Türk Eğitim-Sen Genel Merkezi, yükseköğretimin yönetim sorunlarını ele almak, akademik ve idari personelin özlük haklarından çalışma koşullarına kadar birçok konuyu masaya yatırmak, yükseköğretim alanındaki düzenlemeleri değerlendirmek amacıyla yurt genelindeki üniversitelerimizden gelen akademisyen ve idari personelin katılımıyla "Üniversite Çalışanları Yükseköğretim Kanunu'nu Değerlendiriyor'' çalıştayı düzenlendi.
Bugün 26 Mart 2016) tarihinde Ankara İçkale Otel’de başladı. Çalıştayın açılış konuşmasını Türkiye Kamu-Sen ve Türk Eğitim-Sen Genel Başkanı İsmail Koncuk yaptı. Ayrıca çalıştaya Türk Eğitim-Sen Genel Merkez Yöneticileri de iştirak ettiler.
BİR SİLSİLE HALİNDE SORUMLULUK SIRALAMASI YAPILDIĞINDA BUNUN EN TEPESİNE HOCALARIMIZI, AKADEMİSYENLERİMİZİ KOYMAMIZ LAZIM, AKADEMİSYENLERİMİZİN HER ALANDA ÖNCÜ ROL OYNAMASI LAZIM
Çalıştayda bir konuşma yapan Genel Başkan İsmail Koncuk; bugüne kadar üniversitelerle ilgili birçok çalışma yaptıklarını, bu çalışmaların üniversitelere verdikleri önemin bir kanıtı olduğunu belirtti. Koncuk şunları kaydetti: “Türk Eğitim-Sen olarak bugüne kadar üniversitelerimiz için çalıştay, kurultay, sempozyum olarak her türlü çalışmayı ortaya koyduk. Bu da Türk Eğitim-Sen olarak üniversitelere vermiş olduğumuz önemi göstermektedir. Bizim çıkardığımız üniversiteler için ciddi ve çok sayıda yayınlarımız var. Ülkemizin geleceğinin üniversitelerimizin omuzlarında bulunduğu gerçeğiyle hareketle, bilimin merkezi olan üniversitelerimize özel önem veriyoruz. Bu çalışmalarımız da bunun çok net bir göstergesidir.
Üniversitelerin sendikalaşma konusunda hala istenilen noktada bulunmadığını söyleyen Koncuk; “ Özellikle akademisyenler, tüm toplumsal hareketler de olduğu gibi sendikal mücadelenin de en başında olmaları gerekirken, kendi içine kapanık birçok akademisyenimizin varlığı da dikkatimizi çekiyor. Çünkü biz her zaman şunu anlattık, bir silsile halinde sorumluluk sıralaması yapılırsa bunun en tepesine hocalarımızı, akademisyenlerimizi koymamız lazım. Akademisyenlerimizin her alanda öncü rol oynaması lazım." dedi.
BU NEDENLE AKADEMİSYENLERİMİZİN ÖZELLİKLE SENDİKAL MÜCADELENİN İÇERİSİNDE MUTLAKA OLMASI GEREKİR.
Akademisyenlerin ülkede yaşanan gelişmelere uzak durmalarının, üzerinde durulması gereken bir konu olduğunu anlatan Koncuk, "Artık günümüzde demokrasi, hukuk, insan hakları maalesef ağızlarda süslü kelimeler olmaktan öteye gitmiyor. Hepimizin, aydın vasfı taşıyan hocalarımızın her türlü riski göze alarak, Türkiye'nin, çalışma hayatının, demokrasimizin, hukukumuzun daha ileriye olumlu bir seyir takip etmesi konusunda bir şeyler yapması lazım. Bunları seyrederek bu olumsuzlukların düzelmesini bekleyenler daha çok beklerler. Yüce Allah ‘Bilenlerle bilmeyenler bir olur mu?’ diyor. Bu söz, bir yanda bilenin daha kıymetli olduğunu ifade ederken, bir taraftan bilenin sorumluluğunun da daha fazla olduğunu ifade ediyor. Peki neden bilen önemli? Çünkü bilenin, topluma yol gösterici özelliği vardır. Eğer bilenler bu sorumluluğu yerine getirmiyorsa bizim ve ülkemiz açısından bir kıymetleri olmaz.
Bu nedenle akademisyenlerimizin özellikle sendikal mücadelenin içerisinde mutlaka olması gerekir.
