Milli Eğitim Bakanlığı (MEB), önümüzdeki beş yıl içinde eğitimde planlanan hedeflere ilişkin olarak hazırlanan 2019-2023 Stratejik Planı’nı yayınlamıştır. Bugüne kadar hazırlamış olduğu strateji planlardaki hedeflerin çok uzağında kalan MEB’in önümüzdeki 5 yıl için öngördüğü hedefler, eğitim sisteminin içinde bulunduğu durum ve acil çözüm bekleyen sorunlar için adım atmak yerine, iktidarın eğitim alanındaki siyasal-ideolojik hedefleri doğrultusunda hazırlanmıştır.
MEB’in 2019-2023 Stratejik Planı, bütün stratejik planlar gibi, MEB’in eğitim alanındaki çalışmalarını kamu hizmeti yürüten bir kamu kurumu olmaktan çok ‘ticari şirket’ mantığı ile ele alındığını göstermektedir. Stratejik Plan’da kullanılan dil ve ifadelerden, büyük ölçüde ‘kar amacı’ ile kurulmuş şirketleri andırırken, ‘kamusal eğitim’ ifadesi tamamen dışlanarak, eğitimde yaşanan ‘piyasa’ ve ‘inanç’ merkezli dönüşüm sürecinin hızlandırılacağı anlaşılmaktadır.
MEB’in Stratejik Plan’ı uygularken karşı karşıya olduğu ‘Zayıf yönler’ maddeler halinde açıkça ifade edilmiştir;
- Ortaöğretimde okul türü kontenjanlarının öğrenci ve veli talepleri ile uyumsuzluğu,
- Hayat boyu öğrenme kapsamındaki faaliyetlere ilişkin farkındalık düzeyinin düşük olması,
- Özel eğitime ihtiyacı olan bireylerin tespitine yönelik etkili bir tarama ve tanılama sisteminin yetersizliği,
- Zorunlu eğitimden ayrılmaların önlenmesine ilişkin etkili bir izleme ve önleme mekanizmasının olmaması,
- Eğitim ve öğretim analizi sonucu bölgesel farklılıkların bulunması,
- Okul ve kurumlarda güvenlik, sağlık ve hijyen koşullarının yeterli olmaması,
- Bilimsel, kültürel, sanatsal ve sportif faaliyetlere katılımın düşük olması,
- Haftalık ders saatlerinin ve zorunlu derslerin öğrencilerin gelişim düzeylerine uygunluğuna ilişkin sorunların olması,
- Yabancı dil eğitiminin tür ve ihtiyaca göre belirlenmemiş olması,
- Ücretli öğretmen uygulaması,
- Bakanlığın bazı birimleri arasındaki yetki ve sorumluluk çakışması,
- Kariyer ve liyakate dayalı atama ve görevde yükselme sisteminin istenilen düzeyde olmaması
- İlköğretimde çocukların düşünsel, duygusal ve fiziksel becerilerini geliştirecek ortamların istenilen düzeyde olmaması,
- Seçmeli derslerin öğrencilerin ilgi ve yeteneklerinden çok öğretmen durumuna göre belirlenmesi,
- Açık liselerdeki zorunlu eğitim çağındaki öğrenci sayısının artması,
- Teftiş ve kurumsal rehberlik süreçlerinin yeterince ayrışmaması,
- Eğitim yöneticilerinin yetiştirilmesine yönelik sistemin yeterli olmaması,
- Çalışanların motivasyon ve örgütsel bağlılık düzeylerinin düşük olması ve ödül-ceza sisteminin yetersizliği,
- İnsan kaynaklarının/entelektüel sermayenin niteliği ve yeterliliğinin istenilen düzeyde olmaması,
- Yönetim süreçlerinde iletişimin dikey yönlü olması,
- Örgütsel öğrenme, bilgi paylaşımı ve birimler arası koordinasyon düzeyinin düşük olması,
- Paydaş Yönetim Stratejisi bulunmaması ve uygulama düzeyinin yetersizliği,
- Veri, bilgi ve belge arşivleme ile bilgi yönetimi sisteminin yetersiz olması,
- Öğretmenlerin bazı bölgelerde daha uzun süreli çalışmasını sağlayacak teşvik edici mekanizmaların kurulmamış olması,
- Derslik başına düşen öğrenci sayısında bölgesel farklılıklar ve ikili eğitim uygulamalarının olması,
- Veriye dayalı politika geliştirme ve bütünleşik bir veri sisteminin istenilen düzeyde olmaması,
- Mesleki ve teknik eğitimde ölçme değerlendirme sisteminin modüler eğitime (öğrenme çıktılarına) yönelik olmaması,
- Öğretmenler için motive edici bir kariyer sisteminin olmaması,
- Bireylerin özelliklerini ön plana çıkaran öğretim programlarının yeterlilik düzeyinin düşüklüğü,
- Sözleşmeli ve kadrolu öğretmen grupları arasındaki özlük farkları,
- Yetkilerin merkezde toplanmış olması ve taşra teşkilatının yetki sınırlılığı,
- Ölçme ve değerlendirme sisteminin yetersiz olması.
