Türkiye Kamu-Sen İzmir il istişare toplantısı yoğun bir katılımla, büyük coşku ve heyecan içinde gerçekleştirildi.
İzmir il istişare toplantısına, başta Türkiye Kamu-Sen ve Türk Eğitim-Sen Genel Başkanı İsmail Koncuk olmak üzere, Türk Eğitim-Sen Genel Teşkilatlandırma Sekreteri Talip Geylan, Genel Eğitim ve Sosyal İşler Sekreteri Cengiz Kocakaplan ve Genel Dış İlişkiler ve Basın Sekreteri Sami Özdemir, Türk Ulaşım-Sen Genel Başkanı Şerafeddin Deniz, Türk Haber-Sen Genel Başkanı Sedat Yılmaz, Türkiye Kamu-Sen Şube Başkanları, İl temsilcileri, üyelerimiz ve çok sayıda davetli katıldı.
Alkışlar ve sloganlar eşliğinde kürsüye çıkan Genel Başkanımız İsmail Koncuk, İstiklal Marşımızın;
“Korkma, sönmez bu şafaklarda yüzen al sancak;
Sönmeden yurdumun üstünde tüten en son ocak
O benim milletimin yıldızıdır, parlayacak;
O benimdir, o benim milletimindir ancak
Çatma, kurban olayım, çehreni ey nazlı hilal!
Kahraman ırkıma bir gül! Ne bu şiddet, bu celal?
Sana olmaz dökülen kanlarımız sonra helal
Hakkıdır, hakk'a tapan, milletimin istiklal!” dizeleriyle sözlerine başladı.
KONCUK: UYARMAK “BİLGİ” İLE, ETKİLEMEK “DONANIMLA” OLUR
“Tüm katılımcıları sevgi ve saygıyla selamlıyorum” diyen Genel Başkan İsmail Koncuk, İstiklal Marşı’nda yer alan her bir dizenin anlamı ve önemini evlatlarımıza sürekli olarak anlatmamız gerekir” dedi.
Genel Başkan İsmail Koncuk, “12 Mart’ta İstiklal Marşımızın kabulünün yıl dönümü idi. Değerli arkadaşlarım, neden bu dörtlüklerle girdim konuşmama? Ben şuna inanıyorum, evlatlarımıza İstiklal Marşını okutuyoruz. İstiklal Marşı “Korkma” diye başlıyor ve “Hakkıdır, hür yaşamış, bayrağımın hürriyet; Hakkıdır, hakk'a tapan, milletimin istiklal! diyerek sona eriyor. Korkma, ifadesinden sonra neden korkmamasını gerektiğini anlatan bir çok olay, kıymet ve değeri tarihi süreci anlatıyor. Bunlardan sonra, “Benim milletim öyle bir millet ki hür olmayı hak ediyor ve aynı zamanda hakk’a tapan bir millet” diyor. Yani “Hakk’a tapmak” orada yüce Allah’a inanmakla birlikte her zaman doğruyu ifade etmek, riski göze alarak doğruyu yüceltmek anlamındadır. “Hakk’a tapan, riskleri göze alan, bedel ödeyen bu millet bağımsız hür yaşamayı hak etmektedir” diye bitiyor İstiklal Marşını Mehmet Akif Ersoy.
Bir şeyleri hak etmeden bir şeyler düzelmiyor. Önce hak etmek hakka tapmak lazım. Bugün İzmir’deyiz, o hakka tapanlar tarafından 9 Eylül’de İzmir’in işgali sona erdirildi. Büyük bir mücadeleden sonra düşman denize döküldü. O günleri hatırlatın, o insanların nasıl bedeller ödediğini hatırlayın, İstiklal Marşının her cümle ve mısrasını bu millete, gençlere bir kere daha anlamıyla anlatmamız icap eden bir dönemi yaşıyoruz. Öyle bir dönem yaşıyoruz ki, bırakınız kendi egosu için yaşayan insanları, milli hassasiyeti olan insanların bile maalesef egolarının esiri olmuş şekle büründüklerini görüyoruz. O zaman soruyorum, nasıl yapacağız? Hakk’a tapmaktan o kadar uzaklaştıktan sonra mevcudiyetimizi nasıl devam ettireceğiz? Bunu sorgulamamız lazım.
