Kârıyla, zararıyla… Katılım bankaları

25 yıldan beri Türkiye'de faizsiz bankacılık yapan katılım bankaları, haklarında oluşan şüphelere rağmen gelişmeye devam ediyor. Son 8 yılda 10 kat büyüdüler.

 

 

Derin düşüncelere dalmıştı. Çok yakında düğünü vardı; ama kenara koyduğu birkaç kuruş çoktan suyunu çekmişti. Aile efradından, eş dosttan gelen ya da gelecek yardımların çapı da belliydi. Ah, bir yerlerden eline toplu bir para geçse, şu sıkışık zamanları bir atlatabilseydi! Banka, kredi, hele de faiz kelimelerini telaffuz bile etmek içinden gelmiyordu. İş yerindeki bir arkadaşı ona ‘Katılım Bankaları’ndan bahsetmiş, kesinlikle faize bulaşmayacağını taahhüt etmişti. İyi de nasıl olacaktı ki bu? Uyguladıkları yöntem diğer bankalarla aynı gibiydi; kullanacağı krediyi vadesine göre kendisinden fazlasıyla tahsil edeceklerdi. Sadece birisi bunun adına faiz, diğeri ise kâr payı diyordu.

Evlilik arifesindeki bu gencin yerine, işletmesini büyütmek isteyen ama sermaye sıkıntısı çeken ya da hammadde ithalatı için kaynak arayan bir iş adamını da koyabilirsiniz. Faizsiz finans kurumları ülkemizde 25 yılı geride bıraktı. Dinî hassasiyetlere sahip olsun veya olmasın bir yandan toplumun önemli bir kesimince şüphe ile karşılanıyor, diğer yandan da büyümeye devam ediyorlar. 1995’te ilk kurulduklarında ‘özel finans kurumu’ olarak adlandırılan ve 2005’ten itibaren bugünkü adlarını alan katılım bankaları, son 8 yılda aktif büyüklüklerini 3,9 milyar TL’den 43,3 milyar TL’ye yükselttiler. Yani 10 katın üzerinde büyüdüler. 28 Şubat sürecinde büyük sıkıntı yaşamalarına rağmen 2002’de yüzde 1,9 olan bankacılık sistemi içerisindeki aktif paylarını 2010 sonu itibariyle yüzde 4,3’e yükselttiler.

Katılım bankaları gerçekten de faizsiz işlem mi yapıyor, bunların mevduat bankası olarak adlandırılan klasik bankalarla benzer ve farklı yönleri neler? Neden faiz oranları ile kâr payı oranları aynı oluyor? Birini helal, diğerini haram yapan nedir?

Türkiye Katılım Bankaları Birliği (TKBB) Genel Sekreteri Osman Akyüz, verilen hizmet açısından klasik bankalardan aslında bir farkları olmadığını, EFT ve havaleden tutun da dış ticaret işlemlerine her türlü hizmeti verdiklerini ama mevduat ve kredilerde faizsizlik prensibiyle hareket ettiklerini söylüyor. “Klasik bankada tasarrufu olan bir kişi vade sonunda ne kadar faiz alacağını parasını yatırırken bilir. Banka bu oranı kendisine taahhüt eder. Katılım bankaları ise böyle bir taahhüt vermez. Katılım bankasında kişi kâr/zarar ortaklığı hesabı açar ve tasarrufunu bu ortaklık esasına göre belli bir vadeyle yatırır. En başta ne kadar alacağını bilmez. Ona belli bir oran taahhüt edilemez. Vade sonunda katılım payına göre kendisine isabet eden kâr oranı hesabına aktarılır.” Akyüz, faiz ve kâr payı oranlarının birbirine yakın olmasını ise ortak ekonomik ortama bağlıyor: “Aynı ekonomik değişkenler aynı sonuçları doğurur. Sonuçta enflasyon oranı, döviz artış hızı, piyasadaki denge noktası fiyatları ve kâr oranları katılım ve mevduat bankaları için değişmiyor, hepimiz aynı ortamda iş yapıyoruz. Burada temel fark sistemin işleyiş mekanizmasıdır.”