Son 14 yılda ülkemizin yaşadığı problemleri, hukukun üstünlüğünün adeta yok edilmesini, demokrasiden hızla bir kaçış anlamına gelebilecek olayların yaşandığını düşündüğümüzde acaba bu iklimle birlikte toplumda bir duyarsızlık mı oluştu diye de düşünüyoruz. Bu duyarsızlık ikliminde toplumun her kesiminin pay aldığı gibi bir kısım akademisyenlerimizin de bir pay aldığını maalesef görüyoruz. Bir Atasözümüz var; ‘bana değmeyen yılan bin yıl yaşasın’ Ama bu yılan hepimize değiyor. Çünkü bir kokuşmuşluğun, köhneleşmişliğin dışında kalabilmek mümkün değildir. İstediğiniz kadar olayları görmezden gelin, bu kokuşmuşluk mutlaka sizi etkiler. Önümüzde iki yol var; ya bu kokuşmuşluğa çare üreteceğiz ya da ‘bu kötü düzene eyvallah çekecek, beni ilgilendirmiyor ben işime bakayım diyeceğiz. Ama buna sessiz kaldığımız sürece bu bela bizi mutlaka bulur. Uygulamalara baktığımızda insanların korktuğunu ve gelecek kaygısı yaşadığını hepimiz görüyoruz. Peki buna sessiz mi kalmak mı lazım? Risk almamak adına katlanmak mı lazım? Bana göre buna karşı sessiz kalmak daha büyük bir risk almaktır. Çünkü bu çark sürdürdüğü sürece, çark bizi dişlerinin arasına alır ve un ufak eder. Bu yüzden aydın vasfı taşıyan akademisyenlerimizin ve toplumun diğer aydın kesimlerinin hiçbir riski göze almadan, beklemesi boş hayaldir.
Maalesef hepimizin bildiği gibi ülkemiz iyi günler yaşamıyor. Artık yargı adamlarının dahi karar verirken, acaba başıma ne gelir endişesi yaşadığı günler yaşıyoruz. Haksızlıklara eyvallah diyerek, problemlerin düzeleceğini beklemek mümkün değildir. Bu yüzden hocalarımızdan en azından fikir bazında ses vermesi lazım. Zira Peygamber Efendimiz ''Bir haksızlık gördüğünüz zaman elinizle düzeltin, gücünüz yetmiyorsadilinizle düzeltin ona da gücünüz yetmiyorsa kalbinizle ona buğz edin '' buyurmuşlardır. Belki elimizle düzeltemiyoruz ama kalemimizle, düşüncelerimizle bu yanlışı düzeltmek, topluma yön verebilmek mümkündür. Ama bu olumsuzlukları sineye çekildiği günümüzde bunların kendiliğinden düzeltilmesi mümkün değildir. Şunu görüyoruz ki, kendi geleceği ile ilgili herkes bir hesap yapmış. Daha yeni akademisyen olmuş ‘Benim hedefim rektör olmak ve o halde ben rektör olmak istiyorsam sessiz durmalıyım, risk almamalıyım’ diyor. Maalesef durum bundan ibaret. Hatta milli hassasiyeti tebarüz etmiş bir kısım dahi böyle düşünüyor. İnsan haklarının çiğnendiği bir ortamda, rektör de, vali de, kaymakam da olsan bir anlamı yoktur.” dedi.
Genel Başkan, sivil toplum kuruluşu olarak, toplumu uyarma gibi bir görevleri bulunduğunu anımsatarak, akademik personelin yaşadığı sıkıntıları gündeme getireceklerini, çalıştaydan çıkan sonuçları ilgili birimlere sunacaklarını belirtti. Koncuk; “Bakınız çalışma hayatı çok büyük problemler içindedir. Yüksek öğretim Kanunu’nu geçmiş yıllarda defalarca değerlendirdik, üzerimize düşen görevi şimdi bir kez daha yapıyoruz. Milli bir duruşu olan bir STK’nın toplumu uyarma görevi vardır ve bu şuurla yapıyoruz.