Okul Öncesi Eğitim Yine Diyanet’e, Dini Vakıf ve Derneklere Teslim
MEB’in Stratejik Planı’nda eğitime ilişkin amaç ve hedeflerinin geneline bakıldığında eğitim sisteminden çok iktidarın ihtiyaçlarını dikkate aldığı görülmektedir. Örneğin okul öncesi eğitime ilişkin olarak ifade edilen “Erken çocukluk eğitiminin niteliği ve yaygınlığı artırılacak, toplum temelli erken çocukluk çeşitlendirilerek yaygınlaştırılacaktır” ifadesi dikkat çekicidir.
Okul öncesi eğitimde son birkaç yıldır gelişen bir kavram olan ‘toplum temelli kurum’ ifadesi Diyanet İşleri Başkanlığı’na bağlı 4-6 yaş kurslar, dini vakıf ve dernekler ve belediyeler tarafından açılan kreşleri kapsamaktadır. ‘Toplum temelli kurumlar’ ilk kez 2015-16 eğitim-öğretim yılında MEB istatistiklerine dahil edilirken, o tarihten bu yana erken okul öncesi eğitimde öğrenci sayısını en fazla artan kurumlar olmuşlardır.
2015-2016 eğitim öğretim yılında Diyanet İşleri Başkanlığı’na, dini vakıf ve derneklere ait 692 okul öncesi eğitim kurumunda 4-6 yaş grubunda 21 bin 20 çocuk eğitim görüyorken, 2018-2019 eğitim öğretim yılında kurum sayısı 2.560’a öğrenci sayısı ise 94 bin 817’ye çıkmıştır. Başka bir ifade ile büyük bölümü Diyanet ile dini vakıf ve derneklere ait olan okul öncesi eğitim kurumu sayısı son dört yılda 3,7 kat, öğrenci sayısı ise 4,5 kat artmıştır. MEB’in eğitim süreci açısından son derece önemli bir dönem olan okul öncesi eğitimi Diyanet İşleri Başkanlığı ile dini vakıf ve derneklere teslim etmeyi hedef olarak belirlemiş olması dikkat çekicidir.
İkili Eğitime Son Vermek İçin Yeni Hedef 2023!
Bir önceki Stratejik Plan’da ikili eğitimin 2019 yılı sonuna kadar kaldırılarak tüm okullarda tekli eğitime geçileceği hedefi konulmuş olmasına rağmen, ikili eğitim yapan eğitim kurumlarının oranı 2018 yılında yüzde 33,83 olmuş, 2019 sonu hedefi ise yüzde 29 olarak belirlenmiştir. MEB, Stratejik Plan’da ikili eğitime 2023 yılında kadar son verileceğini taahhüt etmiştir.
2020 yılında 4+4+4 sisteminden kaynaklı olarak lise çağındaki öğrenci oranının yarı yarıya artması beklenmektedir. Bu durum özellikle liselerde ikili eğitim uygulamasını daha da yaygınlaştıracak olmasına rağmen MEB’in 2020 yılı ‘ikili eğitim’ oranını yüzde 23 olarak ifade etmesi hiç gerçekçi değildir. Bakanlık ikili eğitimi sona erdirme hedefini 2023 yılına erteleyerek, bu alanda başarısız olduğunu açıkça itiraf etmiştir.