Peki, mekanizma nasıl işliyor? Katılım bankaları kâr/zarar katılım ortaklığı prensibine göre tasarruf sahiplerinden topladıkları mevduatı, cinsine göre TL, avro ya da ABD doları havuzlarına aktarıyor. Bu havuzlarda biriken paralar kredi başvurusunda bulunan ihtiyaç sahiplerine aktarılıyor. İşte faizsiz bankacılığın temel noktası tam da burada yatıyor. Havuzlarda biriken para sadece bir mal veya hizmetin finansmanında kullanılıyor. Müşterinin, “Benim şu kadar paraya ihtiyacım var. Teminat olarak da sana istediğin şeyi vereceğim. Bana para ver.” demesi yeterli değil. Mutlak suretle alım-satıma konu bir ticaretin olması gerekiyor. Katılım bankası, müşterinin ihtiyacı olan mal veya hizmeti satıcıdan peşin alarak vadesine göre değişen bir kâr payı koyarak müşterisine vadeli satıyor. Bu satışlardan elde edilen kârlar havuzlara dağıtılıyor ve her bir katılım hesabı sahibi havuzdaki payı nispetinde kâr alıyor. Ya zarar edilirse? Zaman zaman zarar edildiği de oluyor elbette, ticaretin esasında bu var zaten. Ama havuz sistemi içinde bir ya da birkaç ticarette yapılan zararlar havuzdaki genel oranı çok değiştirmiyor. Ancak, kurum topluca zarar edecek olursa müşteri ile yapılan sözleşme gereği bu zarar onlara da yansıtılacak elbette. Bunun tek örneği 2001 mali krizinde yaşandı ama aynı tarihte zaten diğer bankalardan da batanlar olmuştu.

Akyüz’e “Klasik bankalar da evi, arabayı, ticareti finanse ediyor, fark nedir?” diye soruyoruz. Klasik bankaların temelde parayı bir mal gibi görüp sattığına işaret eden Akyüz, mevduat bankalarının müşterilerine herhangi bir ticaret olmadan nakit kredi kullandırabildiklerine, katılım bankalarında ise bunun mümkün olmadığına dikkat çekiyor. Aynı şekilde, katılım bankalarının kredi kartlarından nakit çekim de yapılamıyor. Özetle katılım bankalarının diğer bankalardan farkı, parayı bir mal olarak görüp onu alıp satmaması. Arada mutlaka ticarete konu olacak bir meta bulunması gerekiyor.

 

“Gidin derdinizi askerlere anlatın”

Günümüz piyasa şartlarında bireysel ve kurumsal müşterilerin ihtiyaçlarını uygun fiyata, kaliteli ürün ve hizmetlerle karşılamak istediklerine dikkat çekiyor Osman Akyüz. “Müşteri beklentilerinin karşılanabilmesi çok önemli. Tabii ki bunları altın prensibimiz olan faizsizlikten taviz vermeden yapıyoruz. Aksi takdirde klasik bankalardan hiçbir farkımız olmaz.”

Katılım bankaları ürün ve hizmet geliştirme ve piyasaya sunma aşamalarında bünyelerinde yer alan danışma kurullarına da sık sık başvuruyor. Bu kurulların, yeni geliştirilen ürünlerin uygunluğuna dair görüş beyan edip bunları reddetme yetkileri var. Aslında katılım bankalarını klasik bankalarla rekabette zorlayan bu uygulama aynı zamanda farklılıklarını ortaya koyuyor. Kurul uygun görmediği için hayata geçirilemeyen birçok teklif var.

Merhum Turgut Özal’ın başbakanlığı zamanında 1985’te Albaraka Türk ve Faysal Finans ile ülkeye giren faizsiz bankacılık daha sonra 1989’da bir başka Körfez kaynaklı Kuveyt Türk’ün sektöre girmesiyle büyümeye başladı. 1990’larda Türk sermayesinin sisteme girişi başladı. 1991’de Anadolu Finans, 1995’te İhlas Finans, 1996’da ise Asya Finans faaliyete geçti. Faizsiz finans kurumlarının büyüme trendine girdiği bu yıllarda yaşanan krizler ise sektörün gelişimini olumsuz etkiledi. Haziran 1996’da kurulan Refahyol hükümetinin 28 Şubat postmodern darbesine giden yolda yıpranması ve tam 1 yıl sonra yıkılması ülkede hortlatılan irtica paranoyasının bir sonucuydu. Bu dönem aynı zamanda faizsiz finans sistemi için de zor yıllardı.