Ben Türkiye Kamu-Sen mensuplarını her zaman şöyle tanımlıyorum, “Yüzde yüz yerli, yüzde yüz milli 450 bin vatan evladı” Türkiye Kamu-Sen üyelerinin en önemli özelliği vatansever olmalarıdır, dünyaya bakışı, ideolojisi ne olursa olsun ortak özelliği vatanseverliktir. O nedenle Türkiye Kamu-Sen mensuplarının, yönetimini oluşturan tüm arkadaşlarımızın daha atak ve gayretli, emeğini sakınmadan ortaya koyan insanlar olması bir mecburiyettir. Eğer biz şu şartları yaşayan bu ülkede, şeklen olaylara bakan insanlar haline gelirsek bütün yüreğimle söylüyorum, bu ülkenin geleceği kalmaz. Bu ülkenin geleceği var ise, ancak vatansever insanların sorumluluk almasıyla geleceği olabilir.
Çevrenize bakın, sadece kendisi için yaşayan, Allah’ın insan olarak yüklediği o sorumluluklardan hiç nasip almayan binlerce, on binlerce insanın olduğu bir ülke bu kadar lakayit ve sorumsuz insanlarla nereye gidebilir. Tek bir yere gider çöküş ve yok oluşa gider. O nedenle sizin gibi insanların sorumluluklarının daha fevkinde, daha gayretli mücadeleyi omuzlaması şarttır. Başka çıkış yoktur. Yüce Allah Ayet-i Kerimesinde buyuruyor, “Hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu?” Bilmek o kadar önemlidir ama bilmenin yanında, bildiğimiz şeylerle toplumda yanlış giden şeylerin üzerine giderek onların düzeltilmesi iradesini, o bilgi ve donanımımızla ortaya koymanız çok önemli. Yüce Allah burada bilenleri övüyor ama o bilgilerini sorumluca değerlendirdikleri vakit bir anlam ifade ediyor bilmek. Yani bilenlerin sorumluluğu bilmeyenlere göre daha fazla. Tabii ki bilen daha da kıymetlidir o nedenle.
Çevremize bakalım, birisi Profesör olmuş, “Ben rektör olacağım” diyor, kafasındaki hedef plan bu. “Elimi sıcaktan soğuğa sokmayım, hiçbir şeye bulaşmayım, risk almayım, gelen ağam giden paşam diyeyim” Bu zihniyet rektör olsa ne yazar, Bakan olsa ne yazar! İşte böyle bir dönem yaşıyoruz. Dolayısıyla o bilen olmanın omuzlarımıza yüklediği bir sorumluluk daha var ve bunu yerine getirmek zorundayız. Bunu yerine getirmezsek, tepemizde bir çatı var, o kolonlar bir bir iniyor, sesleri fizandan duyuluyor. Bu çatı çöker hepimiz altında kalırız. Rektör olacağım diyende, okul müdürü olacağım diyende… Yani hepimiz çatının altında kalırız.
Biz aynı zamanda hissedeniz, neyi hissediyoruz? Ülkenin içinde bulunduğu durumu hem hissediyoruz hem de tüm hücrelerimizle bu yanlışlığı, ahlaksız düzeni görüyor, hissediyoruz. Buna karşı sağlam duruş gösterilmesi gerektiğine inanıyoruz. O halde bizim çok daha gayretli olmamız lazım. Etrafımızda sadece kendi egosu ve geleceği için yaşadığını düşünen insanlar gibi meseleleri değerlendiremeyiz. Ne yapacağız o zaman? Yapmamız gereken anlatmak, izah etmektir. Yorulmadan, bıkmadan, insanları kendine getirmek adına tebliğ edeceğiz. Bütün yaşananları tebliği edeceğiz, ülke geleceğine ilişkin bizleri bekleyen tehlikeleri anlatacağız. Çalışma hayatıyla ilgili olumsuzlukları anlatacağız, anlayana kadar anlatacağız. Yeter ki hep birlikte gayret edelim, taşın altına elimizi birlikte sokalım. Uyandırdığımız insan sayısını hep birlikte göreceğiz. Anlatacağımız şeyleri iyi bilmek lazım, uyarmak bilgi ile etkilemek donanımla olur. Bilgi ve donanım yoksa, neyin mücadelesini verdiğinizin farkında değilsek bunları etkili şekilde ortaya koyabileceğimiz ifadeleri bulamıyorsak kimseyi etkileyemeyiz.
