Türkiye Kamu-Sen ve Türk Eğitim-Sen Genel Başkanı İsmail Koncuk, Kocaeli Türk Ocakları tarafından 8. Kocaeli Kitap Fuarı faaliyetleri kapsamında düzenlenen "Türkiye'de memur sendikacılığı, çalışma hayatı ve Türkiye Kamu - Sen" konulu konferansta katılımcılara hitap etti.
Katılımcıları selamlayarak konferansa başlayan Genel Başkan İsmail Koncuk, sendikal faaliyetlerin Türkiye için son derece önemli olduğuna vurgu yaparak, Türkiye Kamu-Sen’in sendikal faaliyeti önemseyen, bir hareket olduğunu ve sendikacılığı “İnsanı kazanma davası olarak gördüğünü” belirtti.
Genel Başkan Koncuk;
“Bizleri dinlemek için buraya kadar geldiğimiz için hepinize teşekkür ediyorum. Sendikal faaliyet son derece önemli bir faaliyettir ama sendikal faaliyetin önemine uygun bir faaliyet olabilmesi için öncelikle o ülkenin demokrasi ile yönetilen bir ülke olması lazım. Kamil bir demokrasi lazım. Çünkü sendikal mücadele bir hak mücadelesi ise bunun insan hakları merkezli, demokrasinin olgunlaştığı, kamil hale geldiği bir ülkede yapılabilir bir faaliyet olma mecburiyeti var. Türkiye’de sendikacılığın zor yapıldığı bir ülke haline geldi maalesef. Bunu üzülerek söyleyeyim. Türkiye demokratik bir ülke değil midir? sorusu akıllara gelebilir bu noktada. Türkiye demokratik bir ülke olma özelliğini her geçen gün kaybeden bir ülke görüntüsü içerisindedir. Böyle bir ortamda sendikal faaliyeti yapmakta zor hale gelmektedir. Sendikal faaliyetin bir yüzü sendikal çalışmalar ise bir yüzü de sivil toplum kuruluşu olma yönüdür. Türkiye Kamu-Sen hareketi bir aydınlar hareketidir, ben böyle tanımlıyorum. O halde Türkiye Kamu-Sen bir aydınlar hareketi ise salt sendikacılık yapmamalı, başka şeylerle de ilgilenmeli diye düşünüyorum. Dolayısıyla Türkiye Kamu-Sen ülkemizi, aziz milletimizi ilgilendiren her konuda emek sarf eden ender sendikalardan birisidir. Türkiye Kamu-Sen’i biz yüzde yüz yerli ve milli bir hareket olarak tanımlıyoruz. Buna ihtiyacımız var, hem yerli hem de milli olmaya ihtiyacımız var ama buradaki kastım sözde bir millilik değildir. Gerçek anlamda milli olmaktan bahsediyorum. Bu milletin menfaatlerini esas alan bir anlayıştan bahsediyorum.
Sendikasınız ve bir STK’sınız. Nerede? Anadolu coğrafyasında. O halde beslenme kaynağınız Anadolu coğrafyası, milletin değerleri, milli kimliği ve manevi hayatıdır. Elbette bu şu anlama gelmemeli. Evrensel değerlerin hiç mi önemi yok? Tabii ki son derece önemli, çünkü milletler dünya ile beraber yürümek zorundadır. Toplum kendisini gelişmiş dünyadan soyutlarsa o milletin gelişmiş dünyanın önceliklerinden bir fayda sağlaması mümkün olmaz. Biz Türkiye Kamu-Sen olarak sendikal faaliyeti önemseyen, bir hareketiz. İnsanı kazanma davası olarak görmekteyiz biz sendikal mücadeleyi. İnsanın şahsiyetini yere düşürmemek. Bu son derece önemlidir. Bir milyon, iki milyon üye sayınız olabilir ama biz üyemizin şahsiyetini yere düşürmek pahasına milyonlarca üyemiz olsun da nasıl olursa olsun mantığında asla olmadık. İnsanı kazanmanın temel hedefimiz olduğunu ifade ettik. “Ezerek üye yapmayın” dedik, “Korkutarak, ürküterek sendikal faaliyetlerinizi bir korku aracı olarak kullanmayın” dedik teşkilatlarımıza.