Katılım bankaları 25 yılda bankacılık sisteminin toplam aktif büyüklüğü içerisinde yüzde 4,3’lük bir orana ulaştı. Peki, bugün itibariyle bulundukları nokta tatmin edici mi? Çok zorlu dönemlerden geçtiklerini hatırlatan Akyüz özellikle 28 Şubat dönemini ve 2001 krizini örnek veriyor.

“Büyük zorluklar yaşadık. Kamu otoritesindeki muhataplarımıza ulaşıp sorunlarımızı aktaramıyorduk. Zamanın ekonomi bakanı Güneş Taner’e ulaşıp kendisinden yardım istedik. Bize cevabı, ‘Gidin derdinizi askerlere anlatın. Ben sizin için bir şey yapamam.’ olmuştu.” diyor Akyüz. 1999’da gündeme gelen bir bankalar kanunu tasarısıyla İslami bankacılığın tasfiye edilmesinin ve kendilerinin klasik bankalara dönüştürülmesinin gündeme geldiğini ifade ediyor. Gelinen noktada, gerek siyasilerle gerekse de ekonomi bürokrasisi ile güzel bir iletişimde olduklarını dile getiren Akyüz bu sayede sektörün gelişimine fayda sağlayabildiklerinin altını çiziyor. Ocak ayında İstanbul Menkul Kıymetler Borsası’nda (İMKB) Katılım Endeksi’nin açılması bu gelişmeye yenilikçi bir örnek olarak kabul ediliyor.

‘KATLM’ kodlu endekste, faize dayalı finans, ticaret, hizmet, aracılık, alkollü içecek, kumar, şans oyunu, domuz ürünleri, turizm, eğlence, basın, yayın, reklam, tütün mamulleri, silah, vadeli altın, gümüş ve döviz ticareti olmayan şirketler yer alıyor. TKBB bünyesinde kurulan bir danışma kurulu da bu endekste yer alacak şirketlerle ilgili olarak İMKB’ye görüş bildiriyor. Bu endeks sayesinde faize duyarlı yatırımcılar da standartları belirlenen ve gözetlenen katılım endeksinde işlem yapmaya başladı.

Ülkenin ağır bir finansal kriz yaşadığı 2001’de o zamanki adıyla özel finans kurumları da çok ağır bir süreçten geçmiş. Krizde likidite sorunuyla karşılaşan İhlas Finans bu süreçte batmış, diğer finans kurumlarından da çok ciddi bir kaynak kaçışı olmuştu. Katılım bankacılığı, klasik bankalar gibi krizden küçülerek çıktı. İhlas Finans dışında batan kurum olmadı. Bankacılık sektörü için geçerli olan mevduat üzerindeki devlet garantisi katılım bankaları için de uygulanmaya başladı. 2002’den itibaren yaşanan siyasi ve ekonomik gelişmelere paralel olarak faizsiz bankacılık sistemi de kayıplarını toparlayıp yükselişe geçmeye başladı. Akyüz, toplumun kendilerine sahip çıktığını, iş adamları ve bireyler bazında değişik kesimlerden birçok insanın bu sistemin devam etmesi için ciddi katkı sağladığını anlatıyor. Katılım bankaları olarak topluma kendilerini anlatma noktasında geri kaldıklarını kabul eden Akyüz, yakın zamanda ekonomi kanallarında faizsiz bankacılık faaliyetleriyle ilgili kısa bilgilendirici reklamlar vermeye başladıklarını ve önümüzdeki dönemde tanıtım faaliyetlerinin artacağını söylüyor. Akyüz büyüme trendlerinin devam edeceğini belirterek hedeflerinin 10 yılda yüzde 10’luk paya ulaşmak olduğunu açıklıyor: “Amacımız 2023’te bankacılık sistemi içerisindeki aktif büyüklüğümüzü yüzde 10’a yükseltmek.”