Akademik personelin yaşadığı sıkıntıları gündeme getireceğiz, çalıştaydan çıkan sonuçları ilgili bakanlıklara sunacağız. Biz üzerimize düşen görevi yapacağız, muhataplarımız uygular ya da uygulamaz ama biz ses vermiş olacağız. İdari personel ve akademisyenlerimizin problemleri var diyecek ve hatta çözüm yolunu da sunacağız. Çünkü çalışanlarımızı ciddi problemler yazıyor; Örneğin, bir üniversiteye kadro geliyor bir çalışan 8 yıldır doçentlik hakkını kazanmış, kadro bekliyor. Ama üniversite rektörü, 8 yıldır kadro bekleyen arkadaşımız dururken, belki de bir ay önce doçentliğini kazanmış olan kişiye veriyor. Bu nasıl sineye çekilebilir? Üniversiteler rektörlerin babasının çiftliği midir? Örneğin, Afyon Kocatepe Üniversitesi rektörü yıllardır kadro bekleyenlere birine değil de kendi yakını gördüğü kişiye kadroyu veriyor.” dedi.
BİZ ÜNİVERSİTELERE DEMOKRASİ GELSİN İSTİYORUZ
Bütün üniversite çalışanlarının top yekün dimdik durduğu gün herkes size adam gibi muamele edeceğini kaydeden Koncuk: “YÖK Başkanlığına yeni atandığında Yusuf Ziya Özcan’ı ziyaret ettiğim de kendisine ‘sanırım akademisyenlik hayatında YÖK’e karşıydınız’ dedim. O da ‘ Evet en büyük muhaliflerindendim’ dedi. Bunun üzerine ‘Neden muarız olduysanız ya da hangi sebepler YÖK’e sizi muhalif etti ise, o sebepleri kaldırmak şu an sezin elinde’ dedim. Peki neyi düzelttiler? Hiçbir şeyi Sadece Yusuf Ziya Özcan için de söylemiyorum ondan sonra gelen Gökhan Çetinsaya da aynı şekildedir. Biz üniversitelere demokrasi gelsin istiyoruz. Adam kendini rektör olunca kral gibi hissediyor ‘ne güzel bir makammış’ diyor ama bu makam elinden gittiğinde olmadık şeyler yapıyorlar. Bu kabul edilemez Şuan YÖK Başkanımız Yekta Saraç ile de görüşmem de birçok şey yapacağını ifade etti. Umut ediyorum, yapacağı işler üniversitelerimizin daha demokratik ortamlarda yol almasına, akademisyenlerimizin huzuruna ve bilimsel çalışmaların önünü açacak gelişmeler olur. Biz ondan bunları bekliyoruz. Eğer bunları yaparsa tarihe geçer.
Üniversiteler çiftlik gibi değil, bilimsel hüviyete uygun şekilde yönetilmelidir. Kimse kendini çiftlik ağası zannetmesin. Bakın, geçmişte Hatay Üniversitesi ile ilgili şubemiz bir açıklama yaptı, bundan önceki rektörün aleyhinde bunun üzerine rektör hemen bir talimat veriyor; ‘ Üniversite çalışanlarına Türk Eğitim-Sen’den istifa edeceksiniz.’ Sanki üniversite çalışanları rektörün kölesi gibi davranıyor. Bunun üzerine 300 tane emir eri istifa etti. Rektör olmak sana böyle bir hak mı veriyor? Sen şimdi rektör değilsin ama biz hala buradayız sen bizim gözümüzde muteber değilsin. Elbette birgün bir yerlerde karşı karşıya geldiğimizde biz bunları senin yüzüne çarpacağız. Eğer insanların mutluluğuna, huzuruna hizmet etmiyorsanız sizden bir şey olmaz. Hangi siyasi görüşten olursa olsun, bizim işimiz insanlara huzur vermektir. Eğer bir gurup mutlu, diğer insanlar huzursuz, geleceği ile ilgili kaygılar yaşıyorsa o ülke iyi yönetiliyor diye kimsenin iddiası olamaz. Esas olan top yekun bir milletin mutluluğudur. Bu da adalet ile sağlanır. Adalet ise hukukla ve demokrasiyle sağlanır. Bütün bunların olmadığı bir ülkeye ne huzur gelecektir ne de mutluluk vardır. Elimizden geldiği kadar demokratik haklarımızı kullanalım, ses verelim. Bütün çalışanlar şunu bilsin ki, rektör ya da bir başka yönetici her şeyi yapabilecek bir kişi değildir. Eğer bütün üniversite çalışanlarının top yekün dimdik durduğu gün herkes size gerekli saygıyı göstermek zorunda kalacaktır. Eğer siz kişiye kral gibi olduğu izlemini verirseniz, o da kral gibi davranır.