Kamu alanı oldukça karışık. Halbuki kamusal alan ülke için vazgeçilmez bir öneme sahiptir. Düşünün ülkeyi kim yönetirse yönetsin öğretmene, doktora, ebeye hemşireye, postacıya ormancıya, tarım çalışanına, ulaştırma sektörüne, adalet teşkilatına ihtiyacı var. O halde kamu düzeni dediğimiz ve bir ülkenin yönetiminin en önemli unsuru olan bu düzenin sağlayıcıları son derece müdrik, karakterli ve kendine güven duyan insanlar olmalı ve bu bir millet için ne kadar önemlidir. Bir öğretmeni ele alın, ahlaktan nasibini almadığını düşünün Allah korusun. İçinde yaşadığı milletin milli ve manevi değerlerinden feyz almamış bir öğretmenin bu ülkeyi götüreceği yer neresi olabilir? Sadece kendisi için yaşayan bir öğretmen öğrencisine ne verebilir? Eğitim davası gibi bir davayı omuzlayan insanların önce karakterli, korkmayan, kendine güvenen ve geleceğe korkmadan öğrencilerini yürütebilecek insanlar olması lazım. Biz öğretmeni tanımlarken, “Öğrencilerimizin davranışlarını olumsuzdan olumluya çevirme mücadelesi yapan kişidir öğretmen” diyoruz. Bir Matematik öğretmeni çok iyi olabilir ama öğrencisine hayat içinde karşılaşacağı yanlışlara karşı sağlam bir duruşu öğretemiyorsa istediği kadar matematik öğretsin, bizim ihtiyacımız iyi matematik bilen ama bunun yanında ahlaklı, geleceğe, korkmadan yürüyen milletini ve insanlığı seven, evrensel değerlere önem veren insanlar lazım ki bu milletin bir gelecek davası olsun.
Kamu düzeni dediğimiz ve düzeni omuzlayan insanları koruyamazsak, korkak, egoist sadece kendisi için yaşayan insanlar haline getirirsek, kamu düzeninden bahsetmek mümkün olmaz. Böyle bir düzende emrine milyarlar verilen insanların suistimaline engel olamazsınız, hırsızlığa, namussuzluğa engel olmazsınız. Türkiye’de sendikal faaliyetin gerçek anlamda insanı kazanmak adına bir düzen içinde bu mücadelenin yapılması gerekir. Peki böyle mi? Hayır paralel yapı diye bir moda laf aldı yürüdü. Bizde diyoruz ki, Türkiye Kamu-Sen olarak esas paralel yapıyı göz ardı ediyorsunuz. Kamuda örgütlenmiş olan kamu düzenini alt üst eden bir sendika var şu anda. Sayın Cumhurbaşkanı “Paralel” der konuşmalarında. Bende kendisine Kocaeli’nden sesleneyim, “Eğer siz paralel yapı arıyorsanız kamu düzenini alt üst eden çalışma barışını bozan, kamunun mikrobu haline gelmiş bu sendikalara bakı, bunları da göz ardı etmeyin” Kamuda bu paralel yapı var olduğu sürece çalışma barışı sağlanmış bir kamu düzenini kurabilmek mümkün değildir. Korkan, sinen, şahsiyeti un ufak edilmiş insanlarla kamu düzenin, sağlayamazsınız. Şahsiyeti zayıflatılmış, korkutulmuş, sindirilmiş bir eğitim ordusuyla eğitim davasını başarıya ulaştıramazsınız, sağlık problemlerini çözemezsiniz.