 

Fahrettin Yahşi* Hedefimiz dünyanın en iyisi olmak

 

Albaraka Türk olarak katılım bankacılığının esası olan faizsizlik ilkesine uyum konusunda çok hassas davranıyoruz. Ürün ve müşteri bazlı baktığımızda biz KOBİ ağırlıklı bir bankayız. Önümüzdeki dönemde tabii ki bireysele ağırlık vermeyi düşünüyoruz ama portföyümüzün büyük kısmını KOBİ’lere tahsis etmiş durumdayız. Müşterilerimizin klasik bir bankadan alabilecekleri hizmetlerin yaklaşık yüzde 95’lik kısmını karşılıyoruz. Karşılayamadığımız yüzde 5’lik kısım da nakit kredi talebi gibi prensiplerimiz gereği yapamayacağımız işlemler. Müşterilerimize kaliteli ve sıcak hizmet sunuyoruz. Süreçlerimizi tasarlarken müşterilerimizi tam merkeze yerleştirmeyi bir politika olarak benimsedik. Hatta 2011 yılı itibariyle kendimize ‘dünyanın en iyi katılım bankası olma’ vizyonunu koyduk. Finansal olarak baktığımızda da aktif büyüklüğünden ziyade aktif kalitemizi en üst seviyede tutmayı, en yüksek özkaynak kârlılığını ve en düşük batık kredi oranını sürdürülebilir bir şekilde gerçekleştirmeyi hedefliyoruz.

Ana sermayedarımız Albaraka Bankacılık Grubu bizi grubun amiral gemisi olarak görüyor. Bizden hem Türkiye içinde hem de farklı ülkelerde büyümemizi ve yeni şubeler açmamızı bekliyorlar. Önümüzdeki haziran ayı içerisinde Irak’ın kuzeyindeki Erbil kentinde şubemiz açılacak. Bunun dışında Balkanlarla ilgili düşüncelerimiz var.

Katılım bankacığının tanıtımı konusunun ise iki tarafı var. Faize duyarlı kesimde az da olsa ‘Tam bir faizsiz bankacılık yapılıyor mu?’ endişesi olduğunu, toplumun bütününe baktığımızda ise katılım bankacılığına yönelik tam bir bilgi duruluğunun olmadığını görüyoruz. Bu konuda, Albaraka Türk ve katılım bankaları birliği olarak kamuoyunu aydınlatma konusunda atmamız gereken adımlar var. Geçen çarşamba günü İzmir’de yaptığımız birlik yönetim kurulu toplantısında tanıtım konusunda kararlar aldık. Katılım bankacılığıyla ilgili yazılı, görsel ve internet mecralarında reklam ve bilgilendirme çalışmaları yapacağız. Şu an için bu konuda bir bütçe belirlenmedi ama gerekli tüm kaynakları tahsis etme konusunda mutabık kaldık. Katılım bankacılığının toplam sistem içindeki aktif büyüklüğü son 8 yılda 10 kat artarak yüzde 4,3’e gelmiş durumda. 25 yıllık süreçte geldiğimiz nokta önemli ama yeterli değil. 2001’de sektör çok ciddi bir kriz yaşadı ve aktif toplamı neredeyse 1 milyar dolara geriledi. Bugünse 28 milyar dolara ulaşan bir büyüklüğümüz var. Bu açıdan baktığımızda yaşadığımız büyüme daha da büyük anlam kazanıyor. Önümüzdeki 10 yıl da bizim için önemli ve bu süre içerisinde payımızı yüzde 10’a çıkarmayı hedefliyoruz.

(*) Albaraka Türk Genel Müdürü ve TKBB Başkanı

 

Abdullah Çelik* Bankacılık liginde ilk 10’dayız

 2001 yılında bankacılık sektöründe yaşanan krizden sonra Bank Asya olarak katılım bankaları ile çalışan muhafazakâr müşterilerin yanı sıra konvansiyonel banka müşterileriyle de çalışmayı hedefledik. Bu çerçevede bir yandan faizsiz bankacılık anlayışını toplumda daha geniş kitlelere ulaştırırken, diğer yandan katılım bankacılığı pastasını genişlettik. Bu çalışmalarda temel hedefimiz faizsiz bankacılık çalışma prensiplerinden ödün vermeden hizmet kalitesini artırmak ve bireyselden kurumsala bütün müşterilere hızlı hizmet sunmak oldu. Bu stratejinin karşılığını ise son 10 yılda katılım bankaları arasında liderliğe yükselmek ve toplam bankacılık liginde 48 banka arasında ilk 10’a girmek olarak aldık. Brand Finance Banking 500 listesinde de 2,1 milyar dolarlık piyasa değerimizle dünya genelinde 403’üncü olduk. Özellikle inşaat sektöründe müşterilerimize verdiğimiz destekle gayrinakdi krediler kaleminde zaman içinde ilk 3 banka arasına kadar yükseldik.