O nedenle bilgi ve donanım önemli. İddia adamının en önemli özelliği inatla bilgisini artırmak konusunda gayret göstermesidir. Çevresindeki her insandan daha çok bilmesidir. Çünkü öyle bir devir yaşıyoruz ki, söylemlerin gücü bugün çok önemli bir hale gelmiştir. Belki elimizde kullanacağımız mekanizmalar çok fazla değil ama ifade gücümüzle ortaya koyacağımız cümlelerin etkisinin gücü çok daha önemli olacaktır. Bu da bilgi ve donanımla olur. Donanım seyretmekle olmaz, çalışmakla olur. Sizlerden istirham ediyorum, Türkiye Kamu-Sen’in iddialarını, mücadelesini , endişelerini çok iyi kavramak lazım, öğrenmek lazım ki anlatalım. Sizler bunu çok iyi yapıyorsunuz yürekten inanıyorum ama daha iyi yapalım, daha gayretli yapalım zaman ayıralım. İnsanlar bir işe adıyla girer, o insanlar adını o işe ipotek eder. Bir insanın adı şerefidir, hazinesidir. Yıllarımızı veririz, şerefli bir isim sahibi olabilmek için. O nedenle girdiğimiz her işi ismimizle mütenasip olarak başarmamız lazım. Herkes sizin için “Aslan gibi yaptı, başardı” demeli” dedi.
KONCUK: İNSANI YAŞATMAK KİRALIK SİSTEMLEMİ OLACAK?
Türkiye’deki çalışma hayatının son 14 yılda adeta hercümerç edildiğine vurgu yapan Genel Başkan İsmail Koncuk; 14 yıldan beridir öyle bir çalışma hayatının içindeyiz ki, adeta hercümerç edilmiş bir çalışma hayatı var. Köstebek tarlasına çevrilen bir çalışma hayatı var ne yazık ki artık ülkemizde. 14 yıl öncesine bakın ve şimdikine bakın. 14 yıl önce kamuda 20 bin taşeron varmış bugün 720 bin olmuş. Belediyeler ve özel sektörle sayı 2 milyonu aşıyor. Çıkmışlar şimdi taşeronun mucidi olan siyasi iktidar bugün bunları “Kadroya alacağız” diyor. Onu da Başbakan söylüyor, Maliye Bakanı da “Özel statü vereceğiz” diyor. Nedir özel statü? Yeni bir istihdam modeli demektir. 4-A-B-C-D var şimdi de 4-E geliyor demektir.
Başbakan “Kadro” diyor Maliye Bakanı “Sınav” diyor, Başbakan “Kadro” diyor, Maliye Bakanı “3 yıl sonra performansına bakacağız, sözleşmesini uzatıp uzatmayacağımıza karar vereceğiz” diyor. Bu nasıl bir iştir? Ülkenin Başbakan’ı bunu dedi ise bu böyle olur, Maliye Bakanı, Çalışma Bakanı ayrı ayrı şeyler söylüyorsa bu işte bir yanlışlık var demektir. Yine aldatılan bir taşeron ordusu var. Maliye Bakanının şu sözü 78 milyon insanı da ilgilendirmelidir. Diyor ki sayın Bakan, “Kamu eleman ihtiyacını bu kurgulayacağımız yeni sistem üzerinde karşılasın” yani hemşiremi lazım bu yeni sistem yani 4-E, adliyeye yazıcı mı lazım 4-E sistemi üzerinden ve kamuyu sulandırma gayreti içine giriyorlar.
Bu taşeron sistem, anlayanlar tarafından yeteri kadar beddua almayı gerektiren bir sistem. Memleketin 720 bin evladı kamuda, ne mezunu olursa olsun geleceğe dair hiçbir garantisi yoktur. 4/C de tam bir rezalet. Bu sistem 4/C’yi de arattıracak bir sistem. Biz 4/C’yi kadro verilmesi gayreti içerisindeyiz, bir taraftan da yeni bir sistem ithal ediliyor. Şu anda kiralık işçilik dönemi başlıyor. Şu anda Aile ve Sağlık Komisyonu’nda görüşülen bu sistemde özel istihdam büroları oluşturulacak. Çalışmak isteyenler oralara başvuracak.
Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakan’ı Süleyman Soylu’ya da söyledim. “Milleti bu sistemle kiralık hale getirmeyin” dedim. Bu sadece işçileri değil, hepimizi ilgilendiren bir uygulamadır. Dinden imandan söz edeceksiniz, ama Hz. Peygamber Efendi’mizin “çalıştırdığınız insanlara yediklerinizden yediriniz, giydiklerinizden giydiriniz yani kendinize neyi layık görüyorsanız çalıştırdığınız insanlara da onu layık görün” sözünü hiç görmeyeceksiniz. Bu nasıl bir Müslümanlıktır? Anayasa ve hukuktan bihabersiniz. Önemsediğiniz dini talimatlar nerede kaldı? Sayın Başbakan, Sayın Cumhurbaşkanı zaman zaman Şeyh Edebali’nin meşhur sözünü kullanır; “İnsanı yaşat ki devlet yaşasın” İnsanı yaşatmak kiralık sistemle mi olacak? Bu bedduadan da ötesini gerektiren bir durumdur” dedi.
KONCUK: DEVLET MEMURLARININ SINIRSIZ, KOŞULSUZ İŞ GARANTİSİ VARDIR DİYENLER KOSKOCA BİR YALANCIDIR
Konuşmasında 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu’nun değiştirilmesiyle ilgili tartışmaları eleştiren Genel Başkan İsmail Koncuk, “Memurun koşulsuz, şartsız iş güvencesi yok” dedi. Koncuk,” “Devlet memurları kanunu değiştirilmeliymiş. Bugünlerde ne kadar yağcı var ise koro halinde bunu bağırıyorlar. Katıldığım bir toplantıda, Sayın Başbakan’a 657 ile ilgili söylemlerden rahatsız olduğumu ifade ettim. Bir sivil toplum kuruluşunun başkanı o toplantıda “657 sayılı kanun değiştirilmelidir” dedi. Kendisine dedim ki; “sen hiç hayatında 657 sayılı kanunu okudun mu?” Kendisi okumadığını söyledi. Ben de “hiç okumadığın bir kanunla ilgili ahkam kesiyorsun” diyerek tepkimi gösterdim. Sayın Cumhurbaşkanı da paralel ile mücadele için 657 sayılı kanunun değiştirilmesini istediklerini söylüyor. Paralel ile mücadele diye, 2,5 milyon memurun geleceğini bilinmezliğe atacaklar. Böyle bir şey yok. Kimle mücadele edeceklerse etsinler, ama memurla uğraşmasınlar. Köşe yazarları da hemen kalemlerine sarıldı. Birisi de yazmış “657 sayılı yasa değişmelidir” diye. Kendilerine “neresi değişmelidir” diye sorsanız cevap veremezler. Bunlar zannediyorlar ki, 657 sayılı yasada şöyle bir madde var; devlet memurları ne yaparsa yapsın asla işten atılamaz! Ama gerçek şu ki, böyle bir madde yok. 657 sayılı devlet memurları kanunda da, anayasada da “devlet memuru ne yaparsa yapsın işten atılamaz” diye bir hüküm yok. Memurun iş güvencesi diye bir şey yok. Böyle bir madde yok. Peki bu nereden çıktı? İdarenin ve siyasetin bizim üzerimizdeki tahakkümüne karşı yargı hakkımız var. Ama Anayasanın 125. Maddesine göre bütün vatandaşlarımıza tanınan bir hak bu. İdarenin her türlü tasarrufu yargı kararlarına tabidir. Bu kanun esnaf için de var, çiftçi için de var, elbette memur için de olacak. Tek farkımız bizimle ilgili soruşturma açılacaksa, amirimizin izin vermesi gerekiyor. Bu durum da, bizim yaptığımız işin özelliğinden kaynaklanıyor. Hırsızlık yapılmış ise zaten soruşturma açılacaktır. Türk Ceza Kanunu’nda adam öldürmek ciddi bir suçtur. 657’ye tabi bir memur adam öldürürse işten atılır diye madde yok. Ama maalesef kanundan haberleri yok, Sayın Cumhurbaşkanı bunu söylemiş diye, o da döşüyor, ahkam kesiyor. Devlet memurlarının sınırsız, koşulsuz iş güvenceleri vardır diyenler koskoca bir yalancıdır, sahtekardır” dedi.