O nedenle sendikal faaliyet önemli, ben sendikal faaliyetin önemini vurgularken sadece kamu çalışanlarının hak ve menfaatleri açısında söylemiyorum, bir milletin geleceği bakımından önemlidir diyorum. Çünkü kamu çalışanları dediğimiz yapı üniversitelerde, okullarda, hastanelerde bu milletin en aydın insanlarını barındıran yapıdır. Kamu düzenini, sağlayan yani kamu çalışanları bu toplumun en aydın insanlarıdır. Elit demiyorum, elit halktan ayrıdır. Aydınlar halkla beraber yürüyen insanlardır. Öğretmen olarak, hemşire olarak, postacı olarak, imam olarak halkla beraberdir. O halde bu aydın zümre anladığımız anlamda kendine güven duyan, korkmayan, karakteri sapasağlam olan, asla kendisi için yaşamaması gerektiğini bilen insanlar olması lazım ama maalesef o paralel sendika Türkiye’de egoizm hastalığını o kadar yaygın hale getirdi ki, kendini pazarlamaya hazır binlerce insan oluştu. Çok küçük menfaatler uğruna kendini pazarlamaya hazır insanlar oluşturuldu. Bunlar her yerde. Kendisi için yaşayanların ahlakı olabilir mi? Ahlak, önce toplumsal düşünmeyi gerektirir. Egosu en önde olan insanların ahlaki bir değeri olamaz. Bizim anladığımız anlamda, bir Müslüman Türk olarak ahlakı olamaz.
Hz. Peygamberimiz İslam’ı tanımlarken, “Din güzel ahlaktan ibarettir” diyor. Bu kadar net ve kısa. O zaman şunu sormalıyız, “Güzel ahlak nedir?” Koskoca İslam dini Peygamberimizin ifadesiyle, ahlak kelimesinin içine sığabiliyorsa, o halde ahlak nedir? Ahlak öncelikle başkalarının hakkına saygı duymaktır. Yüce Allah buyuruyor ki, “Bana kul hakkıyla gelmeyin, her şeyi affederim ama kul hakkını affedemem” diyor. Kul hakkı yemek bu ülkede bir moda haline geldi Okul müdürü olacak bir kişi “Benden daha layık insanlar var” demiyor. “Nefsim için o makamda benim olmam lazım” diyor. Böyle bir hastalıklı anlayışla, ne Peygamber efendimizin tanımladığı ahlakı, ne de toplumsal düşünme anlayışını karşılayabiliriz. Bizlerin gerçekten bir silkinmesi lazım, kendine gelmesi lazım. Orhun abidelerinde ne yazıyordu, “Üstte gök çökmedikçe, altta yer delinmedikçe, senin ilini ve töreni kim bozabilir, ey Türk titre ve kendine dön” Asırlar önce atalarımız bunları söylemiş ama titremeyi beceremedik bir türlü. Titremeyi kendi nefsi için anlayan insanlar çoğaldı. Adalet duygusundan uzak davranışlar içindeyiz.
Kocaeli’nde, Gebze’de ve Türkiye’nin her yerinde de yaşandı, yıllardır Türk milli eğitimine omuz veren insanlar bir gecede görevden alındı. Türkiye bunu darbe dönemlerinde bile yaşamadı. O dönemlerde dahi okul yöneticilerinin bir kanunla görevlerine son verildiğini görmedik. İşini yaparken bir kanunla insanların görevine son verilmedi ama 2014’de oldu. Adeta bir darbe bu. Darbecilerin zulmünü aşan bir zulümle karşı karşıya kaldık. Eğer işini yapan ahlaklı, dürüst insanları bir takım insanlar o makamlardan alaşağı ediyorsa o insanların ahlakını sorgulamak lazım. Bu milletin geleceği düzgün insanlarla şekillenir. İşini iyi yapan insanlar hangi siyasi düşüncede olursa olsun devlet o insanı bu milletin geleceği adına korumak zorundadır. Yüce dinimizin emridir, “İşi ehline verin” işi ehline vermemek insanların dini inançları bakımında da ne kadar zayıf olduklarını gösterir. Bugün iş başında olanları hep birlikte görüyoruz, yargı kararlarını dahi uygulamıyorlar.
Sayın Başbakan 1 Mayıs öncesi bizlerle bir araya geldi. Kendisine orada da ifade ettim yargı kararlarının uygulanmadığını. Kendisi hukukun üstünlüğünden bahsetti, bende “Amenna ama hukukun üstünlüğü için önce yargı kararlarının uygulanması lazım” dedim. “Eğer yargı kararları uygulanmıyorsa orada hukukun üstünlüğünden bahsedemeyiz” diye kendisine ifade ettim. “Bir talimat verin ve yargı kararları uygulansın” dedim. Ancak, Sayın Başbakan’ın ömrü vefa etmedi. Başbakan’ın başına bu işlerin gelmesi parti içi meseleler. Ancak, böyle bir usul ile görevi bırakacak olması, demokrasi açısından kaygı verici bir durumdur” dedi.
