum ek ders ücretlerine, aile ve çocuk yardımına, emekli ikramiyelerine, emekli maaşlarına yansıdı. Bakınız; eğer Türkiye Kamu-Sen’in Genel Başkanı olarak bu hatayı ben yapmış olsaydım, bütün samimiyetimle ifade ediyorum, sizlerin karşısına hitap etmeye cesaret edemezdim, zaten sizler de bana müsaade etmezdiniz. Bu nasıl bir sendikacılık anlayışıdır? ‘Hedef 1 milyon üye’ diyorlar. Yani ‘Masada pazarlanacak bana daha çok memur lazım’ demek istiyorlar. Bu yapılanları ben ne kadar anlatırsam anlatayım, yeterli olamam. Ama bu mücadeleyi beraber yaparsak bir anlam ifade eder, çalışma hayatında olan biteni kamu çalışanlarına izah etmemiz biraz daha kolay olabilir. Kamuda adeta mikrop haline gelen bu yandaş sendikacılık anlayışı devam ettiği sürece masada daha çok pazarlanırız; kazanılmış haklarımızı kaybederiz; çalışma hayatı parçalı hale gelir. Bu nedenle bizim sağlam, mücadeleci, diri ve kararlı bir sendikal mücadeleyi hep birlikte vermemiz lazım. Bunu yapacağınıza bütün yüreğimle inanıyorum.”
Toplantıların ardından Genel Başkan ve beraberindeki heyet, Trabzon Of İlçe Temsilciliği’ni ve Trabzon Beşikdüzü İlçe Temsilciliği’ni ziyaret ederek, üyelerimiz ile bir araya geldi. Genel Başkan, Trabzon 2 No’lu Şube’ye bağlı Karadeniz Teknik Üniversitesi İşyeri Temsilciliğini de ziyaret ederek, üniversite çalışanları ile fikir alış verişinde bulundu.