Katılım bankacılığı prensipleri gereği hazine işlemleri yapmadığımızdan topladığımız fonları devlete borç vermek yerine reel sektörü finanse etmekte kullanmaktayız. Enflasyonun yüksek olduğu ve devletin iç borçlanmaya ağırlık verdiği yıllarda bu bir dezavantaj olarak görülebilirdi. Ancak son yıllarda sağlanan siyasi ve ekonomik istikrar sonrası devlet iç borçlanmayı azaltınca bu alandaki kâr marjları düşen konvansiyonel bankalar mecburen, topladıkları fonları plasmana çevirmek için reel sektöre yöneldiler. Oysa yukarıda bahsettiğimiz gibi biz zaten hep orada ve müşterilerle iç içeydik. Reel sektörle ilişkilerimizin sağlamlığında en önemli unsurlardan biri de faizsizlik prensibi gereği kriz zamanlarında krediyi geri çağırmamamız veya kredi maliyetini yükseltmememiz. Müşterilerimizle güçlü bir güven ilişkisi kurmamıza yardımcı olan bu uygulamanın piyasada çokça bilinmediğini görüyorum. Aslında bu farkımızı ortaya koyma adına özellikle vurgulanması ve anlatılması gereken bir nokta.

Katılım bankacılığı, geride bıraktığı 25 yıla rağmen toplum nezdinde yeterince tanınmıyor. Bu konuyu geçen hafta Türkiye Katılım Bankaları Birliği Yönetim Kurulu’nda detaylıca konuştuk. Birlik olarak daha fazla tanıtım yapma ve bütçe ayırma konusunda görüş birliğine vardık. Bank Asya olarak ise müşterilerimizi bilgilendirmek ve onlara gerek katılım bankacılığını, gerekse de  sunduğumuz hizmetleri daha iyi anlatabilmek için Mikro İşletme ve KOBİ’lere yönelik Çobanyıldızı Projesini oluşturduk. Bu proje kapsamında ayda 2 kez Anadolu’nun çeşitli şehirlerine giderek katılım bankacılığını ve kendimizi anlatıyoruz. Bu toplantılarda müşteriler, talep ve önerilerini doğrudan bankamızın üst düzey yöneticilerine ulaştırma fırsatı buluyor.

Bank Asya olarak, ayrıca ürün gamımızı genişletmek ve hizmet kalitemizi artırmak için teknolojiye de yoğun yatırım yapıyoruz. Bu doğrultuda Bireysel alanda DIT Card gibi bir kredi kartı markası oluşturarak hem Türkiye’de öncü olduk, hem de dünyada birçok kez bu alanda ödül alarak ülkemizin adını gururla duyurduk.

(*) Bank Asya Genel Müdürü

 

Ufuk Uyan*  Türkiye’deki ilk faizsiz bono bizde

Türkiye’de 2010 yılında bir ilke imza atarak, 2013 yılına kadar vadeli, Türkiye’nin ilk Sukuk işlemini gerçekleştirdik. Faizsiz bono veya kira sertifikası olarak adlandırılan Sukuk’taki bu işlemimiz başta Euromoney dergisi olmak üzere uluslararası birçok medya kuruluşu tarafından faizsiz bankacılık sektörünün en yenilikçi ödülü kategorilerine layık görüldü. Hedefimiz Sukuk’un finansal bir araç olarak daha da yaygınlaştırılmasını sağlamak. Bir diğer yenilikçi hizmetimiz olan, dünyada eşine az rastlanır altın veren ATM’yi hayata geçirdik. Bu hizmet yurt içinde ve dışında ses getiren bir yenilik oldu. Bugün itibariyle bir iki pilot şubemizde faaliyette olan bu hizmetimizin yıl sonuna kadar tüm Türkiye’deki ATM’lerimizde aktif olmasını planlıyoruz. Yıl içerisinde yine bir ilke imza attık ve GoldPlus Altın Borsa Yatırım Fonu ile Türkiye’de borsa yatırım fonu kuran ilk katılım bankası olduk.

