İnsan haklarının devlet aygıtından önce geldiği bir anayasa yapılmalı

Türkiye 13 Haziran sabahından itibaren seçim gerilimini geride bırakarak, yeni anayasa, Kürt sorunu ve başkanlık sistemi tartışmalarına yelken açtı.

Satır arası...
Türkiye 13 Haziran sabahından itibaren seçim gerilimini geride bırakarak, yeni anayasa, Kürt sorunu ve başkanlık sistemi tartışmalarına yelken açtı. Seçim öncesinde pek çok sivil toplum kuruluşu ve parti kendi anayasa taslaklarını hazırlayarak, yeni dönemin öncelikli maddesine ışık tutmaya çalıştı. Bunlar içinde kuşkusuz en önemlilerinden biri 2007 yılında Adalet ve Kalkınma Partisi için hazırlanan taslaktı. Biz de bu taslağı hazırlayan komisyonun üyeleri arasında bulunan, Selçuk Üniversitesi Hukuk Fakültesi öğretim üyelerinden Prof. Dr. Yavuz Atar ile görüştük. Konuya başka bir perspektiften de bakabilmek için Türkiye'de anayasa hukuku ile özdeşleşmiş, duayen bir ismin kapısını çaldık: Prof. Dr. Erdoğan
Teziç. Prof. Dr. Teziç, yeni anayasa metninin oluşturulması sürecinde en çok tartışılması beklenen konularda görüşlerini aktardı.  Her iki anayasa hukukçusunun görüşleri, farklı toplumsal kesimlerin konuya ilişkin beklentilerini yansıtması açısından önemli mesajlar veriyor.
Şenay YILDIZ/ senay.yildiz@aksam.com.tr

İnsan haklarının devlet aygıtından önce geldiği bir anayasa yapılmalı
Prof. Dr. Yavuz Atar, 'Anayasal ve siyasi sorunların köklü olarak çözümü için, temel felsefesi bireyin özgürlüğü ve korunması olan, ideolojik açıdan nötr, siyaset üzerindeki vesayeti sonlandıran, yargının bağımsızlığını ve tarafsızlığını sağlamaya yönelik kurumsal güvenceleri içeren bir anayasa yapılması gerektiğini' söylüyor

Türkiye'nin yeni gündemi anayasa yapım süreci ve nasıl bir anayasa yapılması gerektiğini cuma günü Ankara'da görüştüğümüz Prof. Dr. Yavuz Atar şöyle değerlendiriyor:    

- Yeni dönemin en önemli konusu anayasa yapım süreci olacak. Neden yeni bir anayasaya ihtiyaç var?
1982 Anayasası'na ideolojik olarak taraflı ve özgürlük karşıtı bir felsefe egemen. Anayasacılığın temel ilkesi, bireysel özgürlüklerin doğal olarak ve kendiliğinden var olması, buna karşılık siyasal otoritenin sadece verilen yetkilere sahip olmasıdır. 1982 Anayasası bu anlayışa dayanmıyor. Öte yandan, mevcut anayasa, otoritenin yetkilerini tayin ederken seçilmiş iktidarı atanmış bürokrasinin vesayetine tabi tutuyor. 1982 Anayasası'nın yapıcıları evrensel standartlarla bağdaşmayan bir anayasa yapmakla yetinmeyerek; insan hakları ve siyasi sistemin işleyişi alanındaki temel kanunları da tümüyle otoriter bir yaklaşımla değiştirmişlerdir. Çeşitli etki ve tepkilerin ürünü olan 1961 ve 1982 darbe anayasalarından sonra, bireyi esas alan ve devletin yetki haritasını modern anayasacılığın temel ilkelerine göre düzenleyen sivil ve demokratik bir anayasanın yapılması köklü bir dönüşüm sürecinde bulunan Türkiye için acil bir ihtiyaç. Anayasa yenilenmeden diğer sorunları çözmek mümkün değil. 