GENEL BAŞKAN KONCUK: TÜRKİYE CUMHURİYETİ ŞEHİT KANLARI ÜZERİNE KURULMUŞ AZİZ BİR VATANDIR
Ortadoğu’da yaşanan gelişmeler dikkat çeken Genel Başkan İsmail Koncuk, “Bu vatan bizim şerefimizdir, namusumuzdur, evlatlarımızın geleceğidir” diyerek herkesi ülkemizde yaşanan siyasi gelişmeleri iyi değerlendirmeye davet etti.
Genel Başkan Koncuk;
“Hangi siyasi görüşte olursak olalım; demokrasi olmazsa adalet olmaz, sivil toplum faaliyeti olmaz, devletin insanlara eşit şekilde yaklaşımı söz konusu olmaz, hukuk olmaz. Bu gelişmelerin vatandaşlar nezdinde çok iyi değerlendirilmesi lazım. Artık aklımızı başımıza almamız gerekiyor. Demokrasinin ülkemizde ne hale geldiğini hepimizin sorgulaması lazım. Bu ülkede hepimizin evlatları yaşayacak. Türkiye Cumhuriyeti Devleti kimsenin babasının çiftliği değildir. Şehit kanları üzerine kurulmuş, aziz bir vatandır. Bu vatan bizim şerefimizdir, namusumuzdur, evlatlarımızın geleceğidir. O yüzden ülkede huzuru sağlamak adına, sağlam bir yapının oluşmasını istemek herkesin görevidir. Risk almak gerekiyorsa alacağız. Çanakkale’de 250 bin vatan evladını şehit vermeseydik, namusumuz şerefimiz ayaklar altındaydı. İstiklal Savaşı’nda Mustafa Kemal Atatürk önderliğinde bir istiklal mücadelesi verilmemiş oysaydı, İngiliz’in, Fransız’ın hala sömürgesi idik. Ortadoğu’da olanları görüyorsunuz. Suriyeliler, Iraklılar bir millet olmayı; bir millet bilinciyle bir bayrak altında toplanamadıkları için bu haldeler. Kendi ülkeleri için savaşacak kadar cesaretleri bile yok. Çünkü devlet yok, güvenmiyor devletine mücadele edilecek bir milletin varlığına inanmıyor, sadece kendisi için yaşıyor. Aynı durumun ülkemizde yaşanmaması için siyasi görüş ne olursa olsun topyekûn, geleceğimize mutlaka sahip çıkmamız lazım. Çok iktidarlar, Başbakanlar, yöneticiler gördük ama çoğunun ismini bile hatırlamıyorum. Sel gider, kum kalır misali geride kimse kalmadı. Evlatlarımıza sağlam zeminde, huzurla, yaşayacakları ülke bırakmamız lazım.”
GENEL BAŞKAN KONCUK: 657’YE GÖRE KAMU ÇALIŞANI NE YAPARSA YAPSIN ATILAMAZ DİYEN YALANCIDIR
Kamu çalışanlarının iş güvencesine yönelik değişiklik çalışmalarını eleştiren Koncuk, “Amaç keyfi uygulamaların yapılmasına zemin hazırlamak” dedi.
Genel Başkan Koncuk;
“Çalışma hayatına şöyle bir baktığımız zaman, ciddi problemlerle karşı karşıya olduğumuz ortadadır.. Kamu çalışanlarının iş güvencesi tartışılıyor. “657 sayılı devlet memurları kanunu değiştirilmelidir” şeklinde görüş ortaya atılıyor. Memurların işçiler gibi bir statüye getirilmesi talep ediliyor. Ancak burada esas niyet, kamu çalışanlarına iktidarın despotça yaklaşımına zemin yaratan bir değişim gerçekleştirmek. Kesinlikle amaç verimliliği artırmak değildir. Başka yollarla zaten iş verimliliğini artırabilirsiniz. Kurumların başına bir sürü beceriksiz adam getireceksiniz, ondan sonra verimlilik arayacaksınız! Bunun için önce iyi yönetici bulmanız gerekir. İşletme, iyi yöneticiden mahrum ise verimlilik söz konusu olmaz. Her şeyin temeli budur. Bunun için belediye müdürü, okul müdürü, vali gibi yönetici konumundakilerin iyi ve yeterli olanlar seçilmesi lazım. Böyle iyi yöneticilerle her şeyi daha kolay aşabiliriz ve ilerleyebiliriz. Burada yönetici atama konusunda dahi tamamen keyfi uygulamaların yapılmasına zemin yaratan bir mevzuat yaratırsanız, orada verimliliği arttıramazsınız. Motivasyonu sağlayamazsınız.