MEB’in Ortaöğretim Kurumlarına Bakışı Çelişkilerle Doludur
MEB’in 2019-2023 Stratejik Planı’nda, Türkiye’deki öğrencilerin ağırlıklı çoğunluğunun tercih ettiği ‘Anadolu lisesi’ ibaresinin hiç geçmemesi, ama sınavsız öğrenci alan diğer iki kurum olan imam hatipler ve meslek liselerinin ayrı bölümler olarak ele alınmış olması dikkat çekicidir. Bu durum, MEB’in Anadolu Liseleri ile ilgili ileride nasıl bir tasarrufa gitmek istediği konusundaki kaygılarımızı arttırırken, akademik liselerle ilgili atılması planlanan adımlar konusunda yeni soru işaretleri yaratmaktadır.
Planda Fen Liseleri ve Sosyal Bilimler Liselerindeki sayı ve kontenjan artırılmasının risk olarak değerlendirilmiş olması ayrıca dikkat çekicidir. Yapılması gereken, öğrencilerin tercihlerine paralel olarak Fen ve Sosyal Bilimler liselerinin sayılarının arttırılmasıdır. MEB’in ifadesinin aksine bugün sorun olan bu okul türlerinin yetersiz oluşudur.
Ortaöğretimde esnek ve modüler yapı vurgusu, geçmişte uygulanan ve başarısız olduğu için vazgeçilen ‘kredili sistem’i çağrıştırmaktadır. MEB’in geçmişte sık sık yaptığı gibi yeterince tartışılmayan bir konuyu Stratejik Plana koyması ciddi bir sorundur.
MEB’in ‘İmam Hatip Aşkı’ Artarak Devam Ediyor
Milli Eğitim Bakanlığı’nın ‘2019-2023 Stratejik Planı’nda ‘Örgün eğitim içinde imam hatip okullarının niteliği arttırılacaktır’ ifadesi ile imam hatip okullarına özel bir önem verdiğini açıkça ortaya koymuştur. 2019 yılı itibariyle Türkiye’de 3 bin 394 imam hatip ortaokulu (İHO), 1.623 imam hatip lisesi (İHL) bulunmaktadır.
Türkiye’de İHO ve İHL’lerde 1 milyon 367 bin öğrenci (açık öğretim dahil) eğitim görmektedir. Yeterli talep olmamasına rağmen yeni imam hatip okulları açılması MEB’in en öncelikli gündemi olmayı sürdürürken, Stratejik Plan’da imam hatiplerin eğitim kalitesini arttırmak için 2,7 milyar TL harcama planlanması dikkat çekicidir.
Eğitimin Finansmanında Halkın Payı Artacak
MEB’in 2019-2023 Stratejik Planı’nda dikkat çeken noktalardan birisi halen yüzde 3,23 olan bütçe dışı kaynakların MEB bütçesine oranının 2023 yılında yüzde 10’a çıkarılmasının hedeflenmiş olmasıdır. Bunun anlamı önümüzdeki beş yıl içinde ‘eğitim finansmanın çeşitlendirilmesi’ adı altından eğitim bütçesi içindeki kamu payının azaltılarak, bütçe yükünün ciddi anlamda okulların, dolayısıyla öğrenci ve velilerinin sırtına yıkılmasıdır. Nitekim MEB, Plan’da bu konuyla ilgili olarak ‘Eğitimde finansman çeşitliliğini sağlamaya yönelik çalışmaların eğitimin ücretli olduğu algısını uyandırması’ ve ‘Kamuoyunda bağış konusunda yeterli düzeyde farkındalık olmaması’ tespitlerini yapmaktadır.
Kamusal Eğitim Zayıflayıp Özel Öğretim Daha da Yaygınlaştırılacak
MEB, yıllardır eğitimin kamusal niteliğini tamamen ortadan kaldırmaya çalışırken, öğrenci ve velileri açıkça özel okullara yönlendirme politikasında ısrar etmekte, bu durum rakamlara da yansımaktadır. Özellikle 4+4+4 dayatması sonrasında, velilerin ekonomik koşullarını zorlayarak çocuklarını özel okullara gönderme oranı belirgin bir şekilde artmıştır. MEB’in 2019-2023 Stratejik Planı’na göre özel öğretimin payı eğitim kademelerine göre artmaya devam edecektir.