KONCUK: PERFORMANS DEĞERLENDİRMESİNİN NE KAMU ÇALIŞANINA, NE DE YAPILAN HİZMETE OLUMLU KATKISI VAR
Kamuda performans değerlendirmesinin içinden çıkılmaz bir hal aldığını dikkat çeken Genel Başkan, “Çalışanların haklarını korumak için var gücümüzle çalışmaya devam edeceğiz” dedi. Koncuk, “Çalışma hayatını bilen, tepki koyan, sözünü esirgemeyen bir sendika kaldı mı ? Türkiye’de esas anlamda işini yapan sendika kaldı mı? Anladığımız anlamda sendikalar olsaydı, kiralık işçi meselesinde ülke ayağa kalkardı, ama nerde! Bu uygulamalar işçiler kadar bizi de ilgilendirir. Bu memleketin evlatlarına hazırlanan her türlü tuzak bizi de ilgilendirir. Vatanseverler olarak ,bu milletin fertlerinin yaşadığı dertler bizi de çok yakından ilgilendirir. Çalışma hayatı bir bütündür. Birbirinden ayıramayız. Bu mücadeleyi iyi yapmalı, çalışma hayatının tuzaklarını çalışanlara iyi anlatmak zorundayız. Eğer, bu tuzaklara karşı samimi daha diri bir sendikal mücadele sergileyemezsek, başımıza bin türlü çorap örülecektir. Bundan kaçış yok.
5 Nisan Salı günü Devlet Personel Başkanlığı’nda bir toplantı yapılacak. Performans değerlendirmesinin kamuya girmesiyle ilgili bir değerlendirme toplantısı yapılacak. Bu performans konusu içinden çıkılmaz bir hal aldı. Ne çalışanlara, ne de hizmet kalitesini arttırmaya faydası olmayan bir sistem. Geçmiş yıllarda da uygulandı. Öyle örnekleri var ki, mesela; Bolu Spor Kulübüne maddi yardım isteniyor kurumun birinde, performansın yardım yapanlara göre değerlendirileceği söyleniyor. Yani, bu sistem esas amacından çok uzakta yapılıyor. Bir nüfus memurunun performansını değerlendirecek objektif değerler bulamazsınız. Bu sistem kamuyu karıştırmaktan başka bir işe yaramaz. Konfederasyon olarak bunları yakından takip ettiğimizi bilmenizi istiyoruz. Çalışanlarımızın haklarını korumak için var gücümüzle savaşıyoruz” dedi.
KONCUK: BİZİM İÇİN ATATÜRK, TÜRKİYE CUMHURİYETİ DEVLETİ’NİN KURUCUSUDUR. HERKES BUNA SAYGI DUYMAK ZORUNDADIR.
Koncuk, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin kurucusu Gazi Mustafa Kemal Atatürk’e yönelik çirkin ifadeleri de kınayarak şunları belirtti;
“Eğitim Bir-Sen’in Genel Başkan Yardımcısı “100 yıllık Kemalist ideolojinin bütün etkilerini milli eğitim sisteminden silelim” şeklinde açıklama yapıyor. Arkasından sendikanın genel merkezi yaptığı açıklamayla durumu düzeltmeye çalışıyor. “Biz Atatürk öldükten sonra Kemalist ideolojiyi dayatanlara söyledik” şeklinde açıklama yapılıyor. Ama söylenen 100 yıllık lafı ortada. Atatürk’e saldırmak moda oldu. Bizim için Atatürk, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin kurucusudur. Şerefi, izanı ve vicdanı olan her insan bu ülkenin kurucusuna saygı duymak zorundadır. O yüzden kime ne için destek verdiğimizi çok iyi bileceğiz. Onun için Atatürkçüyüm deyip de onların yanında yer alanlara iyi anlatın. Ne işin var bunların yanında diye hesap sorun. Hem bölücülerle kol kola yürüyen, hem Atatürk’e sövenlerle yan yana olup Atatürkçüyüm diyenlere sorun. Bu iki yüzlülük kabul edilemez. Sosyal demokratım, Atatürkçüyüm deyip de bölücülerle Atatürk düşmanları ile gezenlere de “ne işin var onlarla” diye sorgulayın” diyerek sözlerini noktaladı.