Eğer önünde el pençe durursan o da kendini padişah zanneder. Demokrasi içerisinde padişahlık yoktur. Ne rektör padişahtır ne YÖK başkanı ne de diğerleri. Demokrasiler içinde herkesin yetki sınırı bellidir ve ona göre davranmalıdır.” dedi.
KONCUK, ‘BU MİLLETİ KİRALAMAYIN’
Çalışma hayatındaki sıkıntılara da değinen Koncuk,; “Bakınız çalışma hayatında kiralık işçi dönemi başladı. KPDK toplantısına katıldığımda da Sayın Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Süleyman Soylu’ya ; ‘Bu milleti kiralamayın’ dedim. Bu milletin evlatlarını kiralık çalışan olarak görmek yakışır mı? Peygamber Efendimiz buyuruyor; ‘Çalışanlarınıza, yediklerinizden yediriniz, giydiklerinizden giydiriniz”. Birilerinin bir eli yağda bir eli balda olacak, köşklerde yaşayacak, çocukları trilyonlarla oynayacak ama bu milletin evlatları kiralık işçi yapılacak. Yani eskinin amele pazarının, bugünün modern ismi özel istihdam bürolarıdır. Kıdem tazminatı, emeklilik hakkı yok. Biz bu çalışma yöntemini nasıl kabul edebiliriz? Bu milletin kiralanmasına hayır diyoruz.
Taşeronların kadroya KPSS’siz alınmasına kızan bazı işsiz gençlerimiz var. Onlarda haksız değiller. Ama 14 yıl önce taşeron sayısı sadece 20 bin iken, bu sayı 720 bine çıktığında Türkiye Kamu-Sen’den başka kimsenin sesi çıkmadı. Her konuşmamda taşeron işçileri anlattım. Eğer bu düzene sessiz kalınmış ise, kimsenin de şu an taşeronlara kadro verilmesine kızmaması gerekir. Kaldı ki, taşeron çalışanlarımız da aldatılıyor. Çünkü Sayın Başbakan kadroya alınacak dedi ama Sayın Maliye Bakanı daha farklı bir şey dedi. Kadro denildiği zaman bildiğimiz kamu işçisi ya da devlet memurudur. Sayın Başbakan kadro dedikten sonra, Maliye Bakanı’nın 3 yılda bir sınav o da performans değerlendirmesine bakacaklarını, ona göre sözleşmeyi yenileceklerini söylüyor. Ayrıca da 1 Kasım 2015 tarihinden önce ara vermeden çalışıyor olması gerekir. Böyle bir iddiada bulunan Türkiye’de çalışma hayatını hiç bilmiyor demektir. Buradan seslenmek istiyorum Sayın Maliye Bakanı ve Başbakan’a; taşeron işçilerin büyük bir çoğunluğu yılda bir kere kıdem tazminatı hakkı kazanmasın diye işten çıkartılıyor. Bu şartları taşıyan sadece 200 bin kişi bulursunuz. Peki verdiğiniz sözü nasıl kime uygulayacaksın. Bu sözler taşeronların kadroya alınacağı anlamına gelmiyor. Zaten Türkiye’de 4/A, 4/B,4/C var zaten bir de bunun yanına taşeron düzenlemesiyle şu anda ben de diyorum ki, 657 DMK’nın 4/E maddesi ekleniyor.
Geçen gün Beni Türk-İş’e bağlı Güvenlik-İş sendikasının Genel Başkanı Ömer Çağrıcı aradı: ‘Dediğine göre yandaş sendika tek tek taşeronları gezip ‘sınav geliyor bize üye olacaksınız’ diyorlarmış. Adamlar şimdiden tehdite başlamış. Henüz taşeronlar için nasıl bir çalışma sistemi olacağı da belli değil ama bunlar ellerine almış sazı çalıyorlar. Resmen rezillik. Taşeronlara da sesleniyorum; bu amaçla yanlarına gelip onları tehdit edenlerin yüzlerine tükürsünler. Kimseden korkmayın, Türkiye Kamu-Sen bugüne kadar olduğu gibi her zaman çalışanlarımızın yanındadır.” dedi.
Genel Başkan İsmail Koncuk, çalıştaya katılan tüm akademik ve idari personel temsilcilerine teşekkür ederek, çalıştaydan üniversite çalışanları için çok faydalı neticeler elde edileceğini inandığını belirtti.