4+4+4 Sonrası Özel Öğretimin Payındaki Artış ve 2023 Hedefi[1]
Eğitim Kademesi | Yıllar | 2023 Hedefi | ||
2012 | 2014 | 2019 | 2023 | |
Okul öncesi | 6,18 | 9,16 | 15,8 | 16,2 |
İlkokul | 2,77 | 3,31 | 4,7 | 5,1 |
Ortaokul | 3,51 | 6,1 | 6,5 | |
Ortaöğretim | 3,62 | 4,78 | 13,1 | 13,5 |
[1] 2012 ve 2014 verileri MEB’in 2015-2019 Stratejik Planı’ndan, 2019 ve 2023 verileri 2019-2023 Stratejik Planı’ndan alınmıştır.
Eğitim ile ilgili olarak, bugüne kadar hemen hemen her hedefi ıskalayan MEB’in özel öğretimi teşvik ve öğrencileri özel okullara yönlendirme konusunda son derece başarılı olduğu bilinmektedir. Özellikle eğitimde 4+4+4 düzenlemesi sonrasında resmen patlama yapan özel öğretim konusunda bakanlığın hedeflerine ulaşması için devlet okullarındaki eğitimin içi boşaltılmış, devlet okullarına zorunlu ihtiyaçları için bile kaynak ayrılmazken, özel okullar kamu kaynakları ile sonuna kadar desteklenmiştir. MEB’in 2019-2023 yıllarını kapsayan Stratejik Planı’na göre bu durumun artarak sürdürüleceği anlaşılmaktadır.
Mesleki Eğitim İle Piyasa İlişkisi Daha da Güçleniyor
AKP hükümetleri boyunca mesleki teknik eğitim alanında atılan adımlar, her fırsatta öncelikli olarak sermayenin çıkarlarını gözetir şekilde olmuştur. Mesleki eğitimin giderek patronların, sermaye sahiplerinin insafına bırakılması, mesleki eğitim alan öğrenci ya da çırakların ucuz iş gücü olarak görülmesini beraberinde getirmiştir.
MEB 2019-2023 Stratejik Planında mesleki ve teknik eğitim ile hayat boyu öğrenme sistemlerinin, piyasanın ihtiyaçlarına göre yeniden düzenlenmesi, özel sektörün mesleki eğitimde planlama ve uygulanma süreçlerine katkısının daha da güçlendirilmesi hedeflenmektedir. MEB’in Mesleki eğitime ilişkin 5 yıllık hedefleri kısaca şu şekildedir;
- Mesleki ve teknik eğitim ve hayat boyu öğrenme sistemleri toplumun ihtiyaçlarına ve iş gücü piyasası ile bilgi çağının gereklerine uygun biçimde düzenlenecek,
- Mesleki ve teknik eğitim-istihdam-üretim ilişkisi güçlendirilecek,
- OSB’lerde bulunan Mesleki ve teknik ortaöğretim kurumu sayısının 70’ten 90’a çıkarılacak,
- Özel sektörle işbirliği kapsamında yapılan protokol sayısı 45’ten 95’e çıkarılacak.
Mesleki eğitim üzerinden işletmelerde öğrenciler birer işçi gibi çalıştırılmakta, emekleri sömürülmekte, aynı işi yaptıkları kişilerden çok daha az ücretler almaktadırlar. Türkiye’de çocuk işçiliği devlet kontrolünde ve devlet destekli bir şekilde sürdürülmektedir.
Türkiye’de kapitalizmin gelişimine paralel olarak ortaya çıkan sınıfsal farklılaşmanın genelde eğitim, özellikle mesleki eğitim üzerinden daha da derinleştirilmesi söz konusudur. Gerek iktidarın benimsemiş olduğu piyasa merkezli eğitim politikaları, gerekse eğitim alanında yapılan yasal düzenlemelerin yoksul emekçi çocuklarının ağırlıklı olarak içinden geldikleri sınıfa uygun görülen alanlara (çıraklık eğitimi, mesleki eğitim, dini eğitim vb) yönlendirilmesi söz konusudur.
Eğitim sistemi ve okullar, sadece mevcut sistemi iktidarın hedefleri doğrultusunda yeniden üreten ve piyasaya mekanizması ile uyumlu nesiller yetiştirmesini hedefleyen kurumlar olarak görülmekte, mesleki eğitime ilişkin hedefler de buna göre belirlenmektedir.
