Kimsede Gezi Hassasiyeti Kalmadı
Gezi Kalkışmasının hatırlıyorsunuz. Daha sonra insanlık tarihine “Çapulcu Vandallar” diye geçecek olan bu grupların tek ortak noktaları Ak Parti ve özellikle Recep Tayyip Erdoğan'a duydukları büyük kinleri idi. Hazımsız ve kibirli azınlıkların çevreyi ve yeşili koruma bahanesiyle kalkıştıkları aslında tam anlamıyla bir sivil darbe girişimiydi.
Gezi Kalkışması için şöyle bir saptama da yapabiliriz:
Gezi Kalkışması, 15 Temmuz (aslında 16 Temmuz) İşgal Girişimi’nin eşiğiydi. Bir başka ifadeyle Gezi çapulculuğu gerçekleşmemiş olsaydı belki de biz 15 Temmuz ihanetine maruz kalmayacaktık.
Toplumsal olaylar sebepleri ve neticeleriyle değerlendirilir ve dersler çıkarılır. Gezi Kalkışması bu manada bidayeti ve nihayeti ile ciddi bir şekilde ele alınmamış hatta hisse çıkarma cihetine hiç gidilmemiştir.
Şu iddiayı açıkça dile getiriyorum: Gezi Kalkışması tam bir aymazlıkla geçiştirilmiş, görmezlikten gelinmiş ve problem küllenmeye bırakılmıştır. Olay henüz canlıyken yüksek mevkilerdeki yetkililerin “mesaj alınmıştır” şeklindeki olayların üstünü örtme çabaları bu zamanlarda yaşanan aymazlığın temelini oluşturmuştur.
Cumhurbaşkanı Sayın Erdoğan’ın “yalnızlığımın farkındayım” sözünü ben biraz da Gezi Kalkışmasının üstünü örtmeye çalışan yakın çevresindeki insanlara bir sitemi şeklinde anlıyorum. Yoksa devletin bir numarası neden böyle bir yakınmayı dile getirmek zorunda kalsın?
Gezi Duyarsızlığı
Şimdi, Gezi kalkışması günlerinin gözünüzün önüne getirin. Ergenler çevre bahanesiyle gemi azıya almışlar. Devlete-millete nasıl zarar verebileceklerse öyle yapılıyor. Polis ve belediye araçları yakılıyor. Başta Taksim olmak üzere şehrin merkezi meydanları çapulcular tarafından işgal edilmiş durumda. Geceleri varoşlarda tencere tamtamları çalıyor. Korku ve panik havası estirilmeye çalışılıyor.
Bu arada özellikle liselerdeki komünist ve milli değerleri benimsemeyen öğretmenler sınavları dahi iptal ederek öğrencilerini olaylara katılmaya teşvik ediyor.
Bu milletin manevi değerlerine her zaman bigâne kalan patronlar, sözde sanatçılar ve bilumum müstağripler müstemleke ruhuyla hareket ederek Gezi çapulcularının yanında olduklarını açık açık ifade edebilme cüretini gösteriyorlar.
Sözüm ona Taksim temsilcileri devletle pazarlık yapma görüşmelerinde boy gösterebiliyorlar. Memleketin gerçek sahipleri ise liderlerinin gözünün içine bakarak onun ağzından çıkacak bir daveti bekliyorlar. Lider basiretini izhar ediyor ve o davet gelmiyor… O davet 15 Temmuz’da geldi dersek, ne demek istediğimiz anlaşılmış olur.
Ne Yapılması Gerekiyordu?
Cumhurbaşkanı’nın ailesine dahi tezyif ve tahkir edebilme densizliğini gösteren çapulcular müstahak oldukları cezalara yasaların öngördüğü şekilde muhatap olmalıydılar.
Oldular mı?
Ne gezer?
Sağduyusuna her zaman güvendiğimiz o necip milletimiz, tekrar böyle bir vahşeti (mesela 15 Temmuz İşgal Girişimi gibi) yaşamamak için Gezi Vandallarını ve vandallığını hiç unutmamalıydı.
Unutmadık mı?
Maalesef Sebastiyan.
Gezi nisyana mahkûm olmamalıydı. Tıpkı, şimdi 15 Temmuz’u unutmamak için neler yapıyorsak benzer çalışmaları Gezi üzerine de yapmalıydık.
Yaptık mı, yapabildik mi?
Yapabilseydik hiç Cumhurbaşkanı “yalnızlığımın farkındayım” der miydi?
Çapulcular Ödüllendiriliyor
Gezi’nin üstünü örttük.
Çapulcuların vandallıklarını unuttuk.
Varoşlardaki tamtamcılara iltifat eder hale geldik.
Gezi çapulcularına bedelsiz maddi harcamalar yaparak “ben de çapulcuyum” diyen patronların kazançları Gezi öncesine göre daha da artmış durumda.
Milletin milli ve manevi hassasiyetlerine her zaman mesafeli davranan sanatçı kılıklı soytarılar bugün millet ve devlet tarafından daha çok iltifata mazhar oluyorlar.
Millet, bu sözde sanatçıların filmlerini-dizilerini hayranlıkla seyrediyor. Devlet ise milletine nispet edercesine onlara her türlü maddi imkânları sunuyor, ödüller dağıtıyor.
Velhasıl bize de oturup zırıl zırıl ağlamak düşüyor. Kimsede gezi hassasiyeti kalmadı.