İDEOLOJİK AÇIDAN NÖTR
- Size göre bugünün gerçeklerine göre Türkiye'nin yeni anayasası nasıl olmalı?
Anayasal ve siyasi sorunların köklü olarak çözümü için, temel felsefesi bireyin özgürlüğü ve korunması olan, ideolojik açıdan nötr, siyaset üzerindeki vesayeti sonlandıran, yargının bağımsızlığını ve tarafsızlığını sağlamaya yönelik kurumsal güvenceleri içeren ve aynı zamanda da siyasi sistemin işleyişindeki belirsizlikleri ortadan kaldıran yeni bir anayasa yapılması gerekiyor. Yeni anayasa bazı Avrupa ülkelerinde örneklerini gördüğümüz şekilde orta uzunlukta, dil bakımından sade ve anlaşılır ve kendi içinde tutarlı bir metin olmalı. Anayasa, bireyi esas alan ve devleti onun hizmetindeki bir araç olarak kabul eden bir felsefeye dayanmalı. Bu yaklaşımın bir gereği olarak anayasada insan haklarının devlet aygıtından önce düzenlenmesi sembolik açıdan önemli.

- Hem parlamento öncesi hem de parlamento süreci bakımından anayasa yapım süreci nasıl işlemeli?
 Parlamento öncesinde, bütün toplum kesimleri, STK'lar ve parlamentoda olmayan siyasi partilerle bunu müzakere edebilirsiniz. Bunlardan ortaya çıkan görüşler doğrultusunda bir taslak ortaya çıkarsa bu parlamentoya getirilir. Katılmacı yöntemle bir anayasa yapacaksak, parlamento içinde ve dışındaki tüm partilerin ve görüşlerin burada söz sahibi olması gerekir. Ama davet edildiğiniz halde herhangi bir sebeple müzakere masasına gelmezseniz, o zaman söz hakkınız kalmaz. Bu durumda, 'O zaman anayasayı değiştirmeyelim, müzakere burada bitsin' demek doğru değil. Bu şekilde biz reform yapamayız.

MUTLAKA REFERANDUMA GİDİLMELİ
- Başbakan Erdoğan seçimde 367 milletvekili çıkarsaydı, referanduma  gitmeyi düşünmediğini açıklamıştı. Sonuçlar öyle değil ama ilkesel olarak bu konuya nasıl bakıyorsunuz?

Hukuken bu mümkün; ancak siyaseten bu doğru olmazdı diye düşünüyorum. Demokratik yöntem açısından referanduma gitmekte büyük fayda var. Halkın anayasa yapımı sürecinin tüm aşamalarında söz sahibi olması, o anayasanın kalitesini ve istikrarını artırır. Halkın anayasaya olan inancı güçlenir. O yüzden, muhakkak referanduma götürülmelidir diye düşünüyorum. 

- Size göre mevcut anayasada ideolojik algıya yol açan ifadeler neler?
Mesela hemen anayasanın başlangıcında yüce Türk devletinden bahsediliyor. Bu yaklaşım doğrudan doğruya insan haklarının, birey özerkliğinin inkarı anlamına geliyor. Yani siz devlet için yüce sıfatını kullandığınız takdirde, onu sorgulanamaz bir aygıt olarak görüyorsunuz, demektir. Oysa devlet, bireyin hizmetinde olan bir araçtır. Kutsal ya da yüce devlet anlayışı hukuk devleti ve demokrasi ile bağdaşmıyor. Gene 'Atatürk milliyetçiliği' deniliyor. Peki, bir kanun ne zaman Atatürk milliyetçiliğine ya da yüce Türk devleti felsefesine aykırı olur? Bunlar aslında ideoloji içeren ifadeler. Anayasa metinleri kanunların uygunluk denetiminde esas alınan normlar olduğundan yargı denetiminde de çok ciddi sorunlara, subjektif yargısal yorumlara yol açabilir. 

- Değiştirilemez maddeler konusunda ne düşünüyorsunuz? Değiştirilmeli mi, kalmalı mı?
Değiştirilemez maddelerdeki cumhuriyet, demokrasi, laiklik, hukuk devleti, sosyal devlet ve insan hakları gibi temel ilkelerle kimsenin sorunu olduğunu sanmıyorum. Ancak düşünce özgürlüğü çerçevesinde her şeyi tartışılabilmeliyiz. Diyelim ki, siz dünyanın en mükemmel anayasasını yaptınız. Gelecek nesillere diyorsunuz ki, bu devlet var olduğu sürece bu anayasa var olacak. Abdülhamit, Kanun-u Esasi'de 'Ey evlatlarım, bu anayasanın hiçbir hükmünü değiştirmeyin' demiş olsaydı, biz Cumhuriyet'i nasıl kuracaktık? Bu, demokrasi ve anayasacılık açısından kabul edilebilir bir şey değil. Zira gelecek nesillerin iradesi üzerine ipotek koymuş oluyoruz. Ayrıca, istediğiniz kadar anayasaya 'Bunlar değiştirilemez' diye yazın, değiştirilmesini engelleyemezsiniz. 61 Anayasası 'Birinci madde değiştirilemez' diyordu. 80 darbesini yapanlar anayasayı topyekun değiştirdiler. Değiştirilemez madde koymak ne siyaseten, ne de hukuken gerçekçi.