MEB Eğitim Sistemini Protokollerle Yönetmeye Devam Etmektedir
MEB’in asli görevleri, tıpkı bir hizmetin taşerona devredilmesi gibi, çeşitli cemaatlere bağlı vakıf ve derneklere devredilmektedir. Gerek dini vakıf ve derneklerle, gerekse işveren örgütleriyle imzalanan ‘işbirliği protokolleri’ ile eğitimde piyasalaştırma ve dinselleştirme uygulamaları iç içe geçmiş şekilde hayata geçirilmektedir. Özellikle dini vakıf ve cemaatlerle imzalanan protokollere yargı kararlarına rağmen devam edilmesi dikkat çekicidir.
MEB’in görevi çocuk ve gençleri insanlığın ortak evrensel değerleri doğrultusunda yetiştirmek, temel insan hakları ve çocukların üstün yararını gözetecek, çocuk ve gençlerin kendini gerçekleştirebilmesi için mevcut bilgi birikimine ulaşmasına ve eleştirel düşünce becerisini kazanabilmesine olanak sağlayacak somut adımlar atmak olmalıdır. Dini vakıf ve derneklerin okullarda örgütlenmesine hizmet edecek her faaliyet yasa dışıdır ve kesinlikle kabul edilemez.
MEB kimi zaman çeşitli protokoller, kimi zaman da fiili olarak okul kapılarını hem özel sektöre, hem de dini vakıf ve derneklere açmaktan derhal vazgeçmelidir. MEB ile dini vakıf ve dernekler arasında imzalanan tüm protokoller iptal edilmelidir. Hangi gerekçeyle olursa olsun eğitim alanının dini vakıf ve derneklerin temel faaliyet alanı haline getirilmesi uygulamalarına derhal son verilmeli, eğitimin yok olma noktasına getirilen laik, bilimsel ve kamusal niteliği güçlendirilmelidir.
Sonuç
Eğitim sisteminin geleceğine yönelik beş yıllık hedeflerin yer aldığı Strateji Plan’da herkese eşit, parasız, kamusal, bilimsel, demokratik, laik ve anadilinde eğitim hakkına ilişkin tek kelime geçmemesi önemli bir eksikliktir. Özellikle son yıllarda ciddi bir sorun haline gelen mülteci çocukların ve anadili farklı olan çocukların eğitimi konusunda hiçbir söylem ya da politika önerisinin olmaması dikkat çekicidir. Benzer bir şekilde ülkenin ve eğitim sisteminin önemli sorunlarından birisi olan toplumsal cinsiyet eşitliği ile ilgili olarak hiçbir hedef, plan ya da uygulamadan bahsedilmemesi, eğitimde ve toplumsal alanda yaşanan toplumsal cinsiyet eşitsizliklerinin MEB’in gündeminde olmadığını göstermektedir.
Yıllardır eğitime yeterli bütçe, okullara ihtiyacı kadar ödenek ayırmayan MEB’in 2023 hedeflerine ulaşmak için gerekli olan kaynağı nasıl yaratacağı, daha da önemlisi açıkladığı hedeflere ulaşmak için kaynakları hangi öncelilere göre nasıl harcanacağı büyük bir soru işareti olarak yanıt beklemektedir. Stratejik Plan’da 2019-2023 yılları arasında tahmini olarak 367 milyar 538 milyon TL kaynak ihtiyacı belirlenmiştir. Bir önceki Stratejik Plan’daki (2015-2019) kaynak miktarının 381 milyar 200 milyon TL olduğu dikkate alındığında, beş yıl öncesine göre daha az bir harcama miktarının belirlenmiş olması dikkat çekicidir.
Stratejik plan eğitimin ve eğitim emekçilerinin sorunlarını çözmekten uzak olduğu gibi, belirlenen amaçlar ve hedefler itibariyle gerçekçi değildir. MEB’in büyük ölçüde siyasallaşmış tercihlerini yansıtan Stratejik Plan bu haliyle tüm toplumun değil, sadece belirli bir kesimin planı olarak hazırlanmıştır. Eğitim kamusal bir hizmettir ve toplumsal fayda üretmesi esastır. 2019-2023 Stratejik Planı’nın mevcut haliyle eğitim sisteminin sorunlarına çözüm üretmesi mümkün görünmemektedir.
Eğitim-Sen Genel Merkezi