Avrupa’nın en hızlı büyüyen kredi kartı pazarlarından biri olan ülkemizde, bankamız 2010’da pazara iki yeni nesil kredi kartı sürdü. Müşterilere alışverişte hem indirim hem de uygun taksitlendirme seçenekleri sunan Sale Plus Kredi Kartı ve İhtiyaç Kredi Kartı ile müşterilerimizin ihtiyaçlarını peşin almalarını temin ederek kartın kendi içinde taksitlendirme ya da borçlandırma mekanizmalarını işletiyoruz. Bu sayede müşterilerimiz kendilerinin belirlediği vadelerle borçlanabilme imkânına kavuşuyorlar. Kuveyt Türk, bireysel emeklilik ve sigortacılık alanında da önemli adımlar attı. Faizsiz bireysel emekliliğe yönelik yasal düzenlemelerin yapılmasının ardından Vakıf Emeklilik’in bu alandaki deneyimlerinden yararlanmak üzere bir anlaşma yaptık. 2011 yılı itibarıyla, faizsiz bireysel emeklilik paketini şubelerimiz aracılığıyla müşterilerimize sunmuş bulunuyoruz. İştirakimiz olan Neova Sigorta aracılığıyla sigortacılık alanındaki pazarlama faaliyetlerimiz 2010’da da yoğun bir biçimde devam etti.

Katılım bankacılığının tanıtımı konusunda ciddi eksikliklerimiz olduğunun farkındayız. Toplumumuzun büyük bir bölümü hâlâ katılım bankacılığı ne demek, sistemi nedir, işlemler nasıl gerçekleşir ve benzeri konularda çok fazla bilgi sahibi değil. Şubeleşme ve ürün çeşitliliğimiz üzerinde yaşadığımız eksiklikler bugün geldiğimiz noktada ciddi oranda iyiye doğru gidiyor. Yani müşteriyi bir misafir olarak iyi ağırlamanız gerekiyor. Şimdi eskisine nazaran daha cesur bir şekilde davetimizi, tanıtımımızı yapabilir kıvamdayız. Bankacılıkta avantajlı fiyat beklentisi ve akıllı pazarlama yöntemlerinin yanı sıra, hizmet kalitesinin de Türk insanı üzerinde eskisine nazaran daha önemli hâle geldiğine inanıyoruz. Biz aşırı ve savurgan tüketim baskısının etkisiyle çok ciddi reklam bütçeleri peşinde değiliz. Toplumumuzun hassasiyet gösterdiği aslında fazla reklam kokmayan sosyal faaliyetlere duyarlıyız. Açıkçası bu sosyal duyarlılığı en fazla bizim sektöre yakıştırıyorum.

(*) Kuveyt Türk Genel Müdürü

 

Türkiye Finans (*) Türkiye Finans Katılım Bankası, 2005’te Anadolu Finans ve Family Finans kurumlarının birleşmesiyle katılım bankacılığı liginde yerini aldı. Boydak ve Ülker gruplarının ortaklığındaki Türkiye Finans’ın yüzde 60 hissesi 31 Mart 2008’de Suudi Arabistan’ın en büyük bankası The National Commercial Bank’a satıldı. Yeni hisse yapısında Boydak ve Ülker grupları yüzde 20’şer paya sahip oldu. Türkiye Finans, 182 şubesi ve 3 bin 500’e yakın çalışanıyla 1 milyondan fazla müşterisine hizmet vermeye devam ediyor.

    (*) Türkiye Finans’la, üst yönetimindeki değişiklikten dolayı kendileriyle görüşülemedi.

 http://www.aksiyon.com.tr/aksiyon/haber-29292-kâriyla-zarariyla…-katilim-bankalari.html

İlk yorum yazan siz olun
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.

EĞİTİM Haberleri