Kentte yaşamak ile kentli yaşamak arasında fark vardır. 30 yıl Ankara’da yaşayıp Kızılay’a hiç gitmeyen, bir müze gezmeyen, bir konseri dinlemeyen, yılda en az 25 kitap okumayan, İstanbul’da yaşayıp denizi görmeyen, Beyoğlu’na çıkmayan, İstiklal caddesinde bir iki tur atmayan, adaları merak edip vapura binip gitmeyen, hiç gazete okumayan, dört büyüklerin maçını hiç izlemeyen bir kitle vardır. Bu kitle kentte yaşar ama kentli yaşamaz. Kentli yaşamanın yaşam, düşün ve geçim biçimi elit ve entelektüel değerlerle bezenmiş, kültürle desteklenmiş, ekonomiyle güçlendirilmiş pek çok davranış örüntüsü vardır.
Gazetede ünlü bir emlakçı ile yapılan röportajda dikkatimi çeken konu, emlakçının: “Eğer yan komşunuz ayakkabılarını dışarıda bırakıyorsa, kent kültürüne entegre olamamıştır. Bu tür apartmanlara müşteri götürdüğümde, müşteri biraz bilgili ve elit ise, evi kiraya tutmuyor, satın almıyor. Gerekçe olarak, bu komşunun, komşularının hak ve hukukuna saygılı olmayacağını, kent yaşamını diğer apartman sakinlerine kâbus haline dönüştüreceğini ifade ediyor.” Kentte yaşamak belirli usul ve esasları, değerleri ve davranış kalıplarını gerektirir. Balkondan halıyı silkelemek, leğende yıkadığı bulaşığın suyunu balkondan aşağı dökmek, komşusunun çamaşırlarının üzerine mürekkep damlatmak, kent kültürü ile bağdaşmaz.
Apartmanlarda çöpler akşam saatlerinde 19.00 ile 20.00 arasında çıkarılması gerekir. Eğer komşunuz sabah işe giderken çöplerini kapının önüne bırakıp gidiyorsa, bu davranış mealen: “Sen benim çöpümün kokusuyla yaşa. Çöpün çevreye verdiği zarar umurumda değil.” demektir. Bu apartman sakini muhtemelen maske takmadan asansöre binen, arabasını çapraz park eden, sigara izmaritini sokağa atan, yere tüküren ya da sümküren bir özelliğe de sahiptir. Bu davranışların kentte ve kentli kültüründe yeri yoktur. Bu şahıs kentte yaşamakta fakat kentli yaşamamaktadır.
Son günlerde petrole gelen zamlardan dolayı, tasarruf yapmak isteyen vatandaşlar akaryakıt istasyonlarında zamdan önce akaryakıt almak için uzun kuyruklar oluşturduklarını duyuyorum. Bu kuyruklarda sırada beklemek istemeyen, başkasının hakkını gasp eden, açıkgöz geçinen kişilerin kaza riskini de göze alarak bazı uygunsuz davranışta bulunmaları, ailede, okulda ve sosyal çevrede toplu yaşama kurallarını kazanmadıkları ve bu kuralları yaşam biçimi haline dönüştüremediklerini göstermektedir.
Kamusal alanda yaşanan nepotizm (akraba kayırmacılığı) hemşericilik, bilimsel ve etik hiçbir dayanağı ve ilkesi olmayan bir durumdur. Eline küçük bir yetki geçiren yöneticilerin, kamusal kaynakları akrabalarının ve hemşerilerinin hizmetine sunmaları, tanıdıklarına kamusal kaynakları peşkeş çekmeleri, liyakatsiz kişileri sadece tanıdıkları ya da referansları olduğu için yetkilendirmeleri kent kültürü ile bağdaşmaz. Bu durum kırsal alan kültürü baskın davranış örüntüsüdür. Bu tür örgütlerde etkisizlik, verimsizlik ve çapsızlık üst değer haline dönüşür. Değişemeyen, yenileşemeyen, üretemeyen ve sürekli enerji kaybeden bir yapı ortaya çıkar.
Beyoğlu’na yılbaşı kutlamaları için gelen, eğlenmek isteyen kadınları taciz edenler, gece tek başına yürüyüş yapan kadının yolunu kesenler, şehir merkezinde düğünlerde sağa sola silah atan ve masum insanların ölümüne neden olan magandalar, kentin en işlek caddesinde hız sınırını aşıp yeşil ışıkta geçen yayalara çarpan trafik magandaları, sosyal medyada klavye kabadayılığı yapıp halka hakaret eden, ortamı geren troller kent yaşamını içinden çıkılamaz hale dönüştürmektedirler.