SADECE VATANDAŞLIK ŞARTLARI 
- Yeni süreçte Kürt meselesini rahatlatacak iki konu olarak, millet kavramı ve vatandaşlık tanımı tartışılıyor. Bu iki unsur günün gereklerine göre nasıl olmalı?

 Şimdi mevcut anayasamızdaki 'Türk' kelimesi etnik bir anlam taşımıyor, etnisiteye atıf yapmıyor; vatandaşlığı anlatıyor. Bu böyle olmakla birlikte, gene de vatandaşın tanımında 'Türk' kelimesinin yer alması tartışılabilir. Bunu ortadan kaldırmak için daha kuşatıcı bir tanım yapabiliriz, hatta tanım yapmak da zorunlu değil. Şimdiki metinde 'Türk Devleti'ne vatandaşlık bağı ile bağlı olan herkes Türk'tür' deniliyor. Bunun yerine sadece, vatandaşlığın nasıl kazanılacağı yazılmış olsaydı, böyle bir tartışmaya gerek kalmazdı. 

- Türk milleti kavramı peki?
Türk kelimesi orada bulunmalıdır. Tarihi ve sosyolojik olarak bu topraklarda yaşayan insanlara etnisite vurgusu olmaksızın 'Türk milleti' deniliyor. Yani Kürt, Laz, Arap, Çerkez olabilir, ama tarihi ve sosyolojik olarak bakıldığında 'Türkler' deniliyor. Fransızlar, Almanlar, İngilizler, İtalyanlar diyoruz örneğin. O ülkelerde başka etnik kökenler yok mu, var. Türkiye'de yaşayan insan topluluğunu da 'Türk milleti' deniliyor. Dolayısıyla anayasa maddeleri içinde değilse de, başlangıcında Amerikan anayasasındaki 'Biz Amerikan halkı' ifadesi gibi, 'Biz Türk milleti' ifadesi kullanılabilir. Bu ifadenin diğer etnik kökenleri rahatsız etmemesi gerekir. Kültürel haklar bakımından ise elbette insanların etnik, dinsel ya da hangi farklılığı varsa, bunları tanımamız gerekiyor. Ama anayasada etnik ya da dinsel topluluklar sayılamaz ve Türklerin, Kürtlerin hakları gibi bir ayırım olamaz. 

- Mevcut üniter devlet yapısını bozmadan yerel yönetimlerin güçlendirilmesi yönünde düzenlemeler nasıl yapılabilir?
Yerel yönetimlerin güçlendirilmesi gerektiğine inanıyorum. Burada tabii federalizm tartışması da gündeme geliyor. Federalizm, üniter yapı içinde birlikte olması mümkün olmayan toplumlar için anayasal bir çözüm şeklinde önümüzde duran bir model. Biz, Türkler, Kürtler, Lazlar gibi farklı kültürler olarak 'Federalizm şarttır, aksi takdirde bölünmemiz kaçınılmazdır' noktasında değiliz. Ayrıca, herkes her yere yayılmış ve iç içe geçmiş durumda. Dolayısıyla bizim zaten bir federalizm oluşturmamız pratikte de mümkün değil. Yerel yönetim meselesine gelince, bunu Kürt sorunu ile ilintisi olmaksızın bir bütün olarak, demokrasi sorunu olarak ele almamız lazım. Batı demokrasilerinde eğilim, yerel yönetimlerin güçlendirilmesi yönünde. Biz de bu eğilimin dışında kalamayız. Federalizmde siz eyaletlere kendi parlamentosunu oluşturma, kanun çıkarma ve anayasa yapma yetkisi veriyorsunuz. Oysa güçlü yerel yönetimlerin anayasası yok. Yerel meclisler var elbette; ama kanun yapamıyor.

