Ülkemiz gündeminin bir türlü durulmayan kargaşası, yeni yasa tasarısı ile eğitim sistemine de yansımaya başladı. İktidara gelmeden önce, pek de birbirinden hazzetmeyen iki kesimin, iktidar nimetleri etrafında oluşturdukları eğrelti dayanışma, anlaşılan gizli ortağın daha fazlasını istemesiyle bozuldu. Perde arkasında görülen iktidar kavgası, var olma-yok etme kavgasına dönüşünce, perde önünde “dershane” ve “yolsuzluk” kavgası verilmeye başlandı. Aylarca boş konuları konuştuk, durduk. Şimdi ise kavgayla hiç ilgisi olmayanların bedel ödeme sırası geldi.
Hükümetin diğer alanlardaki başarılarının yanında, eğitim alanındaki başarısızlığının sorumlusu olarak da hedefe eğitim yöneticileri oturtuldu. Devletin diğer bütün kurumlarında yöneticiler itibar sahibidir, saygındır, ülkemiz insanı onlara dokunamaz, yerine göre işlerini memurlarla küçücük cam deliklerinden konuşarak hallederler. Ama söz konusu okullar, öğretmenler, idareciler olunca, bizi yönetenler ve ülkemiz insanı; güvenmez, hesap sorar, had bildirir.
Bugün eğitim sistemimizin öncelikli problemi nedir? Çözemediğimiz problemlerde, eğitim yöneticilerinin sorumluluğu ne kadardır? Yaşadığımız problemleri, sürekli sistem değiştirdiğimiz halde neden çözemiyoruz? Bu sorulara , eğitim yöneticileri hangi cevapları veriyor?
Ülke olarak, okul yöneticiliğini yıllardır profesyonel bir iş olarak görmemişiz. Üniversiteler , eğitim yöneticilerine , “eğitim lideri” demiş, yeni kavramlar oluşturmuş ancak bakanlığımız yöneticiliği , öğretmenliğin yanında ikinci görev olarak görmüş. Bakanlığımız şimdi eğitim yöneticilerine ; “sizin zaten asıl göreviniz öğretmenlik, yöneticilik benim bahşedeceğim küçücük, önemsiz bir iş, istediğime veririm, istemediğimden de alırım, artık bu benim elimde olacak.” Diyor.
İşte, ülke olarak biz bugüne kadar bu konuyu açık yüreklilikle hiç tartışmadık. Hep dolambaçlı yollardan bu sonuca ulaşmaya çalıştık. İktidarlar, görevden almak istediği müdürleri, doğuya sürdü, böylece istifa etmesini bekledi. Kıvrak zekâmızla, zaman içinde yazılı olmayan bir sürü yöntem geliştirdik. Şimdi, asıl şu soru gizliden gizliye cevabını aramaktadır: Eğitim sisteminin hangi yönetim kademesindeki yöneticileri , iktidarlarla gelip iktidarlarla gitsin?”
Günümüzde okul müdürleri, eğitim politikalarının belirlenmesinde değil uygulanmasında etkindir. Sınırlı yetki ve imkânlarla uygulamaya dönük basit kararlar alırlar. Zaman çizelgesi, şube sayısı, ders kitabı ve öğretmen seçimi, seçmeli derslerin belirlenmesi, okul yerleşim planına kadar her uygulamanın belli kalıpları vardır. Öğretmenine başarı belgesi bile teklif edemez, o yetki mülki amirlerdedir. İlçe ve il milli eğitim müdürleri ise konumları gereği biraz daha stratejik kararlar alabilme durumundadır. Bu yönü ile hükümetle uyumlu çalışmaları beklenir ve anlamlıdır da.
Bu bilgiler ışığında dönüp tasarıya baktığımızda, tasarı okul müdürlerini ve müdür yardımcılarını havuza atıyor. Tasarı ile önemli karar alma mevkiinde olmalarına rağmen çalışmayan, dayandığı yasal korumayla muhalefet eden, bulunduğu makamı kötüye kullanan, görevden alınmasına ve istenmemesine rağmen mahkeme kararlarıyla tekrar tekrar görevine dönenler, verimsiz olanlar, öğrencilerini suça itenler ayıklanacaksa ve bu tasarıdan vazgeçilmeyecekse, kapsamı mutlaka geniş tutulmalıdır.
Bu uygulama da eğitim sisteminde yaşanan problemlere çözüm olmayacaktır. En iyisi mi gelin biz; okulların kaynak problemini çözmeyerek yöneticilerin elini kolunu bağlayan zihniyetimizi havuza atalım. Toplum olarak eğitimciye değer vermeyen anlayışımızı, yıllardır performans kriterleri diyerek hiçbir kriter oluşturamayan eğitim bilimcilerimizi havuza atalım. Atalım ve bu problemlerden kurtulalım. Ne dersiniz?
Talat YAVUZ
Eğitim Bir Sen İstanbul 4 No'lu Şube Başkanı