Bireyler kentte birlikte yaşamaya başladıklarında ticari faaliyetler de ortaya çıkar. Mal alıp satmak, kredi çekmek, borçlanmak, senet vermek gibi tamamen karşılıklı taahhütleri gerektiren durumlar, kent yaşamının kalitesini artırır. Borcunu ödememek, sahte evrak, çek düzenlemek, borcunu inkâr etmek, ayıplı mal satmak, eşek eti ile lokantada yemek yapmak, dana eti adı altında at eti satmak, kent yaşamını eziyete dönüştürür. Etik ve ahlaki değerler kent yaşamının, kente yaşamanın en önemli bileşenidir. Ahilik geleneği bu esas ve usuller üzerine kurulmuştur. Osmanlı'dan günümüze kadar ulaşan “pabucu dama atılmak” deyimi diğer deyimlere göre neredeyse hala aynı anlamını devam ettirmektedir. Osmanlı devrinde esnaf teşkilatı, ahilik geleneğinin uzantısı olarak belli bir nizam içerisinde ve fevkalade sağlıklı işlemiştir. Her esnaf teşekkülünün bir kethüdası bulunur ve kethüda o meslek dalının inceliklerini, kanunlarını, yönetim biçimini iyi bilir, esnafın çalışma düzeni ve dürüstlüğünün denetimini yaparmış. Esnaf ile kethüda arasında yiğitbaşı denilen, bilirkişi konumunda bir esnaf temsilcisi bulunur, sanatında hile yapanlar olursa yiğitbaşı tarafından tespit edilerek kethüdaya bildirilir ve gerekli ceza işlemleri başlatılırmış. Bu, bir nevi şimdiki TSE kontrollüğü demektir.
Herkesin meslek ahlakı ilkeleriyle çalıştığı o dönemlerde bir zanaatkârın yaptığı işte ihmal veya hileye sapması nadir görülen hadiselerdendir. Çabucak bozulan, yırtılan veya çürüyen mallarda bir hile aranır, bulunursa kethüdaya şikâyetle ilgili esnafın cezalandırılması istenirmiş. Takdir edilir ki ayakkabı imalatı bu tür şikâyetlere açık bir meslektir. Kısa sürede eskiyen ayakkabının kullanım hatası mı, yoksa üretim hatası mı olduğu sık sık tartışma ve şikâyet konusu edilmeye başladığı devirlerde, çürük çarık yapılan, çabuk sökülen yahut delinen ayakkabılar dolayısıyla kethüda sık sık çarıkçılar yiğitbaşısını çağırıp tahkikat yaptırır olmuş. Eğer bir imalat hilesi söz konusu ise ilgili usta çağrılır, esnafın ileri gelenleri, yiğitbaşı ve diğer meslek temsilcileri huzurunda kethüda tarafından tekdir edilir, aldığı ücretin müşteriye iadesi sağlanır, dava konusu olan ayakkabı da kullanılmamak için dama atılırmış.
Bir esnafın yaptığı ayakkabının dama atılması o usta için en büyük ayıp olup meslekteki şeref ve itibarını sıfırlar ve müşterisinin azalmasına yol açarmış. Bu uygulama bütün esnaf teşkilatı için bir genelleme niteliğinde olup birisi hakkında "pabucu dama atıldı" denilmesi artık o meslekten ekmek yemesinin zor olduğuna işaret sayılır, esnafın bu titizlik ile iş görmesi temin edilirmiş. Bu uygulamanın Ahi Evran'dan kalma olduğu, daha o zamanlarda da hatalı malzeme üreten zanaatkârın, Ahi Şeyhi tarafından meclisten çıkarılıp pabucunun tekke damına atıldığı ve evine yalın ayak gönderildiğine dair rivayetler de vardır.
Sonuç olarak kent yaşamının en önemli belirleyicisi, eğitim yoluyla kazandırılmış istendik davranışların yaşam biçimi hâline dönüşmesi ve içselleştirilmesidir. Okullarda eğitim değil de öğretim yapılmaya başlandığında, sözde eğitildiği, diploması olduğu halde eğitilmemiş gibi davranan kişilerin olması, eğitim sistemimizin en başarısız olduğu alanlardan birisidir. Öğrenciler ilkokul birinci sınıftan itibaren lise giriş sınavına, daha sonra üniversite sınavına hazırlanmakta, öğretim ağırlıklı eğitim modeli başat değer olmakta, bu durum da kent yaşamında kurallara uyan ve kentli değerleri yücelten birey sayısını azaltmaktadır. Başarılı öğrencilik yaşantısı öğrenme merkezli olduğu için, iyi öğrenmiş ancak eğitilememiş bir popülasyon ortaya çıkmaktadır. Son yıllarda yaşanan göçler, mülteciler de kent yaşamını tehdit etmekte, yerleşik kültürün değerleri ile yetişmedikleri için uyum sorunları yaşamaktadırlar. Bireylere örgün ve yaygın eğitim yoluyla kent yaşamının kuralları öğretilmeli, sürekli pekiştirilmelidir.
Kaynakça
https://www.mynet.com/pabucu-dama-atilmak-deyiminin-hikayesine-cok-sasiracaksiniz-190101052085 (Erişim Tarihi: 1 Ocak 2022).