Rasyonelleştirilmiş başkanlık sistemi
Bizde başkanlık sistemi biraz yanlış algılanıyor. Zannediliyor ki başkanlık sisteminde başkan çok güçlü ve sistemde her istediğini yapabiliyor. Oysa, Amerikan Başkanlık sistemi başkana süper yetkiler veren ya da sırf başkanlık olduğu için devleti süper ekonomi, süper askeri güç haline getiren bir model değil. İstikrarın garantisi de değil. Hatta mevcut haliyle istikrarsızlık da meydana getirebilir. Başkan her istediğini yapamaz; ABD'de olduğu gibi bazen bütçesini bile çıkaramaz. İcraat yapabilmesi ise bütçesini çıkarabilmesine bağlı. Parlamenter sistemde zaten hükümetle yasama iç içe. Yönetimde olan parti, daha doğrusu başbakan sistemi kontrol ediyor, bütçesini de çıkarabiliyor. Dolayısıyla daha güçlü bir yürütme düşüncesiyle başkanlık sistemine geçmek isteniliyorsa, bu aslında istenen şeyi sağlamaz. 

- Neden başkanlık sistemini istiyor o zaman Başbakan Erdoğan?
Belki şundan olabilir: Parlamenter sistemde iki başlılık var. Bir başbakan, bir de cumhurbaşkanı var. Oysa başkanlık sisteminde yürütme iki başlı değil, sadece başkan var. Böyle olunca, belki daha güçlü olduğu zannediliyor olabilir. Bir de bizdeki anayasa cumhurbaşkanına klasik parlamenter sistemle bağdaşmayan yetkiler verdiği için, seçilmiş hükümetler cumhurbaşkanı ile ters düştüklerinde cumhurbaşkanı frenleme yapabiliyor. Bu nedenle, 'Tek başlı yürütme olsun' düşüncesi cazip gelebilir. Halk arasında da muhtemelen, 'Amerika süper bir devlet, başkanlık sistemiyle yönetiliyor. Bizim de süper bir devlet olabilmemiz için iyi olur' diye düşünülüyor olabilir. Bu, psikolojik bir şey aslında. Oysa sistem iyi incelendiğinde tek parti hükümetindeki başbakanın, bugünkü Amerikan başkanlık sistemini istemesi pek de kendi çıkarına değil. 

- Başkanlık sistemi mi, parlamenter sistem mi iyidir size göre?
Eğer sizin ülkenizde tek parti hükümeti çıkmadığı zaman uzlaşmacı koalisyonlar kurabiliyorsanız, ülke istikrarlı bir şekilde yönetilebiliyorsa, parlamenter sistem işliyordur ve iyidir denilebilir. Ama sizin uzlaşma kültürünüz yoksa, partiler koalisyon kurmakta zorluk yaşıyorsa ve de başarılı olamıyorsa -ki bizim ülkemiz maalesef böyle- orada sorun vardır. Ama, başkanlık sistemi düşünülebilirse de, bu durumda da Amerikan sistemini bugünkü yapısıyla almamamız gerekiyor. Amerikan siyasi kültürü, müzakere ve pazarlık etmek üzerine kurulu olduğu ve partiler disiplinli, katı olmadıkları için başkanla parlamento arasında bir tıkanma olursa bu bir şekilde çözülüyor. Bizim gibi bir ülkede Amerika'daki bu model işlemez. 

- Ne yapmalıyız o zaman?
 Amerika'da bazı siyaset bilimciler, tıkanmaları önlemek için parlamenter sistemin bazı unsurlarından yararlanmayı öneriyorlar. Takım adaylar bileti (team ticket) denilen bir sistem var. Yani, her partinin başkan, başkan yardımcısı ve parlamento üyeliği adaylarının tek liste halinde seçime gittiği sistem. Böylece başkan ve parlamento üzerinde parlamenter sistemde olduğu gibi bir parti kontrolü oluşturmak istiyorlar. Buna rağmen başkanla parlamento arasında itilaf çıkarsa da yüksek mahkemenin hakem olması, referandum yolunun işletilmesi veya iki taraftan birinin isteğiyle erken seçime gidilmesi gibi mekanizmalar öneriliyor. Bu mekanizmalarla daha güçlü, daha iyi işleyen, tıkanmaları aşabilen 'rasyonelleştirilmiş' bir başkanlık sistemi amaçlanıyor. Türkiye'de de eğer başkanlık sistemi düşünülecek olursa, bu mutlaka rasyonelleştirilmiş başkanlık modeli olmalıdır. 

Akşam

İlk yorum yazan siz olun
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.

KAMU PERSONELİ Haberleri