Çankaya köşkünde sayın Davutoğlu Başkanlığında katıldığım bir toplantıda, bir sivil toplum örgütü başkanı “657 sayılı yasa değişmelidir” şeklinde açıklama yaptı. Ben de kendisine “sizi ne ilgilendirir” diye sordum. İş adamları derneğinin başkanı olan bu kişiye bunu sorduğum zaman hiç kanunu okumadığını da söyledi. Ben de hiç okumadığı bir kanun hakkında niye ahkam kestiğini sordum, cevap veremedi. Amaç Cumhurbaşkanı’na yağ çekmek. Bir takım köşe yazarları da böyle. Kendilerine 657’nin neresi değişmeli derseniz, kimse cevap veremez. Zannediyorlar ki, 657 sayılı kanun herhangi bir maddesinde “devlet memurları ne yaparsa yapsın asla işten atılmaz” diye madde yazıyor. Oysa şunu herkes iyi bilsin ki devlet memurlarının şartsız koşulsuz iş güvencesi asla yoktur. Aksini söyleyen yalancıdır ve sahtekardır. İdarenin devlet memurunu işten atması durumunda, o çalışanın yargıya gitme hakkı var. Davayı kazandığında 30 gün içinde işine geri döner. Diğer insanların yargı hakkı ne ise kamu çalışanlarının o hakkı vardır. Farklı bir uygulama söz konusun değildir. Ülkeyi yönetemeyen siyasi iktidarlar devlet memurları hakkında böyle bir iddia öne atmışlardır.
Zamanın birinde, “bu ülkede çok devlet memuru var” diye da iddia ortaya atılmış idi. Katıldığımda bir panelde de, bu toplumu kimin aldattığını sordum. Devlet memuru sayısının neye göre fazla olduğunu iddia ettiklerini sordum. OECD ülkelerini baz aldığımızda her 15 vatandaşa bir devlet memuru düşüyor, ülkemizde ise her 29 vatandaşa bir devlet memuru düşüyor. Demek ki Türkiye’de devlet memuru OECD ülkeleri ile karşılaştırıldığında yarısı kadar eksik ile görev başında. Eğer OECD ülkelerindeki kaliteli devlet hizmetini sağlamak istiyorsak, 2 milyon 600 bin devlet memurunun ülkemizde 5 milyon 200 bine çıkması gerekiyor. Ülkemizde devlet memuru, OECD ülkelerindeki memurlara nazaran iki katı çalışıyor anlamına gelir. Bunları kimse söylemiyor. İstanbul’da bu sayı daha fazla. Her 43 vatandaşa bir devlet memuru düşüyor. Bunları açıklayarak gerçekleri ortaya çıkardım. Devlet memurları aleyhinde yalan karalama ortaya koyanlar, adam gibi kamu düzeni kuramayanlar, yandaşını koruyanlar, vasıflı yönetici atayamayanlar bu yalanları ortaya döküyor.
Bankamatik memuru diye suçlamada bulunanlara da seslenerek, “o memurları kapının önüne koymayan namerttir” diyorum. Eğitim Teknolojileri Müdürlüğü’nde çalışan bir arkadaş iki sene işe gitmiyormuş. Yazık günah değil mi bu vatandaşın evladına. Ama bu çalışanı koruyan da yandaş. Yani bankamatik memuru dedikleri de yine kendilerinden”
Genel Başkan Konuşmasını şu sözlerle tamamladı:
“Ama Türkiye Kamu-Sen var. Her haksızlığın, her hukuksuzluğun karşısında durmaya devam edeceğiz. Öğretmeninden, doktoruna, mühendisinden akademisyenine, postacısında kadar dik duruş sergileyen güzel insanlarınız var. Bu insanlar bizimle yürüyorlar ve dik durmaya devam ediyorlar.” dedi.